İhsan Fazlıoğlu: "Türklerin bir tarihi var mı?"


İhsan Fazlıoğlu: "Türklerin bir tarihi var mı?"

Rİ­VA­YET ol­dur ki, be­yaz Ba­tı Av­ru­pa­lı­lar ge­mi­le­riy­le ye­ni kı­ta­nın sa­hil­le­ri­ne var­dık­la­rın­da yer­li­ler, he­men sa­hil­de du­ran Av­ru­pa­lı­la­rın ge­mi­le­ri­ni gö­re­me­di­ler; çün­kü ge­mi kav­ra­mı­na sa­hip de­ğil­di­ler. İn­san kav­ra­mı­na sa­hip ol­ma­dı­ğı şe­yi gö­re­mez. Cüm­le­nin ter­si de doğ­ru­dur: İn­san yal­nız­ca kav­ra­mı­na sa­hip ol­du­ğu şe­yi gö­re­bi­lir. Bu yal­nız­ca ya­şa­ma­ya iliş­kin ko­nu­lar için de­ğil; ter­si­ne in­sa­nın he­men he­men tüm vic­da­nî ve fik­rî üre­tim­le­ri için ge­çer­li bir yar­gı­dır. Bu ne­den­le­dir ki, kav­ram­lar in­san ak­lı­nın mak­ros­ko­bu ve­ya mik­ros­ko­bu gi­bi­dir; uza­ğı ya­kın eder; kü­çü­ğü bü­yül­tür­ler. Na­sıl ki bu âlet­ler in­sa­nın gör­me’si­ni müm­kün kıl­mak için­se, kav­ram­lar da in­san ak­lı­nın ba­kış’ını ve gö­rüş’ünü kuv­vet­len­dir­mek için­dir. Ben­zer du­rum vic­dan için de ge­çer­li­dir: İn­san duy­gu­su­na sa­hip ol­du­ğu du­ru­ma du­yar­lı­lık/has­sa­si­yet gös­te­re­bi­lir; sa­hip de­ğil­se gös­te­re­mez.

İn­sa­nın bu ger­çek­li­ği­ni tes­pit eden he­men he­men her kül­tür, sa­hip ol­du­ğu duy­gu­la­rı men­sup­la­rı­na eği­tim/ter­bi­ye yo­luy­la ak­ta­rır. Ter­bi­ye edi­len bi­rey­ler men­sup ol­duk­la­rı kül­tü­rün vic­da­nı­nın has­sa­si­yet­le­ri­ni özüm­ser; top­lu­mun vic­da­nî ref­leks­le­ri­ne uy­gun olum­lu ve olum­suz du­yar­lı­lık­lar gös­te­rir­ler. Men­sup ol­du­ğu top­lu­mun du­yar­lı­lı­ğı­nı pay­laş­ma­yan bi­rey­ler ise top­lu­ma ya­ban­cı­la­şır­lar. Ben­zer du­rum id­rak için de ge­çer­li­dir. Kül­tür­ler ba­kış ve gö­rüş­le­ri­ni bi­rey­le­ri­ne eği­tim/ta­lim yo­luy­la ak­ta­rır­lar. Öğ­re­ti­len kav­ram­lar ve te­rim­ler üze­rin­den id­rak­le­ri in­ce­len bi­rey­ler, sa­hip ol­duk­la­rı kav­ram­la­rın oluş­tur­du­ğu uza­yın sı­nır­la­rı­nın ge­niş­li­ği ora­nın­da ku­şa­tı­cı bir ba­kış el­de eder­ler. Bu ne­den­le vic­da­nî ter­bi­ye ile id­ra­kî ta­lim bi­re­yin top­lum­sal has­sa­si­ye­ti ile kül­tü­rel men­su­bi­ye­ti­ni ta­yin eder.

Vic­da­nî has­sa­si­yet ile id­ra­kî men­su­bi­ye­tin oluş­tur­du­ğu ba­kış, gö­rüş, ken­di­si­ne men­sup olan bi­re­yin dün­ya­sı­nı ku­rar. Bi­lim fel­se­fe­si­nin de­yi­şiy­le na­sıl ki her teo­ri ken­di nes­ne ala­nı­nı ya­ra­tır, her kül­tür de ter­bi­ye ve ta­lim ile ken­di has­sa­si­yet ve men­su­bi­yet ala­nı­nı in­şa eder. Has­sa­si­yet­ler ve men­su­bi­yet­ler dav­ra­nış­la­ra dö­nüş­tü­rü­lür; top­lum ken­di­si­ne ai­di­yet du­yan bi­rey­ler­den, ya­rat­tı­ğı sem­bol­ler­le ci­sim­leş­tir­di­ği ki­şi­li­ği­ni, bu has­sa­si­yet ve men­su­bi­yet­ler çer­çe­ve­sin­de ko­ru­ma­sı­nı bek­ler; hat­ta ta­lep eder. Bi­rey­le­rin, ait ol­duk­la­rı kül­tü­rün is­ter ya­zı­lı is­ter söz­lü is­ter­se baş­ka bir bi­çim­de ol­sun, ci­sim­le­şen sem­bol­le­ri­ne bağ­lı­lık­la­rı­nın de­re­ce­si ve şid­de­ti, o kül­tü­rün hem mev­cut gü­cü­nü hem de ge­le­ce­ği­ni be­lir­ler.

Ün­lü Çin­li bil­ge Kon­füç­yüs’e “Top­lu­mun ka­de­ri eli­ne ve­ril­se ilk ne ya­par­dın?” di­ye so­ru­lun­ca şöy­le ya­nıt ve­rir: “İlk ola­rak top­lu­mun ken­di­le­riy­le iş gör­dü­ğü kav­ram­la­rı de­ğiş­ti­rir; yer­le­ri­ne ye­ni­le­ri­ni ko­yar ve her bi­ri­ni ta­nım­lar­dım”. Ya­nı­tın hik­me­ti­ni an­la­ma­yan­la­ra bir ör­nek de ve­rir bil­ge: “Eğer bir top­lum­da an­ne yal­nız­ca ‘ço­cuk do­ğu­ran’ an­la­mı­na gel­me­ye baş­la­mış­sa, bu kav­ra­mı kal­dı­rır, ye­ri­ne man­ne’yi ko­yar ve ‘ço­cu­ğu do­ğu­ran, bü­yü­ten, ter­bi­ye eden, ilk eği­ti­mi­ni ve­ren, ha­ya­ta ha­zır­la­yan, vb...’ şek­lin­de ta­nım­lar­dım”. Bil­ge’nin de­di­ği açık: Bir top­lu­mun vic­da­nî ve id­ra­kî aya­rı, o top­lu­mun de­ğer­le­ri­nin ve kav­ram­la­rı­nın ayar­la­rıy­la il­gi­li­dir; aya­rı bo­zu­lan top­lu­mun has­ta­lı­ğı­nın gös­ter­ge­si, vic­da­nî has­sa­si­yet­le­ri ile id­ra­kî men­su­bi­yet­le­ri­nin de­ğiş­me­ye baş­la­ma­sı­dır.

Şim­di­ye de­ğin de­ni­len­le­ri, da­ha so­mut bir çer­çe­ve­ye in­dir­ge­mek için ör­nek­len­di­re­bi­li­riz. Aris­to­te­les-İbn Si­na çiz­gi­sin­de­ki bir bil­gi­ne Jü­pi­ter’in küt­le­sin­den bah­set­sey­dik gü­ler­di; çün­kü on­la­rın koz­mo­lo­ji­sin­de ge­ze­gen­ler esir­den oluş­muş nu­ra­nî var­lık­lar­dı. İki bin yıl bo­yun­ca bu koz­mo­lo­ji içe­ri­sin­de ça­lı­şan, ra­sat ya­pan hiç­bir astro­nom, fi­zik­çi ge­ze­ge­nin küt­le­si kav­ra­mın­dan ha­ber­dar de­ğil­di; böy­le bir göz­lem­de de bu­lun­ma­dı. New­ton­cu bir bil­gin için ise bu so­ru son de­re­ce ha­ya­tî­dir.

Gö­rül­dü­ğü üze­re ge­ze­ge­nin küt­le­si kav­ra­mı­nı men­sup olu­nan teo­ri ya­rat­mak­ta­dır. Işı­ğın, do­la­yı­sıy­la Dün­ya­nın esir mad­de­si içe­ri­sin­de­ki hı­zı Max­well ve ön­ce­si için son de­re­ce önem­li bir araş­tır­ma ala­nıy­dı; Eins­te­in ve son­ra­sı için ise yal­nız­ca an­lam­sız bir so­ru­dur. Ör­nek­le­ri ço­ğal­ta­bi­li­riz: Dal­ton için atom­lar trans­mus­tas­yo­na so­ku­la­maz; mo­dern nük­le­er fi­zik­te ise vaz­ge­çil­mez­dir. Tek­rar pa­ha­sı­na, gö­rül­dü­ğü üze­re teo­ri ken­di nes­ne ala­nı­nı ya­rat­mak­ta; kav­ra­mı­na sa­hip olun­ma­yan şey gö­rü­le­me­mek­te­dir. Ma­te­ma­tik gi­bi da­ha for­mel bi­lim­ler­de de ben­zer du­rum söz ko­nu­su­dur: Çin­li­ler M.S. II. yüz­yıl­da ne­ga­tif sa­yı­la­rı kul­lan­dı­lar; Hint­li­ler VII­I. yüz­yıl­da; İs­lam ma­te­ma­ti­ği da­hil Ba­tı dün­ya­sın­da ne­ga­tif sa­yı­la­rın kul­la­nı­mı XVI. yüz­yıl­da an­cak ger­çek­leş­ti. Çün­kü kav­ra­mı yok­tu, kav­ra­mı ol­ma­yan şey de yok­tu; ol­ma­yan şey de kul­la­nı­la­maz­dı.

Bi­lim­sel te­ori­ler gi­bi, her kül­tü­rün ba­kı­şı da hem vic­da­nî hem de id­ra­kî dün­ya­sı­nı ku­rar. Bu ne­den­le bir bi­re­yin han­gi kül­tür dün­ya­sı­na ait ol­du­ğu has­sa­si­yet­le­ri ve men­su­bi­yet­le­ri göz­lem­le­ne­rek tes­pit edi­le­bi­lir. Bu ai­di­yet­te so­yut bir dil ve so­yut bir din’in tek ba­şı­na ye­ter­li ol­du­ğu sa­nı­sı yan­lış­tır. Çün­kü bir kül­tür yal­nız­ca di­li ve di­nin­de de­ğil, top­ye­kûn bü­tün sem­bol­le­riy­le te­cel­li eder. Müs­lü­man ve Türk­çe ko­nu­şan, an­cak ya­ban­cı bir kül­tür­de ye­tiş­ti­ği için, ör­nek ola­rak, ye­mek yer­ken, alış-ve­riş eder­ken fark­lı sem­bo­lik içe­rik­le­ri olan dav­ra­nış­lar­da ve de­yiş­ler­de bu­lu­nan bir ki­şi­nin çev­re­sin­de­ki­ler­ce na­sıl al­gı­lan­dı­ğı açık bir ör­nek­tir. O ka­dar ki, bu me­yan­da ku­de­ma, bir ki­şi­nin ken­di kül­tü­rün­ce rü­ya gör­me­si­ni bi­le ai­di­yet ci­he­tin­den son de­re­ce önem­li ka­bul eder. 

Ni­te­kim yer­li­ler, be­yaz in­san­lar kar­şı­sın­da ye­nil­gi­yi, ken­di­le­rin­ce rü­ya gö­re­me­dik­le­rin­de ka­bul et­me­ye baş­la­mış­lar­dır. Ger­çek­ten de bir kül­tü­rün ye­nil­gi­si­nin, ken­di­si­ne ait bi­rey­le­rin vic­da­nî has­sa­si­yet­le­ri­nin ve id­ra­ki men­su­bi­yet­le­ri­nin kay­bol­ma­sıy­la ger­çek­leş­ti­ği açık­tır. Vic­da­nî has­sa­si­yet­ler ile id­ra­kî men­su­bi­yet­le­rin şid­de­ti bir kül­tü­rün zor za­man­la­rın­da te­za­hür eder. Ko­lay za­man­lar­da bir kül­tü­re ait­miş gi­bi dav­ra­nan­lar, o kül­tü­rün zor za­man­la­rın­da çok çe­şit­li ba­ha­ne­ler­le, meş­ru­laş­tır­ma sü­reç­le­riy­le o kül­tü­rü terk eder­ler. Terk, has­sa­si­yet­le­rin ve men­su­bi­yet­le­rin de­re­ce­si­nin za­yıf­la­ma­sın­dan kay­nak­la­nır.

Tür­ki­ye’de bir bi­re­yin ne-ol­du­ğu, ör­nek ola­rak, bu top­rak­lar­da bu­lu­nan her­han­gi bir ta­ri­hî ese­re gös­ter­di­ği has­sa­si­ye­tin nes­ne­si­ne, o nes­ne­nin ta­ri­hi­ne, sem­bo­lik içe­ri­ği­ne ba­kı­la­rak tes­pit edi­le­bi­lir. Edir­ne’de Mi­mar Si­nan’ın in­şa et­ti­ği köp­rü­le­re as­falt dö­kül­dü­ğün­de ya da Kon­ya’da Sel­çuk­lu Çi­ni­li Ca­mii kaz­ma kü­rek yı­kıl­dı­ğın­da gös­te­ri­len has­sa­si­ye­tin şid­de­ti ile bir Ro­ma ve­ya Bi­zans ese­ri­ne kar­şı gös­te­ri­len has­sa­si­ye­tin şid­de­ti kar­şı­laş­tı­rı­la­rak bu top­rak­lar­da ya­şa­yan in­san­la­rın men­su­bi­yet­le­ri öl­çü­le­bi­lir. Ben­zer du­rum fark­lı pek çok ta­ri­hî, di­nî, si­ya­sî vb. sem­bol için de de­ne­ne­bi­lir. Ben şah­sen, bi­lim­sel sü­re­ce, göz­lem, var­sa­yım ve de­ney sü­re­ci­ne uy­gun ola­rak uzun sü­re böy­le bir araş­tır­ma­yı yü­rüt­tüm. 

So­nuç şu: Ya Tür­ki­ye’de tek bir mil­let yok ya da Türk­ler bir geç­mi­şe sa­hip ol­mak­la bir­lik­te bir ta­ri­he sa­hip de­ğil­ler. Çün­kü he­men he­men her ko­nu­da, li­sa­nî, di­nî, ta­ri­hî, si­ya­sî, hat­ta is­tik­ba­le iliş­kin vic­da­nî has­sa­si­yet­le­ri ile id­ra­ki men­su­bi­yet­le­ri­nin işa­ret et­ti­ği or­tak bir ai­di­yet­le­ri mev­cut de­ğil. El­bet­te be­nim çı­ka­rı­mım zor za­man­lar için bir ön­gö­rü; şim­di ise ko­lay za­man...

KAYNAK:
İhsan Fazlıoğlu, "Türklerin bir tarihi var mı?", Anlayış Dergisi, http://www.anlayis.net/makaleGoster.aspx?dergiid=38&makaleid=5094

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Popular Posts