İhsan Fazlıoğlu: "Hakikat ve siyaset olarak İnsan"
Anlayış Dergisi
(Sayı 66)
Aralık 2008
HERHANGİ bir olgu ya da olay öbegini, ister maddî ister manevî, yorumlarken kişilerin genellikle bütüne bakma ya da parçaya takılma davranışı gösterdikleri söylenir. Bu davranış, bir örneklemeyle, ormana bakarken ağaçları gözden kaçırma ya da tek tek ağaçlara yani parçalara yoğunlaşirken bütünü, yani ormanı atlama biçiminde dile getirilir. Öyle ki, bazı düşünürler, Doğu ile Batı zihniyetleri arasındaki farkın -her iki sözcüğün delâletleri hakkıyla bilinemese de- bütün ile parçaya verdikleri dikkatte belirdiğini vurgularlar. Muhammed İkbal'in bir gül bahçesinde tek tek güllerle ilgilenen kadim İranlı bilge ile içine girmeyip bahçeyi dışarıdan bir bütün olarak seyreden kadîm bir Yunan filozofun arasındaki en önemli ayrımın, bahçe ile güle yönelik tavırlarında somutlaştığını söylemesi; Richard Feynman'ın kadîm Bâbil matematikçilerinin tek tek örnekler içinde erittikleri tümel kural anlayışı ile Yunan matematikçilerin tekillikleri değişkenlikleri içinde bilinemez kabul edip mutlaklaştırdıkları tümellik anlayışını iki farklı bilme tarzı olarak sunması hep insanın bu bütün ve parçaya yönelik dikkatine dayandırılmıştır. Benzer bir tavrı, Marco Polo ile Kubilay Hân'ın kemer köprü üzerindeki konuşmasında da görürüz: Kemer köprüde tek tek taşlar mı önemlidir, kemer biçimi mi?
Sadece bütüne yönelen bir zihin, hareketten, değişimden, başkalaşimdan, dönüşümden rahatsız olur. Tümel arayışı bir sabitlik, bir ilke arayışıdır. Hareket içre bulunan şeylerde harekete konu olmayan özü aramak, donmuş bir sıfır noktası tespit etmek demektir. Sabitlik arayışı, hem Tanrı'da hem de bir temsili olarak İnsan'da gidimli-aklı(akl-i istidlâlî) öne çikarmayi zorunlu kılar; çünkü bu anlamdaki akıl birbirine bağlamak için sabit noktalar arar; düzenler, yani dondurur. Orman ya da bahçe birer kavram olarak hareketten dolayısıyla değişimden bağımsızdır; tek tek ağaçların ya da güllerin tekillikleri içindeki durumları onları birarada bulunduran, onlara birlik veren orman ve bahçe kavramlarına göre çok da önemli değildir. Bütünü önceleyen, tekillikleri, bireysellikleri önemsemez. Örnek olarak "insan hakları" tamlamasını sabit bir öz olarak gören bir zihniyet için bazı insan tekillerinin haksızlığa uğraması bütün adına çok da önemli değildir. Tümele ilişkin nazarın inşa ettiği manzara, kendisinde içkin kurallılığa zorunlu olarak tâbidir. Öyle ki, bu anlayış Tanrı'ya bile uygulanır: Tanrı kendinde içkin aklî kurallığa uymak zorundadır.
Yalnızca tekilliklere yönelen bir zihin için ise, önemli olan birey ve onun belirli bir mekan ve zamandaki işlevidir. Her şeyin olduğu hâl üzere kalmaması, değişmesi, tekillikler içindeki düzenin gözden ırak tutulmasına ve giderek salt operatif bir anlayışın yerleşmesine neden olur. Önemli olan şu-andaki ve o-yerdeki tekil bir olgu ve olayın idraki olduğundan, nedensel bağlantıların ihmal edilmesi kaçınılmazdır. Dün ile yarın kavramlarının zayıf olduğu bu anlayışta bireysel istek ve arzular, bütüne öncelenir; insan bir akıl(akl-i istidlâlî) varlığı olmaktan çok bir irade varlığı olarak görülür.
Bütün ile parça, tümel ile tekil arasındaki cedelî(diyalektik) ilişki toplumsal ve siyasal düzenler için de geçerlidir. Bütüne odaklanan bir siyasi irade otoriter, buyurgan, tutarlı ve bütün adına bireye karşi kıyıcıdır. İlkeleri adına bireyleri gözden çikaran, kendisi için sabitliği sağlayan temel kavramlar adına değişikliği tartışmaya bile yanaşmayan, kurduğu siyasal düzeni, o düzeni oluşturan tüm bireylerin paylaşimına açmayan bir yapı gösterir. Çünkü önemli olan dışarıdan bakıldıkta(nazar), bir bütün olarak manzaranın güzel görünmesidir; içeriden bakıldıkta bireysel temelde tespit edilebilecek arızalar, bütün adına çok da önemli değildir. Manzarayı, giderek görünüşü asıl haline getiren bu yaklaşim, sahte ve yapay dahi olsa her türlü araç ve gereci kullanarak mevcut görünüşünü sürdürmeyi hedefler; bunun için mensupları arasında hem korku yayar hem de kendisine karşi nefret... Çünkü buyurgan siyasetin besini kendisinden korkulması ve nefret edilmesidir; çünkü korkan nefret eder, nefret eden korkar.
Bireyselliği önceleyen toplumsal ve siyasal birliktelikler biraradalıklarını sürekli ortak-çikarlar yaratarak sürdürebilirler. Doğal ortak çikarlar azaldığında, yenilerini yaratmak paylaşimın sürmesi açısından kaçınılmaz olduğundan saldırganlıkları artar. Kısaca yalnızca bireyselliğe odaklanan siyasî bir irade, ister doğal ister yapay devamlı ortak çikar yaratamaz ise sürekliliğini koruyamaz; tüm bireyleri kuşatan sabiteleri bulunmadığından mensuplarını ortak bir anlayış etrafında örgütleyemez; öyle ki, bir süre sonra bireyleri arasında baş gösterecek güç mücadelesi ile alt düzeydeki ortak çikar hesapları bölünmesine, giderek yok olmasına neden olur.
Bütün ile parçanın, tümel ile tekilin biraradalığı daha farklı düşünülemez mi? Büyük bir küme olarak Evren'in içinde yer alan şeyleri, varlık(vucud), var-olan(mevcud) ve var-oluş(icad) diyalektiği içinde düşünebilirsek daha farklı bir anlayış elde edebilir miyiz? İlk bakışta Evren'deki her şey bir yerde bir işlevde bir ilişkidedir. Başka bir deyişle şey, yer, işlev ve ilişki değişik itibarlar açısından aynı, yine değişik itibarlar açısından da farklıdır. Çünkü talîmî(pedagojik) ayırımlar mecâzîdir, hakikî değildir. Bu çerçevede Evren hem bir sabiteler hem de bir değişkenlikler kümesidir; buna ister süreç ister örüntü(icad) densin, Evren'de akıl ile irade, düzen ile değişim, tümel ile tekil, bütün ile parça birbirine girgin, birbirini takip eden, bir akıştır(tecelli).
Nasıl ki Evren'deki icadın, hakikatin nihai amacı insandır; siyasetin de nihai amacı insan olmalıdır; hem bir tür hem de bir birey olarak... İnsanı bir siyaset içinde var kılan, yeri, işlevi ve ilişkileridir. Bu özellikleriyle hem bir birey hem de bir toplum olarak insan bir süreç, bir örüntüdür. Hem hakikatin hem de siyasetin bir süreç ve örüntü olması, bütün ile parçanın, sabit ile değişkenin, tümel ile tekilin birlikteliğini gösterir. İster bireysel ister toplumsal insanın hakikatini yok eden bir yaklaşim insanın siyasetini de yok eder. Elbette doğal âfetler gibi toplumsal âfetler de doğaldır, örüntü olmanın başka bir vechesidir. Ancak doğa, doğal olarak doğmaya devam eder; insanın doğuşu ise ölümünün tarzına, üslubuna bağlıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder