İhsan Fazlıoğlu: "Her gerçek doğru değildir"
Anlayış Dergisi (Sayı 17)
Kasım 2004
Çin İmparatorluk astronomi kayıtlarına bakıldığında, Çinli astronomların M.Ö. 28'de bilinen tarihte ilk kez Güneş lekeleri rasad ettikleri; M.Ö. 352 ile M.S. 1604 tarihleri arasında ise 75 adet nova ve süpernova denilen yıldız patlamaları gözlemledikleri ve bu sonuçları kaydettikleri görülür. Öyle ki, bu sonuçlar bugün bile geçmişteki astronomik hareketleri takip etmek isteyen günümüz astronomi bilimi için hala kullanılabilir niteliktedir. Bu dakik gözlemlere karşın kadim Çin astronomisinde gezegenlerin hareketlerini açıklamak için hendesî tasvirlere, başka bir deyişle göksel olayları temsil eden karmaşık teorik şemalara rastlanmaz.
Batı medeniyetleri camiasına bakıldığında, Mezopotamya-Babil astronomosinden başlayarak, XVI. yüzyıla kadar Eskiçağ Ege medeniyeti'nde, İskenderiye'de, İslam dünyası'nda ve Avrupa'da, tarihin gördüğü en büyük rasathanelerin kurulduğu, uzun süreli gözlemlerin yapıldığı, son derece karmaşık, yüksek matematik bilgisi isteyen, gezegenlerin hareketlerini açıklayan teorik şemaların çizildiği görülür. Yalnızca Merağa Rasadhanesi ile Semerkand Rasadhanesi'nde yapılan gözlemler düşünüldüğünde; Batlamyus, İbn Heysem, Nasiruddin Tusî, Kutbuddin Şirazî, Mueyyeddin Urdî, İbn Şatır, Ali Kuşçu gibi isimlerin onlarca evren modeli tasarladığı akla getirildiğinde, Batı medeniyetleri camiasında daha üst seviyede gök gözleminin yapılmış olması gerektiği zannedilir.
Tarihe bakıldığında, sonuç hiç de beklenildiği gibi değildir. Batı medeniyetleri camiası, onlarca rasadhanesine, yüksek hendesî gök teorilerine karşın XVI. yüzyılın sonuna kadar ne bir güneş lekesi rasad etmişdir ne de bir yıldız patlaması. Daha ötesi Çin astronomları M.Ö. 613 ile M.S. 1621 tarihleri arasında kuyruklu yıldız katalogları hazırlamasına rağmen Batı medeniyetleri camiasına mensup astronomlar için, bırakın kataloglamayı, kuyruklu yıldızları izah etmek bile oldukça güçtü.
Niçin? Niçin hemen hemen hiç bir matematiksel gök teorisi bulunmayan Çinli astronomlar Güneş lekesi, yıldız patlaması gibi gök olaylarını 'görebiliyor'du da, olağanüstü hendesî modeller oluşturan, binlerce yıl rasad yapan, gözlerini gökyüzüne diken, bunun için onlarca rasad aleti icad eden Batı medeniyetleri camiasına mensup astronomlar 'göremiyor'du. Başka bir deyişle bakıldığında görmeyi mümkün kılan ya da görememeye neden olan nedir? Bu sorunun tek bir yanıtı var: Kavramına sahip olunmayan şey görülemez. Nasıl ki teleskop olmadan uzak cisimler, mikroskop olmadan küçük cisimler çıplak göz tarafından görülemez ise, aklın gözü olan, ona teleskop ve mikroskop hizmeti veren kavramlar olmadan da akıl göremez; öte bir deyişle akıl yalnızca kavramına sahip olduğu şeyi görebilir.
Batı medeniyetleri camiasına mensup astronomlar güneş lekesi ve yıldız patlamalarını göremiyordu; çünkü sahip oldukları kavram-örgüsü onlara ay-küresinin üstünün kusursuz, ilahî, dolayısıyla mükemmel olduğunu söylüyordu. Mükemmel olan bir yerde 'leke' gibi eksiklik ifade eden bir durumun, 'patlama' gibi bozulma ifade eden bir oluşumun, özellikle nova ve süpernova gibi 'yeni' bir şeyin olması mümkün değildi. Öyle ki, 1006'daki süpernova olayı karşısında şaşırıp kalan Batı medeniyetleri camiasına mensup astronomlar, ay-küresinin üstünde 'yeni yıldız' ortaya çıkmayacağı ilkesinden hareketle, olayı 'kuyruklu yıldız' şeklinde yorumlamış, kamu vicdanını rahatlatmışlardı. Çinli astronomlar için ise gökler boştu, maddeden beri idi ve sonsuzdu; Güneş, Ay, gezegenler ve yıldızlar bu boş uzayda sert bir rüzgarın neden olduğu hareketle yüzüp durmaktaydılar. Hiç bir ilahîliğe sahip olmayan gökyüzündeki cisimler de yeryüzü cisimleri gibi aynı niteliklere sahiptiler; lekelenebilirlerdi, patlayabilirlerdi, yok-olabilirlerdi ve yeniden var-olabilirlerdi.
Farklı kavram-örgülerine sahip iki dünyanın, bu kavram-örgülerine gömülü dünya tasavvurları [başka bir deyişle dünya resimleri], derinlemesine idrak edilmedikçe, yanlış anlaşılmaya herzaman müsaittir. Nitekim 1600 yılında Çin'i ziyaret eden Matteo Ricci, bu farklı kavram-örgüsünü anlamadığı için Çin astronomisini 'geri' kabul etmişti. İşin en ilginç tarafı ise tam bu tarihlerde Batı Avrupalı astronomlar tarihî sistemlerini terkederek Çin astronomi sistemine yaklaşan bir anlayışa geçiş yapmak üzereydiler. Bu nedenledir ki Batılı ziyaretçilerin Çin'e aktardığı Batlamyus, Brahe ve Kopernik astronomi sistemleri karşısında Çinli astronomlar da Batılıların kafalarının karışık olduğuna karar vermiş; başta bu sistemler olmak üzere Batı Avrupa bilimini araştırmak üzere Barbar Bilimleri Araştıma Enstitüsünü kurmuşlardı.
Şimdiye kadar astronomi tarihinden bir örnekle kavram-örgülerinin yalnızca dünya görüşlerini değil dünya tasavvurlarını da, dünyaya ilişkin resimleri de nasıl belirlediğini göstermeye çalıştık. Çok daha farklı alanlardan örnekler verilebilir; örnek olarak: Çinli matematikçiler negatif sayıları M.S. 2. yüzyılda kullanmaya başlamıştı; Hintli matematikçiler M.S. 7. yüzyılda, İslam medeniyeti dahil Batı medeniyetleri camiası matematikçileri ise M.S. XVI. yüzyılın ikinci yarısında negatif sayı kavramına ulaşabildiler. Bunun nedeni oldukça basit: Her iki dünyanın sayı tanımı farklıydı; bu tanımın kökleri de her iki medeniyetin yine farklı olan kavram-örgülerinde mevcuttu.
Yukarıda verilen örnekler pek çok açıdan yorumlanabilir. Ancak amacımız çerçevesinde şimdilik şu kadarını söyleyebiliriz: Şu an sahip olduğumuz ve kullanıdığımız tarihî, coğrafî, siyasî, hatta ilmî kavram-örgüleri ne kadar bize aittir ve bu kavram-örgüleri ne kadar 'gerçeklik'i tasvir etmektedir. Başka bir deyişle bu kavram-örgülerinin tasvir ettiği gerçeklikler bize ait gerçeklikler midir? Yoksa bu kavram-örgüleri bazılarının gerçeklik'i bize göstermek istedikleri gibi mi göstermektedir. Unutulmamalı ki sömürgeciler için gerçeklik ile doğruluk aynı şey değildir; başka bir deyişle her gerçeklik doğru olmak zorunda değildir. Çünkü bir şeyi olduğu gibi tasvir etmek doğru'yu verir; ancak onu sömürmeyi mümkün kılmaz. Sömürgeci için gerçeklik, doğru olan değil sömürmeyi mümkün kılan tanımdır. İslam düşünce geleneğinde doğruluk, gerçeklik, kesinlik ve adalet'i aynı anda içeren Hak ve hakikat kavramlarının sömürgeci zihniyeti rahatsız etmesi, hatta korkutması bu nedenledir: Çünkü ancak doğru olan gerçektir; gerçek olan doğrudur; kesindir ve sonuç âdildir. Kısaca dendikte, şu anda kendi medeniyetimize ilişkin kullandığımız kavram-örgüsünün gerçeklik'i doğru bir şekilde verdiğini söylemek mümkün değildir. Niçin mi?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder