İhsan Fazlıoğlu: "İstanbul'un Fethi'nin Anlamı"
Norman-Oklahoma (ABD)
Kasım 2001 |
İSTANBUL'un Fethi'nin 548. Yıldönümü münasebetiyle
Marmara FM'den İbrahim PAŞALI'nın "İstanbul'un Fethi'nin anlamı" üzerine sorduğu soruya verilen yanıt... İstanbul merkezli Osmanlı-Türk medeniyeti terkibinden bahsedilirken aklıma ilk gelen şu olur: Türk ile gavur'un kimliklerinin oluştuğu, hayata yönelik davranış tarzlarının ve varlığa bakış açılarının belirlendiği bir dönem. Gavur kelimesinin bilinen anlamı yanında, acımasız, zalim gibi halkımızın irfanını yansıtan kullanımları da vardır. Bu kullanımları günümüze tercüme edersek kısaca: kapitalist ve dahi emperyalist yani sömürgeci diyebiliriz. Çünkü Osmanlı-Türk medeniyeti kapitalist düşünce ve hayat tarzının yükselmeye yeltendiği bir dönemde kuruldu ve gelişti. Bundan dolayıdır ki Osmanlı-Türk medeniyeti kapitalizm aleyhine kurulan bir medeniyettir, öyle ki II. Viyana kuşatmasının bir nedeni de sömürgeci -şimdilerde buna keşifçi diyorlar- Avrupa'nın biriktirdiği kapitali yani sermayeyi kendisine tükettirmekti. Kim bilir aleyhimize neticelenen bu kuşatma insanlığın ne kadar daha rahat nefes almasını sağlamıştır. Şunu da vurgulamalıyız: İbni Haldun hadarî yani medenî, bedevî yani barbar toplumları incelerken, medenî toplumların zamanla asabiyetlerini kaybettiklerini, neticede barbar toplumlar tarafından yıkıldıklarını belirtir. Bu bölümlemeyi Osmanlı dönemine uygularsak, Osmanlı-Türk medeniyetinin barbar-kapitalist sistem tarafından yıkıldığını söyleyebiliriz. Hem de Osmanlı-Türk medeniyeti asabiyetinden hiçbir şey kaybetmediği halde. Aslında yıkılan yalnızca Osmanlı-Türk medeniyeti değil bizatihi medeniyettir ve yıkan da barbar, yıkıcı ve vahşi kapitalizmdir. İnsanın canını, aklını, dinini, namusunu ve malını tehdit eden kapitalizm? Bunu tespit için uzağa gitmemize gerek yok. 20. yüzyıl barbarlığın yani kapitalizmin çağıdır. Zulmün, açlığın, eşkiyalığın yayıldığı, metafizik kirliliğin insanın tabiatı haline geldiği insan fıtratının tahrip edildiği ve kirletildiği bir çağ. Çevre kirliliğinden bahsediyorlar! Fıtratı kirli olan yani kapitalist insandır çevreyi kirleten. İşte tam da bu noktada şunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Osmanlı-Türk medeniyeti bir fıtrat medeniyetidir. Bundan dolayı kapitalist olmamıştır, olamazdı da. Kapitalizm, sömürgecilik, sahih fıtratı olan insanlar üzerinde yükselemez. İşte onun için İstanbul'u yıktılar, fıtratı tahrip ettiler. Çözüm için insan fıtratının yeniden sağlığına kavuşturulması gerekiyor. Kanımca İstanbul bunu, bu ihya eylemini gerçekleştirebilir. Bu açıdan İstanbul yalnızca bir geçmiş değil, aynı zamanda İstanbul gelecektir. İstanbul gelecektir! Siyasî olarak tarihten tasfiye edilen Osmanlı-Türk medeniyeti yukarıda özetlenen önemli özelliğinden dolayı kültürel olarak da olumsuzlaştırılmıştır. Osmanlı-Türk medeniyeti Arap milliyetçilerinin adlandırılmasıyla tarihin kayıp halkasıdır. İlginç olan batıcı Arap milliyetçileri ile bizdeki hemcinslerinin Osmanlı-Türk medeniyetine bakışlarının, hiçbir konuda anlaşamamalarına rağmen aynı olması, çakışmasıdır. Bu trajik birliktelik her iki tarafın kaynağının aynı olmasıyla izah edilebilir. Evet bu kaynak Teoman Duralı'nın adlandırmasıyla kapitalist, sömürgeci ve maddeci İngiliz-Yahudi medeniyetidir. Osmanlı-Türk medeniyetinin kapitalist barbarlığa karşı bir fıtrat medeniyeti olduğunu vurguladıktan sonra bir nebze de olsa İstanbul merkezli Osmanlı-Türk medeniyetinin ilmî ve fikrî arka planına değinebiliriz. Hakikati temsil ettiğine inanan her medeniyet bilgiyle ilişki kurmak zorundadır. Çünkü bilgi kendisine kayıtsız kalanı, uzak duranı hem maddî hem de manevî açıdan yok eder. Bu ilkeden hareket eden Fatih Sultan Mehmet fetihten hemen sonra bilgin arkadaşlarıyla İstanbul merkezli Osmanlı-Türk medeniyetinin bilgi hayatının siyaseti üzerine de eğildiler. Başta bizzat Fatih Sultan Mehmet olmak üzere, Ali Kuşçu, Molla Hüsrev, Fenarizade Ali Çelebi, Hocazade, Ali Tusi, Hoca Hayrettin, Hızır Bey, Sinan Paşa, Molla Lütfi, Hatipzade, Mahmut Paşa, Abdurrahman Cami, Fethullah Şirvani ve daha niceleri Muhakemat Projesi dediğimiz bir projeyi gündeme soktular, yani hakikate ilişkin iddia taşıyan bütün bilgi manzumelerinin düzene sokulması ve belirli, hesabı verilmiş bir tasnife tabi tutulması; dinî, felsefî ve irfanî bilgiyi tanımlayarak, alt ve üst eşiklerini tayin ederek, birisini diğerine feda etmeden ve alan karışmasına neden olmadan düzene koymak? Bu proje neticesinde insan fıtratına uygun olarak her bilginin hakkı verilmiş, yeri tayin edilmiştir. Batı Avrupa İbn Rüşd'den miras aldığı çifte hakikat gibi bir sorunla uğraşırken Osmanlı-Türk medeniyeti hakikatin tek, ancak epistemolojik tezahürünün üçlü olduğunu vurgulayarak insan fıtratına uygun bir yol tercih etmiştir. Bu açıdan Osmanlı-Türk bilgini tek yada çift boyutlu değil, dinî, felsefî ve irfanî bilgiyi belirli bir sıra düzeni içinde sahiplenen, üç boyutlu bir bilgindir. İşte yalnızca böyle bir anlayış ve bunu temsil eden bilgin, insanın canını, aklını, dinini, namusunu ve malını kısaca insani fıtratı koruyabilir. Osmanlı-Türk medeniyeti bir fıtrat medeniyetidir derken kastettiğimiz de buydu zaten. Öyleyse İstanbul'un gelecek olduğuna dair ümidimizi muhafaza etme hakkına sahibiz. Çünkü şehitlerimiz İstanbul Anadolu ve Balkan topraklarında ne için ve niçin kavga verdilerini söyleyecek diriliği muhafaza etmekteler, çünkü ayyıldızlı hilâl hâlâ korkma diyerek dalgalanıyor ve çünkü Süleymaniye hâlâ ayakta... |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder