İhsan Fazlıoğlu: "Çağdaş siyaset: Çocuğunu öldür, komşunun bahçesine at!"
Anlayış Dergisi
(Sayı 73) Haziran 2009 |
Ticaret hayatına yeni başlayan genç bir tâcir, piyasa koşullarını iyi değerlendirerek; ticarî yeteneğini ortamın koşullarıyla birleştirerek; çalışkanlığı ve girişimciliğiyle kısa zamanda yükselmeye başlar. Ancak komşusu olan, yaşadığı şehrin ileri gelen zenginlerinden bir başka tâcir, söz konusu yükselmeyi dikkatle takip etmektedir. Öncelikle gencin toyluğunu, acemiliğini göz önünde bulundurarak ağırdan alan komşu, daha sonra piyasa ortamının iç-koşullarının yükselmeye bir sınır çekeceği zehabına kapılır. Fakat beklediği gibi olmaz; genç adam ortamı iyi okur, önüne çıkan engelleri bir bir aşar; üstelik yükseldikçe, her aşamada ticaret çevrelerine uyum sorununu başarıyla çözer. Zengin komşu, artık belirli bir güce kavuşan genç tâcir karşısında izleme aşamasını bırakıp, tedbir aşamasına geçer; öncelikle, hissettirmeden piyasadaki gücünü kullanarak, tanıdıklarını devreye sokarak, fazla göze batmayan bellirli-belirsiz, tecrübeli bir tâcirin bilebileceği piyasa koşullarının gizli değişkenlerini yönlendirmeye çalışır. İlk anda sonuç elde etse de, kısa süre sonra genç tâcir, mevcut durumu gözden geçirerek, karşı-tedbirler alır ve işleri tekrar yoluna sokar. Gölge yöntemlerle sonuç alamadığını gören yaşlı tâcir, genç adama karşı doğrudan cephe açar; siyasî ilişkilerini devreye sokar, ahlâkî olmayan yöntemlere başvurur, bir tür yok-etme stratejisi güder; ancak attığı her adım sonunda ticarî ortamda yıllarca süren bir emekle elde ettiği yerini, imajını, dostlarını kaybetmeye başlar. Yakın çevresi, ticaretin ancak ticarî yöntemlerle yapılabileceğini, genç adamın yolunu kesmek istiyorsa, ticarî piyasanın içerisinde yeni yol ve yordamlar geliştirerek, kullanılan mevcut yöntemleri aşarak, ticaretini yaptığı malların niteliğini artırarak, ücreti düşürerek, nitelikli hizmet vererek, kısaca başkasını yok ederek değil, kendi varlığının kalitesini artırarak başarılı olabileceğini telkin ederler. Dostlarından gelen tüm bu uyarı ve telkinlere karşın yaşlı tâcir sertleştikçe sertleşir; bir süre sonra komşusuna yönelik davranışlarında akıl ve ahlak sınırlarının dışına çıkar; en sonunda tüm maddî varlığıyla birlikte, kendi şehrinin ticaret ortamındaki saygınlığını da kaybeder.
Yaşlı tâcirin amacı artık yalnızca ticaretteki bir rakibini alt etmekten öte bir anlam taşımaya başlar. Bu süreçte başına gelen tüm sorunlardan, kendi neden olmasına karşın, genç komşusunu sorumlu tuttuğundan, rekabet hissi, kin, nefret, intikam ve hatta yok-etme hissine dönüşür. Bu his için kendisi yanında ailesinin ve içinde soluklandığı ticarî düzenin varlığını bile tehlikeye atar. Daha da ileri gider ve genç komşusunun aleyhinde başka şehirlerdeki ve ülkelerdeki ticarî ortamlarda kulislerde bulunur. Bir süre sonra bu faaliyetler yaşadığı şehrin ve ülkenin ticarî hayatına zarar verecek bir renk kazanır. En sonunda, hem içeride hem de dışarıda güvenirliliğini yitiren yaşlı kurt, kendi kayıplarını düşünmekten daha çok, uğruna her şeyini yitirdiği; ailesine ve yaşadığı şehre zarar verdiği, genç komşusunun varlığını mahvetmeye kast eder. Ama nasıl? Bu soruyu kendi kendine sorduğu günü takip eden bir hafta içinde yaşlı tâcir tamamen değişir; başta genç komşusu olmak üzere, tüm çevreye âdeta eski sorunundan eser kalmadığını, hayatında yeni bir sayfa açtığını hissettirecek biçimde davranır. Hafta sonunda tüm ailesinin, başta genç komşusu olmak üzere ticaret erbabının ve siyasî otoritenin mensuplarının hazır bulunduğu bir ziyafet verir ve ertesi gün, hafta başında, sabahleyin büyük bir ticaret kervanıyla uzak bir ülkeye doğru yola çıkacağını, yokluğunda arkadaki işlerini büyük oğlunun idare edeceğini bildirir. Ve büyük bir ihtişamla yola çıkar; gözden kaybolur. Yaşlı tâcir ve kervanı yola çıktıktan üç gün sonra uşağı güvenlik güçlerine başvurarak, efendisinin yokluğunda işlerini üstlenecek büyük oğlunun gittiği günden beri kayıp olduğunu bildirir. Yapılan inceleme ve araştırma sonucunda ceset, komşu genç tacirin evinin mahzeninde gömülü olarak bulunur. Genç tâcirin, babasının yokluğunda işlerini yürütecek yeni rakibini ortadan kaldırdığına hükmedilir; tüm birikimine el konulur ve ömür boyu hapse mahkum edilir. Aradan uzun bir zaman geçer. Yaşlı tâcir gittiği ülkeden geri dönmez; kendisinden de bir daha haber alınamaz; kendisinin ve genç tacirin aileleri dağılır. Bu süre içinde, hem eski bir tacirin piyasadan çekilmesi; hem genç başarılı bir tacirin öldürme suçuyla hapse atılması hem de bu çatışma sırasındaki davranışlar ve sonuçlar tüm bir şehrin zan altında kalmasına ve o dönemdeki ticaret ağının içinden düşmesine neden olur. Olanlar tam da unutulmaya yüz tutmuşken, yaşlı tâcirin çok güvendiği, yıllardır yanına hizmet etmiş uşağı vicdan azabına dayanamaz; kadıya gidip eski yaşlı efendisinin, genç tâcir komşusunu mahvetmek için oğlunu nasıl öldürüp kendisinin yardımıyla, ziyafet verildiği gece herkes yorgunken, evinin mahzenine gömüldüğünü anlatır. Hakikat ortaya çıkar ama her şey için artık çok geç kalınmıştır; hiçbir şey eskisi gibi olmaz. Bu olay ve sonucu da bir masal halinde kuşaklar arasında aktarılıp durur; kimi ibret alır kendine çeki-düzen verir, kimi ise kuvvet alır; bu hileyi kendi çağının koşullarına göre tadil edip kullanmaya devam eder. Ama her halükârda "hırsı için kendi öz-çocuğunu öldürüp komşusunun bahçesine atmak" deyişi zihinlere kazınır. Bu uzun hikâye bin kitaba eşdeğer Kelile ve Dimne'den, hafızamdaki mevcut halinden, oldukça tadil edilerek ve yeniden kurgulanarak yazılmıştır. Başarısı için kendi varlığının kalitesini artıracağına, her türlü yol ve yordamı kullanarak başkasını yok etmeye çalışan günümüz Türkiye'sinin siyasî, ilmî, iktisadî her sahadaki oyuncularına, özellikle siyaset alanında olup bitenlere dikkat çekmek amaçlanmıştır. Yalnızca kendisine değil, Bu Ülke'ye zarar vermek pahasına takip edilen davranış biçimlerinin "kendi çocuklarını öldürüp mahvetmek için komşusunun bahçesine atmaya" doğru evrildiği açıktır. Sınır tanımayan kişisel hırsların ne denli tehlikeli olabileceğini anlatmak için İkinci Viyana Kuşatması ya da Balkan Savaşları gibi tecrübeleri bilmeyen tarihsizlere belki bir hikâye uyarıcı olabilir. Yine de kendi varlığını başkalarının yokluğuna bağlı görenler için yapılabilecek fazla bir şey yoktur. Unutulmamalıdır ki bir sürü, yığın olmaktan çıkıp millet olmak, kişiye acı gelse de, toplumsal maslahatı, kişisel menfaate tercih etmekle başlar. |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder