İhsan Fazlıoğlu: "Batılı bilincin 'Top' korkusu"
Anlayış Dergisi (Sayı 2)
Temmuz 2003 |
XVI. yüzyıl... Kanunî Sultan Süleyman komutasındaki Osmanlı orduları Avrupa'nın içlerinde nizam-i alemi [ilim ve adaleti] tesis için ilerliyor. Alman soyluları Avrupa'nın büyük bir bölümünün dinlerini değiştirecek ölçüde Türklere yakınlık duyduğu böyle bir ortamda toplantı üzerine toplantı yapıyorlar; İslamın ve Türklerin yaşam biçimlerini etkisizleştirecek yöntemler üzerinde konuşuyorlar. Tüm bu gayretleri boşuna çabalar olarak görüp Alman ulusunun soylularına seslenen Martin Luther, 'en iyi dünyevî düzenin' sahibi olarak kabul ettiği Türklere karşı Tanrı'ya yakarmaktan başka çare görmüyor. Çünkü, Luther'e göre, Tanrı'ya kurtarılabilecek şeylerin kurtarılmasına yardımcı olması konusunda yakarılabilir; olanaksızı talep etme konusunda değil... Sofra konuşmalarında, sohbet bu şekilde sürerken bir Alman soylusu ayağa kalkıp şöyle sesleniyor: "Bırak duayı, yakarmayı! Özel bir topun var mı Türklere karşı?" Martin Luhter'in cevabı ilginç: "Hayır! Ama özel bir duam var".
Bugün başta Türklere olmak üzere, Batı dünyasının İslam medeniyetine karşı takındığı tavırları, geliştirdiği davranış biçimlerini, bir türlü saklayamadığı kin ve nefret duygularını iyi anlayabilmek için Batılı bilinçaltının tarihi iyi tahlil edilmelidir. Batılı aklın tüm yapıp etmelerine sinmiş bu halet-i ruhiyenin muharrik gücü 'korku'dur. Bu korku Batılı insanın bilinçaltına işlemiştir; arizî, gelip geçici bir durum değildir bu, tersine cevherî nitelik kazanmıştır. Kültürlerine, edebiyatlarına, siyasetlerine, bilimlerine, teknolojilerine, hatta dillerine sinmiş olan bu 'korku' Batılı insanın yıkıcılığının, yok ediciliğinin ana nedenidir. Çünkü sürekli korku kendine güvensizliği, kendine güvensizlik de başkasını yok-etmeyi, ötekine hayat hakkı tanımamayı zorunlu olarak getirir. Öyle olmasa yalnızca Arapları yok edecek genetik kodlu bomba yapmayı hangi hastalıklı akıl kurgulayabilir? Önümüzdeki yıllarda şöyle bir haber gazetelerden okunursa hiç şaşılmamalı: "Angloamerikan-yahudi bilim adamları yalnızca müslümanları öldürecek dinî kodlu bir bomba imali için araştırmalara başladılar". Bir de buna özel bir kod ekleyebilirler: "İstanbullu olan Türk" kodu; kimbilir!. Bu korkunun tarihine biraz odaklanılırsa şu manzarayla karşılaşılır: 11 Ekim 1098'de Anadolu'da Türklere karşı yürütülen savaşlara katılan bir Papaz'ın günlüğünde şu dehşet verici cümle kayıtlıdır: "Her yerde Türkler!" Ağustos 1100'de ise Roma'da Papa II. Baschalis bunu doğrularcasına şu fetvayı yayımlar: "Müslümanlar eşittir Türkler". Böyle bir ortamda 11. yüzyıldan XVI. yüzyılın sonlarına kadar Avrupa'nın en önemli gündem maddesi ortaya çıkar: 'Türklere karşı sürekli savaş'. Bu savaşları finanse edebilmek için toplanan verginin adı: 'Türk vergisi'. Bir de bunlara 'top korkusu' eklenince Batılı aydının "tüm Avrupa'yı Türklere bırakıp sömürülmeye başlanan Yeni-Dünya'ya gitmeyi" teklif etmesi şaşırtıcı değildir. Şöyle dense yeridir: Bugün Amerika Birleşik Devletleri denilen Angloamerikan-yahudi devletinin kurucuları bu korkuyu yanlarına alarak gitmişlerdir yeni-dünyaya... Öyle bir korku ki batılı aydın Ankara savaşında Türkleri yenen adam olarak gördüğü Timur'u 'üstün-insan' kabul edip tüm tarihini, C. Marlowe'nin Tamburlaine'sinde izleneceği üzere, bir Timur aramasına yani bir üstün-insan aramasına dönüştürmüştür (ya da güçlü, toptan daha güçlü silah araması mı demeliydim. Batı teknolojisi [Timur'un 'demir' demek olduğu anımsanırsa], bir yönüyle, böyle bir aramanın sonucu olarak, yani Tükleri yenmek için geliştirilmiştir desem içimizdeki devşirmeleri şaşırtır mıyım acaba?). Öyle bir arayış ki bu, Marlowe'nin, Timur'un Yıldırım Bayezid'e davranışına dayanarak koyduğu ilke uyarınca, "Yendiğini öldürmeden yaşatarak aşağılama konusu kılmak"ı mümkün kılacak bir arayış... Batı bilinçaltındaki 'korku'nun esiri olarak saldırır Dünya'ya. Tüm amacı güç devşirmek, güçlü olmaktır. Bilimi doğaya; teknolojiyi insanlığa hakim olmak için üretir... F. Bacon'un İngiliz-Yahudi siyasetine çizdiği bilimle güç devşirme zihniyeti, K. Marx'ın işaret ettiği gibi, bilgiye emperyal bir form kazandırmıştı. B. Russell'in "Tüm modern bilimsel düşünce aslında kudret düşüncesidir; yani bilimsel düşünceyi harekete geçiren his kudret aşkıdır" derken kendi insanın bilinçaltındaki hakikat işaret ediyor gibidir. Bu zihniyette sevgi, saygı, merhamet, kısaca insanı insan kılan tüm değerler 'manipülatif'dir; kendi başlarına değil, kullanım değerleri itibariyle dikkate alınırlar. Angloamerikan-yahudi zihniyetinde tecessüm eden, daha doğru bir deyişle, bu zihniyeti temsil eden 'üst-insan'ın ana özelliği ne olabilir? Russell bu soruya içten bir cevap veriyor: "Bilimin bir teknik olarak verdiği kudret İblis'e ibadet gibi bir fedakarlıkla, yani aşktan vazgeçmekle sağlanabilecektir". Bundan dolayıdır ki Angloamerikan-yahudi medeniyeti yıkıcı, yokedici, insanı aşağılayıcı kısaca Eflatun'un [Platon'un] uğramadığı, aşktan yani hikmetten/irfandan yoksun bir İblis Medeniyeti'dir. Yakın tarihimizdeki olaylar, yukarıda çizilen çerçevenin ne kadar şaşırtıcı, İblisvarî bir şekilde uygulandığına tanıklık ediyor. İslam dünyası, bahusus Türkiye bir aşağılama konusudur batılı aydının kafasında. Top korkusunun muharrik gücü solukbenizlinin eline istediği, peşinde olduğu yıkıcı imkanları, techno-science'i vermiştir. Artık Tanrı'ya yakarmasına gerek duymadan, Tanrı'yı da fazla dikkate almadan, kin ve nefretini kusabilir: Saraybosnayı yıkabilir, Kabil'i bombalayabilir, Çeçenistanı yerlebir edebilir, Kudüs-i Şerif'i çiğneyebilir, Bağdad'ı aşağılayabilir... Ancak soru şudur: İblis'in asıl hedefi neresidir? Yanıt oldukça basit: Batı'nın hedefi korkusunun ana kaynağını yok-etmektir. Bunu yapamadığı müddetçe korkusunu yenemeyecektir. Batılı güçler I. Dünya savaşı sonunda buna kalkışmış, ancak Kurtuluş Savaşı'yla pılını-pırtını toplayıp 'geldikleri gibi gitmişlerdi'. Fakat korku, korkanı korktuğu nesneyi nihai olarak ortadan kaldırmaya iter, sürükler. Korku neresidir: Korku, İstanbul'dur. Öyle olmasaydı Fethin 550. Yıldönümünde ABD'nin Ohio eyaletindeki Grove City kentinde toplanan 43 bin Evangelistin ana konusu Fatih Sultan Mehmed ve İstanbul'un fethi olur muydu? Yukarıda denildiği gibi, Batılı adam korkularını yanına alarak gitmiştir yeni-dünyaya. Kendisine göre oldukça zayıf yerli ahaliyi, içindeki aşağılık duygularını bastırmak için doğramış, yok etmiştir. Güç biriktirdikten sonra artık hesabı kapatmaya, bilinçaltındaki korkularının kaynağını yoketmeye hazırlanmaktadır. Nitekim Kuzey Carolina'daki Wake Forest Üniversitesi öğretim üyesi Charles Kimball bu durumu açıkça ifade ediyor: "İslam, Hıristiyanlığı tehdit eden tek din. Bu bizim bilnçaltımıza işlemiş; kültürümüze kazınmış". Fatih'e dil uzatıp Fethi karalamaya çalışan Evnagelistlerin bu tavrı ile Alman soyluları ve M. Luther'in tavrı arasında benzerlikler var: Alman soyluları ve Luther 'dua' için biraraya gelmişlerdi; Evangelistler ise 'bed-dua' için... Şöyle de denebilir: Alman soyluları ile Luther dil-duası için toplanmışlardı; Evangelistler el-duası yani savaş için... Çünkü savaş, el-duasıdır, elin-duasıdır; ama 'bad-dua'dır. Gavur'a kızmak doğru değil; çünkü onlar gavurluklarını yapıyorlar; bu onların doğası: Korkularını yenmek için tarihî hesaplaşmaya hazırlanıyorlar. El-duasına kalkışacaklar; ama bugün ama yarın... Asıl sorun: Fethin 550. Yıldönümünde içimizdeki Angloamerikan-yahudi devşirmelerinin anlamdaşlarıyla bir olup, hem de İstanbul'da Fatih'e dil uzatıp, Fethi karalamaya çalışmaları... Ne denir bilmem? Ama Marlowe'nin, "Yendiğini öldürmeden yaşatarak aşağılama konusu kılmak" ilkesinin herhalde anlamı bu olsa gerek.... Bu ilkeye şu da eklenebilir: Bir milleti bir kere değil, sürekli yenme hazzını tatmak için o milleti tarihine lanet etmeye alıştırmak yeterlidir. |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder