İhsan Fazlıoğlu: "Kâdî-zâde"
Kısaltılmış haliş için bkz. "Kadızade-i Rumi", Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi c. XXIV, İstanbul 2001, s. 98-100. Ayrıca bkz. "Mûsâ (Kâdî-zâde)", Yaşamları ve Yapıtlarıyla Osmanlılar Ansiklopedisi, c. II, İstanbul 1999, s. 255-258.
|
Tam adı, Salâhuddin Mûsâ b. Muhammed b. el-Kâdî Mahmûd el-Burûsevî el-Rûmî'dir. Ailesi ulema sınıfından olan Kâdî-zâde'nin babası Muhammed genç yaşta öldü. Sultan I. Murad döneminde Bursa kadısı olan dedesi Kadı Mahmûd tarafından yetiştirildi (ŞN, 14). Halk tarafından çok sevildiği için Koca Efendi diye anılan dedesine nisbetle Kâdî-zâde lakabıyla tanındı. Döneminde Osmanlı-Türk Devleti'nin başşehri olan Bursa'nın ilmî çevrelerinde yetişen Kâdî-zâde, özellikle, bu yüzyılın en önemli allâmesi Molla Fenârî diye bilinen Şemsuddin Mehmet b. Hamza Fenârî'den (öl. 834/1431) okudu; bahusus matematik ve astronomi tahsil etti. Akabinde, Şeyh Bedreddin ile Konya'ya gitti. Burada, Müneccim (astronom) Feyzullah'tan ders aldı. Anadolu'daki hocaları arasında, ayrıca, Saferşah Rûmî de bulunmaktadır. Teşekkül aşamasında bulunan Osmanlı-Türk ilmî hayatının seviyesiyle yetinmek istemeyen Kâdî-zâde, hocası Molla Fenârî'nin de teşvikiyle, gitmesine karşı çıkan ailesinden habersiz olarak, Merağa matematik-astronomi okulunun, özellikle Kutbuddin Şirâzî, Nizâmuddin Nîsâbûrî, Kemaluddin Fârisî, Cemâluddin Türkistânî ve Yahya b. Ahmed Kâşî gibi alimlerin mîrâsı çerçevesinde aklî ve riyâzî ilimlerde hala canlılığını koruyan Mâverâünnehir ile Horasan bölgesine seyahate çıktı. Kızkardeşi, kendisinden habersiz, gurbette muhtaç duruma düşmemesi için, ziynet eşyalarının bir kısmını kitapları arasına koydu. 811/1408-1409 tarihlerinde Şîrâz'da görünen Kâdî-zâde, 814/1411-1412 tarihlerinde Semerkant'a ulaştı. Mâverâünnehir'de dönemin parlak simalarından olan Kelâmcı, matematikçi ve astronom Seyyid Şerîf Cürcânî'den (öl. 1413) ders okuyan Kâdî-zâde, hocasıyla, riyâzî yönelimi dolayısıyla anlaşmazlığa düştü; bundan dolayı da Seyyid Şerif'ten ders almayı bıraktı. Öyleki hocasının ünlü eseri Şerh el-mevâkıf'ın muhtelif fikirlerine tenkit yazdı, ancak bunları temize çekmeye vakit bulamadı (ŞN, 16). Kendisi de matematikçi olmasına rağmen, öğrencisi hakkında "tabiatına riyâziyyât gâlip gelmiş" diyen Seyyid Şerîf'in ifadesinin anlamı, varolanın (mevcûd) bilgisini elde etmede o dönemde cârî olan tabîî ve kelâmî yönteme karşı, Kadı-zâde'nin hendesî çizgideki riyâzî tavrı benimsediğini gösterir. Nitekim riyâzî-hendesî alanda verdiği eserlere karşın, tabîî ve kelâmî çerçevede kayda değer bir eser telif etmemesi bu durumu açıkça gösterir.
Semerkant'ta, Uluğ Bey ile tanışan Kâdî-zâde, kısa zamanda onun özel hocası oldu. Akabinde Sultan tarafından inşâ ettirilen, Kare şeklindeki Semerkant Medresesi'ne başhoca olarak tayin edildi. Kendisi ders vermeye başlayınca bütün diğer müderrisler talebeleriyle birlikte hazır bulunurdu; ayrıca Uluğ Bey de onun bu derslerine katılırdı. Medrese hocalığı esnasında, Kâdî-zâde, bilginin özerkliğini ön planda tuttu. Öyleki, kendisi de bir alim olan Uluğ Bey'in, kendisinden habersiz olarak bir müderrisi azletmesi karşısında ders vermeyi bıraktı. Sebebini soran Uluğ Bey'e "Ben, tavsiye üzerine, sultanların azil mekanizmasının müdahale etmediğini zannettiğim eğitim-öğretim hayatını seçtim. Gördüm ki, burada da ilim sahibi azledilebiliyormuş; bundan dolayı öğretim hayatını terkettim" şeklinde cevap verdi. Bunun üzerine özür dileyen Uluğ Bey, müderrisi görevine iade etti ve bir daha müderris azletmeyeceğine dair söz verdi; akabinde Kâdî-zâde tekrar ders vermeye başladı (ŞN, 17). Uluğ Bey ile çevresindeki alimler, Nasîruddin Tûsî'nin Zîc-i ilhânî'sinde bazı eksiklikler ve hatalar bulunduğunu tesbit edince, bunların tashihi için, 824/1421 yılında Semerkant Rasadhanesini inşa etti. Ayrıca, Uluğ Bey'in riyâzî ilimlere olan aşırı ilgisi ile astrolojiye (ilm-i nucûm) olan tutkusu böyle bir rasadhanenin tesisinde rol oynamış olabilir. Mevcut bilgilere göre, Uluğ Bey, Rasadhanedeki gözlem işlerinin başına önce Cemşîd Kâşî'yi, onun ölümü üzerine Kâdî-zâde'yi getirdi. Kaynaklar, Kâdî-zâde de gözlemleri tamamlayamadan ölünce Uluğ Bey'in, Rasadhane'nin başkanlığına Ali Kuşçu'yu getirdiğini kaydeder. Ancak, öğrencisi Fethullah Şirvânî'ye verdiği 13 Eylül 1440 tarihli icâzet-nâme (bkz. DİA, ilgili madde), Kâdı-zâde'nin en azından bu tarihde hayatta olduğunu gösterir. Ayrıca, Zîc'in de 1437de tamamlandığı gözönüne alınırsa bu bilginin sıhhati tartışmalı olur; en azından bu tarihlere kadar bizzat Kâdî-zâde'nin Rasadhane'nin başında olduğunu gösterir. Kâdî-zâde, döneminde Fahreddîn Râzî kelâmî çizgisi ile Sadreddin Konevî vahdet-i vücûd tasavvufî çizgisini cem eden Molla Fenârî üzerinden İslâm medeniyetinde cârî olan hem irfânî hem de burhânî yaklaşımlarla temas kurdu. Daha önce ilk Osmanlı müderrisi Davud Kayserî'nin temsil ettiği tasavvufî-kelâmî yaklaşım da o dönem Osmanlı ilmî muhitlerinde canlılığını korumaktaydı. Ancak Kâdî-zâde meşrebi itibariyle, daha çok, hendesî muhtevadaki riyâzî çizgiyi tercih etmiş; dolayısıyla zamanında bu çizginin en iyi temsil edildiğine inandığı Maverâünnehir bölgesine gitmiştir. Nitekim kendisi de riyâzî yönelime sahip olan Uluğ Bey'in Kâdî-zâde'ye teveccühünde, ikisi arasındaki bu meşreb yakınlığı önemli rol oynamıştır. Kâdî-zâde'nin Semerkant'taki faaliyetleri hakkında, Uluğ Bey'e yaptığı hocalık, Semerkant Medresesi'ndeki eğitim-öğretim faaliyetleri ile Semerkant Rasadhanesi'ndeki çalışmaları dışında, fazla bir bilgi yoktur. Özellikle yetiştirdiği öğrenciler ve Orta-Asya İslâm-Türk kültürü ile İran kültür bölgesindeki etkileri henüz ayrıntılarıyla ortaya konulmamıştır. Ancak, Fethullah Şirvânî'nin de Şerh el-tezkire fî ilm el-hey'e adlı eserinde belirttiği gibi, hocası Kâdî-zâde öğrencilerini, özellikle Osmanlı Ülkesi'ne gitmeye teşvik etmiştir. Bu öğrencilerinden Ali Kuşçu, daha sonra İstanbul'a gelip Osmanlı ilim zihniyetinin belirleyici isimlerinden birisi olmuş; Fethullah Şirvânî de Anadolu'ya gelerek, muhtelif bölgelerde bulunan medreselerde Semerkant matematik-astronomi okulunun birikimini aktarmıştır. İster tarihte ismi kaydedilsin ister kaydedilmesin pek çok âlimin Anadolu'ya gelmesine vesile olan Kâdî-zâde, esas itibariyle Osmanlı Coğrafyasında yaşamamasına ve ilmî faaliyetlerini bu topraklarda ortaya koymamasına rağmen, Taşköprülü-zade tarafından Osmanlı alimlerinin en önemlilerinden sayılıp, ikinci tabaka yani Sultan I. Murad dönemi alimlerinden kabul edilmiştir. Bu durum ve kendisine verilen ayrıcalıklı yer onun, Osmanlı ilim hayatını öğrencileriyle beslemesinden kaynaklanmaktadır. Öte yandan muhtemelen Ali Kuşçu'nun belirlemesiyle, Kâdî-zâde'nin Şerh eşkâl el-tesîs adlı eseri geometri sahasında, Şerh el-mulahhas fî el-hey'e isimli çalışması da astronomi alanında Osmanlı medreselerinin orta seviyede ders kitabı olmuştur. Böylece Kâdî-zâde Osmanlı ilim hayatını hem öğrencileriyle maddî olarak hem de eserleriyle muhteva itibariyle zenginleştirmiş ve yönlendirmiştir. Bu çerçevede Osmanlı ilim ortamının yetiştirdiği gerçek anlamda ilk özgün matematikçi ve astronom olarak kabul edilebilecek isim Kâdî-zâde'dir. Kâdî-zâde, Semerkant Rasathanesi'nin, özellikle Semerkant matematik-astronomi okulunun müşterek ürünü olan Zic-i Gurganî'nin (Zic-i Uluğ Bey)'nin telifine katılmış; ayrıca önemli birçok matematik ve astronomi eseri üzerine şerh ve haşiyeler kaleme almıştır. Ancak Kâdî-zâde'yi, şerhettiği eserlerin müelliflerinden daha açık neticelere vardığından ve farklı çözümler önerdiğinden, basit bir şârih olarak görmek mümkün değildir. Öte yandan Salih Zekî'nin işaret ettiği üzere, Kâdî-zâde, eserlerinde, kendi döneminde revaçta olan ilm-i nucûm'a (astroloji) yer vermez. Bunun en önemli sebebi, Şerh el-mulahhas fî el-hey'e adlı çalışmasında da görüleceği üzere, astronomi incelemelerinde Aristotelesçi tabîî yaklaşımı dikkate almamasıdır. Eserleri: A) Matematik: 1- Tuhfet el-reîs fî şerh eşkâl el-tesîs (A): Şemsuddin Muhammed b. Eşref Semerkandî'nin (öl. 1203) Eşkâl el-tesîs adlı eserine, 815/1412 tarihinde Uluğ Bey'e ithafen yazdığı bu şerh (Ayasofya nr. 2743, 31 yaprak. Müellif nüshası), Kâdî-zâde'nin teorik geometri açısından en önemli çalışmasıdır. Eser daha çok Şerh eşkâl el-tesîs adıyla tanınmaktadır (KZ, I, 105). Semerkandî, bu eserinde Euclides'in Elementler'inden otuz beş şekil alarak farklı tarzda tertip etmiştir. İlk otuz şekil daha çok geometrik ifadeleri kapsarken son beş şekil, geometrik cebiri inceleyen Elementler'in ikinci kitabından alınmıştır. Kâdî-zâde şerhinde, birçok noktada Semerkandî'den farklı bir bakış açısı sergilemiştir. Görüşlerini desteklemek için ise özellikle Nasurîddin Tûsî'nin (öl. 1273) Tahrîr el-usûl fî ilm el-hendese ve Esiruddin Ebherî'nin (öl. 1264) İslâh el-İklîdis'inden faydalanmıştır. Şerh eşkâl el-tesîs'in Osmanlı matematik tarihi açısından en önemli özelliği, uzun yıllar, medreselerde "orta seviyeli" bir geometri ders kitabı olarak okutulmasıdır. Bu sebebten dolayı bugün dünya kütüphanelerinde iki yüzü aşkın yazma nüshası mevcuttur. Ayrıca 1268/1851-1852 ve 1274/1857-1858 yıllarında İstanbul'da iki defa basılmıştır. Bu yaygınlığı yanında eser üzerine, Kâdî-zâde'nin öğrencisi Tâc Saîdî diye tanınan Ebu'l-Feth Muhammed b. Said Hüseynî, Fasihuddin Muhammed, Molla Çelebi diye tanınan Muhammed b. Ali Amidî (öl. 1657, Şehid Ali, nr. 1775/2), Şeyhulislam Bolulu Mustafa Efendi (öl. 1675), Abdülberr b. Abdülkadir b. Muhammed Feyyûmî Mısrî (öl. 1661, Mathaf el-İrakî, nr. 30340), Muhammed b. Yar Muhammed Buhari (öl. 1110 civ.), Muhammed b. Hüseyin Attar Halebî (öl. 1828) gibi birçok matematikçi tarafından haşiyeler ve talikler yazılmış ve bunlar Osmanlı geometri eğitiminde kısmen kullanılmıştır. Ayrıca eser Sultan III. Selim ve Sultan II. Mahmud dönemi matematikçilerinden Muğlalı Müftî-zâde Hoca Abdurrahim b. Yusuf İbrahim Menteşevi (öl. 1836) tarafından, Sultan III. Selim'in emriyle, 1794-95 yılında açıklamalarla Türkçe'ye tercüme edilmiştir (İstanbul Üniversitesi, TY, nr. 6838). Şerh el-eşkâl el-tesîs, gerçekte, hendese ile ilgili konular belirli bir düzene göre sunulmadığından, talîmî tarza uygun bir eser değildir. Öte yandan bazı teoremlerde müellif ile şârih bazen farklı ekolleri öne çıkartır ve farklı düşünceleri tercih eder. Özellikle bu durum, matematik tarihinde paraleller aksiyomu olarak bilinen, V. postula meselesinde görülür. Müellif, İbn Heysem, Ömer Hayyam, Cevherî, Nasîruddin Tûsî ve Esiruddin Ebherî gibi matematikçilerin V. postula ile ilgili düşüncelerini eleştirir ve adı geçen matematikçilerin bu konu ile ilgili ileri sürdükleri düşüncelerin "fâsid" olduğunu iddia eder. Şârih Kâdî-zâde ise müellifin zikrettiği, Nasiruddin Tûsî'inin Tahrîr'i ve Esiruddin Ebherî'nin İslâh'ını incelediğini, Semerkandî'nin tersine Tûsî ve Ebherî'nin görüşlerinde "fesad" göremediğini belirtir. Ayrıca yeri geldiğinde Ebherî'nin beşinci postulaya verdiği ispatı zikreder (Eşkâl el-tesîs li-el-Semerkandî Şerh Kâdî-zâde Rûmî, tenkitli metin: Muhammed Suveysi, Tunus 1984, s. 23-26). Yukarıda kısaca özetlenen özellikleriyle Şerh el-eşkâl, İslâm medeniyetinde gelişmiş olan farklı geometri anlayışlarını içeren bir özelliğe sahiptir. Bunun yanında eser, İslam medeniyetinde Harizmî'nin kurduğu ve daha sonra geliştirilen cebir sayesinde kısmen unutulan Euclides geometrik cebirinden de bazı örnekler ihtiva etmektedir. Bu da Osmanlılarda, muhtemelen geometrik nicelik (aded-i muttasıl) ile cebir ve aritmetik yapma geleneğinin devamlılığını sağlamıştır. Ayrıca Kâdî-zâde, şerhinde temel geometrik kavram ve şekilleri vermesinin yanında geometrik nazariye ve ispat anlayışını da başarılı ve güzel bir şekilde uygulamıştır. Bu özellikleri ile Şerh el-eşkâl geometrik mantığı orta seviyede verebilecek düzeyde bir ders kitabı olarak Osmanlı ve diğer İslâm ülkelerinde yüzyıllar boyu okutulmuş ve ulemanın orta düzeyde temel geometrik formasyonunu belirlemiştir. 2. Risâle fî istihrâcı ceybi derece vâhide bi-amâlin müessetin alâ kavâidin hisâbiyye ve hendesiyye alâ tarîkati Gıyâseddin el-Kâşî (A): Kâdî-zâde'nin matematik sahasında yazdığı en orijinal eser kabul edilir (KZ, I, 859). Eser, adından da anlaşılacağı üzere, Cemşîd Kâşî'nin, bir derecelik yayın sinüsünün hesaplanması için geliştirdiği cebir yöntemi hakkında yazdığı risale'nin şerhidir (Kandilli Rasadhanesi, nr. 76, 7 yaprak). Ancak Kâdî-zâde, Kâşî'nin üçüncü dereceden bir denklem haline getirip çözdüğü bu problemde, Kâşî'nin yöntemini genişletmiş ve basitleştirmiş, öğrencisi Ali Kuşçu, Şerh-i zîc-i Uluğ Bey isimli çalışmasında, Ali Kuşçu ile Kâdî-zâde'nin torunu, II. Bayezid dönemi matematikçi ve astronomlarından Mirim Çelebi de Dustûr el-amel ve tashîh el-cedvel adlı eserinde bir derecelik yayın sinüsünü hesaplarken, Kâdî-zâde'nin konuyla ilgili bu çalışmalarından faydalanmıştır. 3. Hâşiye alâ tahrîr usûl el-hendese (A): Katip Çelebi'nin bildirdiğine göre Kâdî-zâde, Nasîruddin Tusi'nin Tahrîr usûl el-hendese'si üzerine bir haşiye kaleme almaya başlamış, ancak yedinci makaleye kadar gelebilmiştir. Salih Zeki'nin matematik sahasında Kâdî-zâde'ye nisbet ettiği Muhtasar fî el-hisâb (el-Risâle el-salâhiye fî el-kavâid el-hisâbiye) adlı eser ise, ayrı bir şahıs olması muhtemel olan Salâhaddin Mûsâ isimli, kendisinden önce yaşamış başka bir matematikçiye ait olmalıdır. Ayrıca, yine ona nisbet edilen, Risâle fî el-misâha (F) isimli çalışmanın da ona ait olduğu kesin değildir. B) Astronomi: Yukarıda da belirtildiği gibi Kâdî-zâde'nin en önemli astronomi faaliyeti, Semerkand Rasathanesi'ndeki rasad çalışmalarına katılması ve Zîc-i Uluğ Bey'in telif heyetinde bulunmasıdır. Kâdî-zâde'nin, bir ekip çalışması olan Zîc'deki katkısı bütün ayrıntılarıyla tesbit edilebilmiş değildir. Ancak Cemşîd Kâşî'den sonra Rasadhâne'nin başına geçip, rasad ve bunlara dayalı matematik astronomi hesaplamalarına bizzat nezaret etmesi, onun bu Zîc'in hazırlanmasındaki katkısını gösteren örneklerdir. 1. Şerh el-Mulahhas fî ilm el-hey'e (A): Harizmli Mahmud b. Ömer Çağminî'nin (öl. 619/1221 civ.) dönemin astronomisinin genel bir özeti olan ve ders kitabı olarak hazırlanan el-Mulahhas fî el-hey'e isimli eseri üzerine 814/1412 yılında yazıp (KZ, II, s. 1819) Uluğ Bey'e sunduğu şerh, Kâdî-zâde'nin astronomi sahasında telif ettiği en önemli eserdir. Çağminî'nin eseri üzerine Kâdî-zâde dışında birçok astronomi alimi şerhler kaleme almıştır; Fazlullah Ubeydî, Kemâleddin Türkmânî (öl. 756/1355 civ.), Seyyid Şerif Cürcânî (öl. 816/1414) bu alimlerden bazılarıdır. Kâdî-zâde'nin bu şerhi kullanışlığı dolayısıyla yaygınlaşmış ve Osmanlı medreselerinde "orta seviyeli" astronomi ders kitabı olarak okutulmuştur (Ayasofya nr. 2662, 71 yaprak, müellif nüshasından istinsah edilmiştir). Bu eserin zamanımıza gelen üçyüzü aşkın yazma nüshası yanında, Hindistan (1271/1855), İran (1286/1869)'da taşbasma, Laknow (1290/1873 ve 1885), Delhi (1292/1875, 1313/1895, 1316/1898) ve İstanbul'da (1296/1879) normal baskı olarak tab edilmiştir. Osmanlı medreselerinde ders kitabı olarak okutulduğundan Şerh el-mulahhas fî el-hey'e üzerine, aralarında Sinan Paşa (öl. 891/1482), Muhyiddin el-Niksârî (öl. 901/1495), Ahaveyn (öl. 904/1499), Abdulalî Bircendî (öl. 935/1528'den sonra), Abdurrahman Cebertî (öl. 1774) ve Fahrî-âde el-Mevsilî'nin (öl. 1188/1774) de bulunduğu, üçü meçhul onbir Osmanlı astronomu tarafından haşiyeler kaleme alınmıştır. Bu haşiyelerden özellikle Abdülalî Bircendî'nin haşiyesi rağbet görmüş ve Osmanlı medreselerinde ders kitabı olarak okutulmuştur. Ayrıca Kâdî-zâde'nin bu şerhi Fatih Sultan Mehmed'in emriyle Hamza b. Hacı b. Süleyman (IX/XV. asır) tarafından Farsça'ya da tercüme edilmiştir (Ayasofya nr. 2592/1, yaprak 1b-44b). Kâdî-zâde'nin şerhinin bütünü üzerine yazılan haşiyeler yanında bazı bölümleri üzerine de bağımsız haşiyeler kaleme alınmıştır. Bu bölümlerden özellikle "el-meselet el-şairiyye" konusu üzerine yedi Osmanlı astronomu haşiye yazmıştır. Bunun yanında Mirim Çelebi (öl. 931/1525) ile Nebiefendi-zâde (öl. 1200/1786) kavs-i kuzah (gök kuşağı) ve el-tezârîs (dünyadaki en yüksek dağın yeryüzünün çapına oranı) bölümleri üzerine birer haşiye telif etmiştir. Bu tür haşiyelerin telifi, bize, Kâdî-zâde şerhinin yaygınlığını ve astronomlar tarafından üzerinde çalışıldığını göstermektedir. Çağmînî'nin tam adı el-Mulahhas fî el-hey'e el-basîta olan eseri, İslam medeniyetinde İbn Heysem'in Hey'et el-âlem ile Nasîruddin Tûsî'nin el-Tezkîre fî ilm el-hey'e adlı çalışmalarının bir devamı niteliğindedir. Bu eserlerin en önemli özelliği, Batlamyusçu saf matematik astronominin (ilm el-felek) dışında, Aristoteles'in De Caelo ve Metafizik'inde ortaya koyduğu; Batlamyus'un da ömrünün son demlerinde Planetary Hypotheses adlı kitabında ilk örneklerini verdiği fizik muhtevalı astronomi'yi (ilm el-hey'e, kosmografi) ele almalarıdır. Kâdî-zâde, şerhinde, riyâzî-hendesî yönelimine uygun olarak, Şerh eşkâl el-te'sîs adlı eserinde Semerkandî'yle yaptığı gibi, Çağmînî'yle de bir hesaplaşmaya girer. Bu çerçevede, şerhinin mukaddimesinde, Çağmînî'nin "bu kitabı alemdeki basit cisimlerin heyetini açıklamak için telif ettim" cümlesini şerhederken, "heyet-i alem" terkibinin "ulvî (gök) ve suflî (yer) basit varolanların hallerinin, nicelik, nitelik, durum ve hareket cihetiyle araştırılması" olduğunu belirtir; ancak kendisinin, başta Çağmînî olmak üzere muteehhirûn astronomların yaptığı gibi suflî basit varolanları mutlak olarak incelemediğini, aksine bu konudaki görüşlerini kısa tuttuğunu söyler. Çünkü Kâdî-zâde'ye göre, astronomide, Batlamyus'un da yaptığı gibi süflî varolanlardan sadece yeryüzünün küre olma durumu incelebilir. Zira, süflî varolanlar konusundaki kanaatler müelliften müellife göre değişir; ayrıca astronominin nihâî hedefi ecrâm-i ulviyye'nin incelenmesi olduğundan, fizik cisimlerle uğraşılması münâsib değildir. Özellikle mürekkep cisimlerin, yeryüzünün küreliliğini tahayyül etmeye yardımcı olmaları dışında, incelenmesinin astronomi ilmi çerçevesinde fazla bir faydası yoktur (Fatih nr. 3403, yaprak 2b-3b). Kâdî-zâde döneminde, İbn Heysemci çizgide, tabîîyyûn ile riyâzîyyûn'un görüşelerinden mürekkep bir astronomi ilmi merkezde bulunmaktaydı. Özellikle Nasîruddin Tûsî'nin eserlerinin temsil ettiği bu çizgi, Kâdî-zâde'yi rahatsız etmiş gözükmektedir. Çünkü, şerhinin mukaddimesinde serdettiği, "Zamanımızda Hakîkate ilişkin ilimlerin öğretildiği mekanlar ile talîme (mathemata) ilişkin ikametgahlar, ama özellikle riyâzî olanın kökü kazındı" cümlesinden kasıt, varlığa yönelik riyâzî (Kâdı-zâde için hendesî) tavrın ortadan kalktığı, en azından fazla önemsenmediğidir (yaprak 1b). Kâdî-zâde'nin bu yöneliminin değeri, İbn Heysemci çizginin, öğrencisi Ali Kuşçu tarafından el-Fethiyye fî ilm el-hey'e ile Şerh el-Tecrîd fî ilm el-kelâm adlı kitablarında tam anlamıyla tasfiye edilmeye çalışıldığı hatırlanırsa, daha iyi anlaşılır. Ali Kuşçu'nun delâletiyle, kendi eseri ile hocası Kâdî-zâde'nin şerhinin beraberce Osmanlı medreselerinde okutulduğu dikkate alınırsa, bu iki eserin birbirini tamamladığı görülür. Dolayısıyla Kâdî-zâde'nin eseri ile üzerine yazılan hâşiyelerin incelenmesi Osmanlı-Türk zihniyetinin evren tasavvurunun tesbiti açısından oldukça önem arzetmektedir. Ayrıca, Şerh el-mulahhas'ın, Şerh eşkâl el-tesîs gibi, talîmî tarza uygun bir eser olmamasına rağmen bizzat Ali Kuşçu tarafından Osmanlı medreselerinde ders kitabı olarak yerleştirilmesi, astronomi ilmi çerçeçevesinde farklı gelenek ve yaklaşım tarzlarının öğrenciye verilmek istenmesiyle alakalıdır 2. Hâşiye alâ tahrîr el-macistî (A): Nasîruddin Tûsî'nin (öl.672/1273) Tahrîr el-macistî adlı eseri üzerine Nizâmuddin Hasan b. Muhammed Nisâbûrî'nin (öl. 1329) yazdığı Tabîr el-tahrîr adlı şerhin bazı önemli ve aynı zamanda zor olan yerlerini açıklayıcı bir hâşiyedir (KZ, II, s. 1595). 3. Risâle fî istihrâci hatti nısf el-nehâr ve semt el-kıble (F): Nısf el-nehar hattı ve kıblenin tayininden bahseden ve bir mukaddime, iki bab ve bir hatimeden oluşan bu küçük çalışma Kâdî-zâde'nin bilinen tek Farsça astronomi eseridir (King, c. I, s. 451; c. II, s. 1079). Yukarıda zikredilen matematik ve astronomi eserleri yanında Kâdî-zâde, Esiruddin Ebherî'nin, mantık, fizik ve metafiziği sırasıyla inceleyen ve Osmanlı medreselerinde ders kitabı olarak uzun yıllar okutulan Hidâyet el-hikme adlı eserinin üzerine bir şerh kaleme almıştır (KZ, c. II, s. 2029). Kaynaklar: Mirhond, Habîb el-siyer, Yeni Camii, nr. 842, yap. 700a; Taşköprülü-zâde, Şekâik el-numaniyye, s. 14-17; Mecdî, s. 37; Halil b. İsmail b. Şeyh Bedreddin Mahmûd, Menâkıb-ı Şeyh Bedreddin, nşr. Abdülbaki Gölpınarlı - İsmet Sungur, İstanbul 1967, s. 20-25; OM, c. III, s. 291; SO, c. IV, s. 520; GAL, c. I, s. 473, 511, c. II, 212, SI, 869; Hediyyet el-ârifîn, c. II, s. 480, Dictionary of Scientific Biography, c. XI, s. 227-229; Salih Zeki, Asâr-ı bâkiye, c. I, s. 133-139, 186-190; C. İzgi, Osmanlı medreselerinde İlim, c. I, s. 275-285, 370-388; Osmanlı astronomi literatürü tarihi, c. I, s. 5-21; Osmanlı matematik literatürü tarihi, c. I, s. 3-18, Rudolf Sellheim, Materialien zur Arabischen Literaturgeschichte, c. I, Wiesbaden 1976, s. 158-169; Ahlwart, c. V, s. 144-145, nr. 5657; Serkis, 702, 1489. |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder