İhsan Fazlıoğlu: "Osmanlılarda Optik"
Kısaltılmış hâli için bkz.:?İlm-i menâzir (Optik): Osmanlılar?da ilm-i menâzir?, T.C. Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, c. XXII, İstanbul 2000, s. 131-132.
|
Taşköprülü-zâde tarafından hendese ilminin bir alt dalı kabul edilen ilm-i menâzir'in (Miftâh el-seâ'de, c. I, s. 352) Osmanlı dönemindeki tarihî seyri iki ana kavram çerçevesinde incelenebilir: Birincisi Osmanlı döneminde ilm-i menâzirin seviyesi, ikincisi ise bu sahada Osmanlı döneminde telif edilen eserlerin muhtevaları; dolayısıyla bu alanda vukû bulan yeni gelişme ve katkılar... Seviye itibariyle bakıldığında Osmanlı döneminde ilm-i menâzir'in hem tarihî sürecine ait bütün eserlerin dikkate alındığı hem de bu ilmin İslâm dünyasında teşekkül eden İbn Heysem ? Kemâleddin Fârisî çizgisinin esas kabul edildiği görülür. Bu çerçevede, İslâm dünyasında Kitâb el-menâzir adıyla bilinen Öklit'in Optika'sı (Esad Efendi, nr. 2023, Hacı Beşir Ağa, nr. 440) ile buna Nasîruddin Tûsî'nin kaleme aldığı tahrir (İstanbul yazma kütüphanelerinde ona yakın nüshası bulunan eserin bazı nüshaları için bkz. Ayasofya nr. 2760; Kandilli Rasathanesi Ktp. nr. 88/8: Ayasofya medresesinde istinsah edilmiştir); Kindî'nin konuyla ilgili bazı eserleri; Utarid b. Muhammed el-Hâsib'in konuyla ilgili el-Envâr el-muşrika fî amel el-merâyâ el-muhrika isimli çalışması (Laleli nr. 2759); Taşköprülü-zâde'nin Ali b. İsa el-Vezir olarak kaydettiği ve orta-eser olarak zikrettiği (Miftâh el-seâ'de, c. I, s. 352) Ahmed b. İsa'nın Kitâb el-menâzir ve el-merâyâ el-muhrika alâ mezheb İklîdes fî ilel el-basar (Râğıp Paşa nr. 934, Laleli nr. 9749) adlı kitabı; yakıcı aynalar ile ilgili bazı risâleler (Örnek olarak bkz. Ayasofya nr. 2676, Kandilli Rasathanesi Ktp. nr. 88/14: Ayasofya medresesinde istinsah edilmiştir); hâle ve kavs-i kuzah hakkındaki bazı çalışmalar (Örnek olarak bkz. Ayasofya nr. 2465, Reisülküttab nr. 1147); renk konusundaki bazı araştırmalar (Örnek olarak bkz. Fatih nr. 3439, Nûrîosmaniye nr. 5001, Esad efendi nr. 3704) zikredilebilir. Kısaca, Osmanlı öncesi dönemde, fizik optik, yansıma, yakıcı aynalar, gökkuşağı, hâle ve gözün anatomisi gibi konulara yer veren doğrudan bu sahada telif edilen eserler ile bahusus görme ve renkler konusunda Hellenistik mirasa, bu mirasın temelinden bulunan kavramlar çerçevesinde getirilen eleştirileri ihtivâ eden Kelâm kitaplarının ilgili bölümleri; özellikle Osmanlı medreselerinde okutulan Adudiddîn İcî'nin el-Mevâkif fî ilm el-kelâm'ı (s. 131-136), Seyyid Şerîf Cürcânî'nin buna yazdığı şerhi (c. V, s. 231-246), Mesûd Teftâzânî'nin Şerh el-mekâsid'i (c. II, s. 247-269), renk ve ışık konularında muhtelif bilgi ve tartışmaları ihtiva etmektedir. Bu eserlerin Osmanlı medreselerinde okutulduğu dikkate alınırsa, kelâm ilmî çerçevesinde incelenen ilm-i menâzir konularının da mutâla'a edildiği söylenebilir. Öte yandan Astronomi kitaplarında, hem Osmanlı öncesi hem de Osmanlı döneminde, bu ilim dalının çerçevesinde, ilm-i menâzir'in güneş ve ay ışığı, hâle vb. sorunlarının ele alındığı; başta İbn Sînâ'nın çalışmaları olmak üzere Osmanlı öncesi ve sonrası dönemlerde kaleme alınan felsefî fizik eserlerinde bilgi teorisi açısından ilm-i menâzir'in ilgili konularının gözden geçirildiği, hatta bir hesaplaşma içerisine girildiği (özellikle kelâm eserlerinde); felsefî sorunlarla yakından alakalı olan tıbbî optik konularını işleyen, Osmanlı öncesi ve sonrası genelde tıb özelde de göz tıbbıyla ilgili eserlerde, konuyla ilgili bütün sorunların ele alındığı görülebilir. Özellikle, Sultan II. Murad zamanında yaşamış olan Sinop'lu Kehhâl Mukbil-zâde Mümin'den başlayıp Kanuni Sultan Süleyman döneminde yaşayan Kehhâl Musa b. İbrahîm Yeldavî'yle (öl. 926/1523 civ.) devam eden; Yeniçağ Batı Avrupa anatomi bilgileri ile klasik İslâm anatomi çalışmalarını biraraya getiren Şirvanlı Şemseddin İtakî'den (öl. 1042/1632 civarı) modern tıbbı tamamen Osmanli Coğrafyasına aktaran Şani-zâde Mehmed Ataullah Efendi'ye kadar olan süreçte tıbbî optik konusunda pek çok çalışma yapılmıştır.
Bilim Tarihinde, optik çalışmalarında büyük bir dönüşümü gerçekleştiren, kendi dönemine kadar ayrı ayrı seyreden fizik ile matematik yöntemleri bir araya getirip "deneyle kontrol" uslubunu ilmî araştırmalara yerleştirerek gerçek manada ilm el-menâzir adıyla optik bilimini kuran İbn Heysem'in başta Kitâb el-menâzir'i olmak üzere konuyla ilgili diğer eserleri de Osmanlı resmî kütüphanelerinde incelenmekteydi. Öyleki bu gün günümüze parça parça gelen Kitâb el-menâzir'in beş nüshasının da İstanbul Yazma Kütüphanelerinde bulunması (Fatih nr. 3212, 3213, 3214); özellikle iki nüshanın bizzât İstanbul'da istinsah edilmesi (Ayasofya nr. 2448, İstinsahı: 869/1464-1465; III. Ahmet nr. 1899, İstinsahı:915/1509) bu durumu teyit eder. İbn Heysem çizgisini olgunlaştıran Kemâleddîn Fârisî'nin ilm-i menâzir sahasındaki eserleri de Osmanlı alimleri arasında mütedâvildi. Ünlü eseri, Tenkîh el-menazir li-zevî-el-ebsâr ve el-besâir (Dünyada tespit edilebilen onu aşkın nüshasının yarısından fazlası İstanbul Yazma Kütüphanelerinde bulunmaktadır. Bkz. Ayasofya, nr. 2598; Topkapı Sarayı Ktp. III. Ahmed, nr. 3340; İ.Ü. AY. nr. 527) ile az bilinen eseri Kitâb el-besâir fî ilm el-menâzir (Esad Efendi, nr. 2006; Mehmed Nûrî Efendi nr. 263/4) yaygın olarak kullanılmıştır. Özellikle, aşağıda üzerinde durulacak olan Ali Kuşçu, Fethullah Şirvânî ve Takiyuddîn Râsid gibi Osmanlı alimlerinin, ilm-i menâzir de esas kaynak olarak kullandıkları Kemâleddîn Fârisî çizgisi olmuştur. Bu çerçevede Osmanlı dönemi resmî optik çizgisinin İbn Heysem ile Kemâleddin Fârisî'nin temsil ettiği çizgi olduğu rahatlıkla söylenebilir. Öyleki Enderun Mektebi Kütüphanesinde Kemâleddîn Fârisî'nin Tenkih'inin bulunduğu ve okutulduğu tespit edilmiştir. Bu eserin daha sonra, diğer eserlerle beraber, modern tarz eğitim yapan Mühendishane Kütüphanesine aktarıldığı görülmektedir (bkz. Kemal Beydilli, Türk Bilim Tarihi ve Matbaacılık Tarihinde Mühendishane Matbaası ve Kütüphanesi (1776-1826), İstanbul 1995, s. 282, 378, 389, 401, 413; Bu bilgilere göre eser 1806'dan 1836'ya kadar Mühendishane kütüphanesinde kalmıştır). Muhtelif yollardan klasik İslâm Medeniyetinin birikimini tevârüs eden Osmanlı âlimleri (bu yollar için bkz. "Osmanlılarda Hendese", DİA) bu sahada pek çok eser vermiştir. Osmanlı döneminde ilm-i menâzir konularını muhtevî telif kitaplar, klasik İslâm medeniyetine benzer şekilde, ya doğrudan ilm-i menâzir'e ait eserler, ya astronomi ile ilgili ya felsefî fiziğe ya tıbbî ya kelâmî optiğe (örnek olarak bkz. Hatîb-zâde, Risâle fî bahs ru'yet min el-kelâm, Fatih nr. 2997) ya da kavs-i kuzah, hâle, vb. menâzir'in muhtelif alt dallarına ait konularda yazılmış eserler olarak görülmektedir. Bunun yanında Unmûzec türü eserlerde de ilm-i menâzirin çeşitli konuları ele alınıp işlenmiştir. Örnek olarak, Muhammed Şah Fenârî (öl. 839/1435-1436) Enmuzec el-ulûm tıbaken li el-mefhûm adlı eserinde ilm-i menâzir'in temel kavramları ve konularını incelemiştir (Şehid Ali Paşa, nr. 2782, yaprak 162b-165a). Osmanlılarda daha sonraki dönemlerde tasnîf el-ulûm sahasında telif edilen eserlerde de ilm-i menâzir ile ilgili genel bilgilere her zaman yer verilmiştir. Mesela, Taşköprülü-zâde, Miftâh el-saâde ve misbâh el-siyâde adlı eserinde ilm el-menâzir ile yakıcı aynalar ilminin (ilm el-merâyâ el-muhrika) temel kavram ve ana eserleri hakkında kısa bilgiler vermektedir (Miftâh el-saâde, c. I, s. 352-353). Benzer durum daha sonra telif edilen tasnif el-ulûm kitablarında da devam etmiştir (bkz. Muhammed Emin Üsküdârî, el-Kavâid el-hakâniyye li-Ahmed el-Haniyye, Hamidiyye, nr. 774). Osmanlı ilm-i menâzirinde gökkuşağı (kavs-i kuzah) konusu özellikle üzerinde durulan bir konudur. Sultan II.Murad ve Sultan Fatih döneminde yaşayan Nalband-zâde Husâmeddîn Tokadî (öl. 860/1456) Risâle fî kavs kuzah adlı bir risale kaleme almıştır (onu aşkın nüshasına örnek olarak bkz. Halet Efendi, nr. 536/3; Ali Emiri, Arabi, nr. 2758/3). Gökkuşağının meydana gelme nedenlerini inceleyen bu risale el-Maşrık c. XV, 1912, s. 742-744'te neşredilmiştir. Sultan Fatih döneminde Hoca-zâde (ö. 893/1487-88) gökkuşağını Mukaddimât el-seba` fî marifet kavs kuzah adlı ayrı bir risalede incelemiştir (onu aşkın nüshasına örnek olarak bkz. Aşir Efendi, nr. 206/3; İ.Ü. AY, nr. 6855). Hoca-zâde, bu risalede ışığın kırılması, gökkuşağının oluşumu ve özelliklerini ele almaktadır. Monla-zâde Rûmî (öl. 900/1495 civ), Risâle fî kavs-i kuzah adlı bir eser kaleme almış ve gökkuşağının optik özelliklerini incelemiştir (Gaziantep nr. 231/3). Kara Veysi -Üveys Kocevî- (öl. IX./XV. asır sonları) Risâle fî kavs kuzah isimli risalesini kaleme almıştır (Kandilli Rasathanesi Ktp., nr. 95/2). Bu risalenin en önemli özelliği, Seyyid Şerîf Curcânî'nin Şerh el-mevâkif'indeki bilgileri kullanmasıdır. Bu durum, kelam eserlerinin ilm-i menâzir konuları için kaynak olarak kullanıldığını göstermektedir. Nebî Efendî-zade Derûnî Ali Efendi (öl. 1200/1786) astronomi tedris ederken talebelerin isteği üzerine Risâle fî kavs kuzah adlı çalışmasını kaleme almıştır (Serez, nr. 3851/3). Bu durum, astronomi ile optik ilişkisini göstermesi açısından önem arzetmektedir. Bu risâleler ve gökkuşağı konusuyla ilgili olan diğer eserlerin henüz teknik analizleri yapılmadığından bu konularda hangi görüşlerin takip edildiğini ve ne gibi tenkit ve katkıların yapıldığını tespit etmek mümkün değildir; ancak en azından, ilim tarihi açısından bir medeniyette bu konularda mevcut olan paradigma(nın)ların sürekliliğini ve canlılığını göstermeleri açısından önemlidirler. Az bir zaman kalsa bile toprağını bulduğu Osmanlı-Türk düşüncesi ve ilmî zihniyetine kalıcı bir etki bırakıp madde ve suret itibariyle Osmanlı-Türk ilmî zihniyetinin merkezinde yer alan bir düşünür olan Ali Kuşçu (öl. 1474), daha çok Gazâlî çizgisini takip ederek, özellikle riyâzî ilimlerden Aristotelesçi ilkeler ile Hermetik-Pitagorasçı mistisizmi temizlemeye çalıştı (Örnek olarak bkz. el-Muhammediyye fî el-hisab, Ayasofya nr. 2733/2). Astronomi sorununda Aristotelesçi fizik ilkelerini reddederek büyük oranda riyâzî - kelâmî bir astronomi anlayışını savundu (Şerh el-tecrîd, s. 175-166). Böylece, İbn Heysem'in fizikçiler (tabî`iyyûn) ile matematikçiler (riyâziyyûn) arasında inşâ ettiği terkibi yapı-bozuma (deconstruction) uğrattı (Örnek olarak bkz. el-Fethiyye fî el-hey'e, Ayasofya nr. 2733/1; öğrencisi Gulâmek Sinan'ın şerhi Feth el-fethiyye'deki ifadesi, Carullah nr. 1504, yaprak 2b) İbn Heysem'in "birleştirilmiş cisim" anlayışına dayanan bu terkibe göre, fizikçiler cismin mâhiyetini, matematikçiler ise suretini araştıracaklar; bu cisme ilişkin doğru bilgi de fizik ile matematikten mürekkeb olacaktı. Ali Kuşçu bu yapı-bozum için önce, cismin, mâhiyetinin süreksiz, heyetinin ise sürekli nicelikten mürekkeb olduğunu; cismin yalnızca duyulara konu olduğunda tabîî özelliklerini kazandığını savundu (Şerh el-tecrîd, s. 152). Böylece, kendi dönemine kadar cism-i talîmî ile cism-i tabîî konusunda ileri sürülen fikirleri tartışarak riyâzî yönü ağır basan farklı bir cisim tanımı elde etmiş oldu (Şerh el-tecrîd, s. 136). Bu da onu, hem farklı bir tabiat anlayışına hem de seleflerinden farklı bir doğa-matematik ilişkisi tasavvuruna götürdü. Yukarıda kısaca özetlenen genel yönelimine uygun olarak Ali Kuşçu, ilm-i menâzir sahasında, Aristotelesçi fizik ilkelerini tasfiye etmek istediğinden daha çok İşrâkî çizgiye yakın teorileri öne çıkardı. Özellikle rengin varolma sebebleri konusunda kendisinden önce ortaya konulan düşünceleri, bilhassa İbn Heysem ile Fahruddin Râzî'nin yaklaşımlarını ele alarak renk ile ışık ilişkisini farklı bir şekilde yorumladı ve Fahruddîn Râzî'ye katılarak, İbn Sînâ ve İbn Heysem'in kabul ettiği gibi ışığın rengin varlık sebebi değil tezâhür sebebi olduğun ileri sürdü (Şerh el-tecrîd, s. 239). Ali Kuşçu, ilm-i menâzirin muhtelif sorunları ile renk konusundaki görüşlerini serimlediği Şerh el-tecrîd adlı eseri haricinde (Şerh el-tecrîd, s. 237-243), Kutbuddîn Şîrâzî'nin el-Tuhfe el-şâhiyye fî ilm el-hey'e isimli çalışmasına yazdığı yarım kalan şerhinin "Tabî`iyyât" bölümünde bazı ilm-i menâzir konularını gözden geçirdi (Ayasofya nr. 3643). Ali Kuşçu, bu iki eserin haricinde, muhtemelen bir öğrencisinin ders notlarını biraraya getirerek ortaya çıkardığı, Risâle fî tahkîk el-ebsâr adlı çalışmasında (Kitâbhâne-i merkez-i dânişgâh-ı Tahran, nr. 2028), Şerh el-tecrîd ve Şerh el-Tuhfe'deki düşüncelerinin bir kısmını ihtiva etmekle beraber yeni bahislerle ilm-i menâzirin bazı sorunlarını geometrik tasvirleriyle inceledi. Fatih döneminin matematikçi-astronomlarından biri olan Fethullah Şirvânî (öl. 891/1486) Nasîruddîn Tûsî'nin el-Tezkire fî el-hey'e'si üzerine yazdığı hacimli ve önemli şerhin tabîi`yyât kısmında ilm-i menâzir konusunu geniş bir şekilde ele almıştır. (Kitâbhâne-i merkez-i dânişgâh-ı Tahran, Kitâbhâne-i mişkat, nr. 493). Astronomi ilmi için ilm el-menâzir'ın zorunlu olduğunu ifade ettikten sonra bu konuda bilgi vereceğini; vereceği bilgilerin bir risale şeklinde (23a-42a yaprak) düşünülebileceğini belirterek söze başlayan Fethullah Şirvânî, öncelikle gözün teşrihini yapmakta, anatomisi ile geometrik incelemesini vermektedir (23a-24b). Daha sonra görme teorileri, ışığın yansıması ve kırılması gibi optik olaylar incelenmekte; bu konulardaki tarihî birikim geometrik şekilleriyle beraber izah edilmektedir. Bütün bu bilgilerde esas olarak İbn Heysem (24b, 25a-b, 29a, 29b, 30a, 31a, 33b, 34a, 37b) ile Kemâleddin Fârisî'nin (25b, 28a, 30a, 37a, 41a) eserlerine dayanan Fethullah Şirvânî, ayrıca, Kutbuddîn Şirâzî (24b, 31a), Nazzâm (26a, 30a), İbn Sînâ (26a), Seyyid Şerîf Curcânî (30a, 30b), İşrâkî okul (39a) gibi İslâm Medeniyeti'ndeki ilm-i menâzir'e ait hemen hemen bütün birikime eser ve müellif isimlerini zikrederek göndermelerde bulunmakta, Batlamyus'a atıf yapmakta (34a, 34b, 35b), yeri geldiğinde kendi kanaatlerini zikretmektedir (28b, 29a). Fizikçiler (24b, 25a), matematikçiler (24b, 25a, 29a, 31a, 34a) ve ilm-i menâzircilerin ?nâzirîn- -(31a, 34a) görüşlerini geniş olarak ele alan Fethullah Şirvânî'nin metni, İbn Heysem-Kemâleddin Fârisî'nin ilm-i menâzir çizgisinin, VIII/XIV. yüzyıldan sonra Semerkant matematik-astronomi okulu eliyle, başta Osmanlı Coğrafyası olmak üzere, İslam dünyasında tamamen hakim olduğunu göstermektedir. Bu durum, aynı zamanda, bu çizginin, astronomiye de tam anlamıyla uygulanması manasına gelmektedir. Henüz teknik tahlili yapılmayan metindeki Şirvânî'nin uslubu kendisinin, İbn Heysem ile takipçisi Kemaluddîn Fârisî'nin ilim tarihinde, fizik ile geometrik yaklaşımları birleştirerek gerçekleştirdikleri devrimin farkında bulunduğunu; ayrıca bu devrimin Semerkant matematik-astronomi okulunda sıkı tartışmalara konu olduğunu göstermektedir (Eserin öteki nüshaları için bkz. Damat İbrahim, nr. 847; III. Ahmed nr. 3314). Mûsâ Kâdî-zâde ile Ali Kuşçu'nun torunu olan Mirim Çelebi (öl. 931/1525) ilm-i menâzir sahasında, gökkuşağı ve hâle'nin oluşumu ve mâhiyeti hakkında Risâle fî el-hâle ve kavs kuzah adlı önemli bir eser yazmıştır (Ayasofya nr. 2414, 37 yaprak. Müellif nüshası olabilir). Eser, teknik tahlili yapılmamakla beraber; İbn Heysem-Kemâluddin Fârisî çizgisinin ilim tarihindeki seyrini tespit açısından önem arzetmektedir. Herşeyden önce eser, bu dönemdeki ilm-i menâzir'in tarihi çerçevesini çizmekte ve bir çok konuda İslâm dünyasındaki fizikçiler (tabîi`yyûn), matematikçiler (riyâdiyyûn), kelamcılar (mutekellimûn) ve ilm-i menâzirciler arasında karşılaştırmalar yapmaktadır. Ancak esas mukâyese, İbn Sînâ'nın temsil ettiği fizikçiler ile İbn Heysem'in temsil ettiği ilm-i menâzirciler arasında yapılır. Bu çerçevede Mirim Çelebi, tarihî gelişimin farkında olarak, İbn Heysem'i ilm-i menâzirin kurucusu (sahib fenn el-menâzir) olarak görmektedir (2a). Bir mukaddime ve üç meram üzere tertib edilen eserin mukaddimesi de üç makama bölünmüştür (3b). Mukaddime, ilm-i menâzir'in konularının genel bir özeti mahiyetindedir. Birinci makamda (3b-11b) görme teorileri incelenmiştir. Burada Mirim Çelebi bütün ilm-i menâzir tarihini vâkıfâne bir şekilde tasnif etmektetir. Ona göre ilm-i menâzirde, Aristoteles ve takipçilerinden oluşan fizikçiler (6a), Euclides ve takipçilerinden oluşan matematikçiler (7b) ile başını İbn Heysem ve Kemâluddîn Fârisî'nin çektiği ilm-i menâzirciler (9a) olmak üzere üç ana grup vardır. Mirim Çelebi, bu tasnifiyle bir taraftan, doğa tasavvurunda, Yunanlılardan beri varolan, Aristoteles'in başını çektiği duyulara dayalı tabiat (el-tabîa' an tarîk el-ihsâs) ile astronomların özellikle Batlamyus'un başını çektiği niceliğe dayalı tabîat (el-tabîa' an tarîk el-a`dâd) anlayışı arasındaki farkı diğer taraftan da Aristoteles'in keyfiyetçi-organik tabiat anlayışı ile astronomların kemmiyetçi-geometrik anlayışlarını terkib eden İbn Heysem'in başarısını tespit etmiş olmaktadır. İslâm dünyasında fizikçilerin mümessili olarak İbn Sînâ'yı gören Mirim Çelebi, bu bölümde fikirlerini, Aristoteles ve İbn Sina (4a, 5b hamişte, 6a, 23a, 24a, 29b, 30a, 30b, 31a, 34b, vb.), İbn Heysem (5a, 9a, 24a, 29b, vb.) ve Kemâleddî Fârisî (9b) ile kelamcılardan Fahruddîn Râzî (3b hamişte, 8b, 25a, vb), Seyyid Şerîf Cürcânî (5a, 24a), Adudiddîn İcî (5b hamişte) ve ceddim dediği Ali Kuşçu'ya (6b hamişte) atıf yaparak temellendirir. Bunun yanında üçüncü derece denklemlerle ilgili atıflarda İslâm kaynaklarında adına sık sık rastlanan Şerefuddîn el-Mesud'a göndermede bulunulur (30b). İkinci makamda (11b-23a), ışık üzerinde duran Mirim Çelebi, görme olayı ve şartları ile ışığın yayılımı, kırılımı vb. konular üzerinde durur. Üçüncü makamda (23a-28a) renkler incelenir. Bu bölümde rengin varlığını ışığa bağlayan İbn Sînâ'yı tercih ettiğini belirten Mirim Çelebi, rengin ışıktan bağımsız sâbit bir varlığı olduğu şeklindeki Fahruddîn Râzî tezini reddeder. Mirim Çelebi daha sonra, birinci meramda (28a-33a) gökkuşağını, ikinci meramda (33a-35a) kavsın oluşumunu, üçüncü meramda da (35a-37b) hâle'yi inceler (Diğer iki nüshası için bkz. Feyzullah, nr. 2179/4, Mehmed Nuri, nr. 163/2). Bu dönemdeki diğer bir Osmanlı optikçisi olan Hasan Dihlevî, Sultan II. Bayezid döneminde Risâle-i Mir'âtiyye adlı Farsça bir eser telif etmiştir (Ayasofya, nr. 2463). Bir mukaddime ve bir makale üzerine tertip edilen eserde, müellif mukaddimede görme konusunu ele alır ve sırasıyla Aristoteles ve İbn Sînâ gibi fizikçiler (tabî`iyyûn), matematikçiler (riyâziyyûn) ve optikçilerin (menâzirûn) görüşlerini inceler. Makâle ise aynalar konusuna tahsîs edilmiştir. Bu makalede, Dihlevî, ayrıca, Avrupa'dan (Frengistan), Horosan alimlerinin incelemesi için gönderilen değişik bir aynadan ve özelliklerinden bahsetmektedir. Bu eser daha sonra Risâle der ru'yet-i eşyâ adıyla genişletilmiş ve Yavuz Sultân Selîm'e sunulmuştur (İ.Ü. AY., nr. 946). Üç makale halinde düzenlenen bu yeni tahrîrin, birinci makalesinde eşyânın görülmesi, ikinci makalesinde görmenin sebebleri, üçüncü makalesinde ise bazı aynaların özellikleri incelenmiştir. Bu tahrîrin üçüncü makalesi, daha sonra Sa`dî Çelebi tarafından ayrıca mütalaa edilmiştir (Esad Efendi nr. 3547/11). Şam ve Semerkand matematik-astronomi geleneklerini şahsında birleştirip, çalışmalarıyla bu okulun eksik bıraktığı hususları tamamlamaya çalışan Takiyuddin Râsid (ö. 993/1585), klasik ilm-i menâzir sahasında da, Osmanlı döneminde belirli optik konularındaki en kapsamlı çalışma olan Kitâb nûr hadakât el-ebsâr ve nûr hadîkât el-enzâr (Lâleli nr. 2558; Mehmed Nûrî Efendi nr. 263/3) adlı eserini kaleme almıştır. Bir mukaddime ve üç marsaddan oluşan eserin birinci marsadı doğrudan görme, ikinci marsadı yansıma; üçüncü marsadı da kırılma konularına tahsis edilmiştir. Takiyuddîn kendisinden önceki Osmanlı âlimlerinin yaptığı çalışmaları dikkate alarak, gökkuşağı ve hâle konusu üzerinde durmamış; ayrıca, bütün deneylerini karanlık oda ilkeleri çerçevesinde yürütmesine rağmen bizzât karanlık oda sorununu incelememiş; renk konusunu ise kısaca ele almıştır. Takiyüddin, Riyâzî, İşrâkî, Meşşâî, Kelâmî vb. okulların ilm-i menâzir hakkındaki düşüncelerini dikkate almakla beraber, esas olarak, bütün Batı Medeniyetleri Câmiasında XVII. Yüzyılın ortalarına kadar hâkim olan İbn Heysem çizgisi ile bu çizginin İslâm dünyasında tenkîhini yapan Kemaluddîn Fârisî çerçevesini gözönünde bulundurmuştur. Bu çerçevenin en temel kabulu, menâzir ilminin sorunlarını fizik ve geometrik bilimlerinin birlikteliği içerisinde ele alıp geometrik temsillerle incelemek; ayrıca illiyet ilkesine dâima riâyet edip gerekçeler göstermektir. Bu ilkeler bağlamında Takiyüddin, kendisinden önce bu ilim sahasında ortaya konan bütün hasılayı, "deneysel kontrol" yöntemini kullanarak açık ve seçik ortaya koymasının yanında, Huygens'tan çok önce, bilinçli bir şekilde, birincil ve ikincil ışınların kaynağından küresel olarak çıktığını ve doğrusal olarak yayıldığını temellendirmiş, seleflerinden farklı bir şekilde, ve Newton'a kadar tekliğini koruyan bir düşünceyle, ancak kısaca, rengin ışığın kırılması ve yansıması sonucu varolduğunu dile getirmiş, menâzirin bazı sorunlarının araştırmasında ilk defa kendisi tarafından icad edilmiş teleskopa benzer bir âlet kullanmıştır. Kısaca Takiyüddin, Eski Çağ Ege Medeniyeti'nden başlayıp gelişen, İbn Heysem ve Kemaleddin Fârisî'yle yeni bir boyut kazanan klasik menâzir ilmine son şeklini vermiştir (Geniş bilgi için bkz. Hüseyin Gazi Topdemir, Takiyüddin'in Optik Kitabı, Ankara 1999). XVI. yüzyıldan sonra, Osmanlı coğrafyasında ilm-i menâzir, Takiyüddin ile beraber doruğuna ulaşan klasik ilm-i menâzirin paradigması içerisinde sürekliliğini sürdürmüş; fakat Hellenistik ve klasik İslâmî dönem optik bilgileri de muhafaza edilerek kullanılmıştır. Ancak ilm-i menâzir çerçevesinde inşa edilen fizik ve matematik birlikteliği, başta Takiyüddin'in kendisi olmak üzere diğer ilmî sahalarda devam ettirilememiştir. Muhtemelen Ali Kuşçu'nun yerleştirdiği kelâmî-riyâzî çizginin baskınlığı da bu tavrı beslemiştir. Bunun yanında klasik ilmî paradigmada, "doğadaki bir sürecin dondurularak labaratuvar ortamında yapay olarak üretilmesi" anlamındaki deney analayışının dikkate alınmaması; ayrıca deneysel bilginin sonuçlarının "yaklaşık" kabul edilerek, "kesin bilgi" idealine uygun görülmemesi ile niceliksel tasvirler ile mekanik temsillerin uygun bir matematik dil inşâ edilmediği için doğa hakkında kısmî bilgi verdiğinin düşünülmesi, İbn Heysem'in terkibinin mevzî kalmasına; ayrıca Ali Kuşçu'nun yapı-bozumunun da tabî`î olanın ihmali edilmesine neden olmuş olabilir. Osmanlı ilmî düşüncesindeki bu istikâr ortamını tespit edip gerginlik noktasını tekrar ihyâ etmeye çalışan Lâle devrinin önemli ilim adamlarından Yanyalı Mehmed Esad Efendi (öl. 1143/1730), Aristoteles'in Fizika'sının ilk üç bölümünü, Karaferyeli İoannis Kuttinius'un bu eserle ilgili açıklamalarından da faydalanarak Arapça'ya tercüme etmiş; yaptığı tercümeye de el-Ta`lîm el-sâlis adını vermiştir (Esad Efendi, nr 1936, yaprak 115a'dan itibaren). Salt tercümeden ziyade bir şerh olan eserde Esad Efendi muhtemelen Osmanlı'da ilk defa optik bilimini yakından ilgilendiren teleskop ve mikroskop gibi Yeniçağ Batı Avrupa'da kullanılan optik aletlerden bahsetmektedir. Ancak Esad Efendi'nin, bu eserdeki en önemli tavrı, Ali Kuşçu'nun Osmanlı ilmî düşüncesine yerleştirdiği kelâmî-riyâzî çizgiyi eleştirerek Aristotelesçi tabî`î çizgiye vurgu yapmasıdır. Bunun için yeniden Aristotelesçi mantığı ve fiziği (el-hikmet el-tabî`iyye) nazarî bir ilim olarak kurmaya çalışmakta, aksi görüşte olanları açıkça eleştirmektedir. Nitekim, fizik biliminin nazarî ve burhânî bir bilim olduğunu, İbn Rüşd'ün de bunu vurguladığını, ancak "? daha sonra bizden bazı âlimler bunu değiştirdilerdir ve bu bilimi zannî ve vehmî hale getirdiler" diyerek, isim vermeden, Ali Kuşçu'nun Şerh el-tecrîd'deki bu yöndeki düşüncelerini hedef almaktadır (Şerh el-envâr fî el-mantık, Ayasofya, nr. 2568, yaprak 2b). Bu tavır, modernleşme dönemindeki Osmanlı âlimlerinin zihniyetini, Yeniçağ Batı Avrupa bilimiyle karşılaşmaya hazırlama açısından doğurucu sonuçlara vesile olmuştur. Yanyalı Esad Efendi'nin ilk taşlarını döşemeğe başladığı yolun nihâyetinde Mühendishane-i Berr-i Hümayun başhocası İshak Efendi'nin (ö. 1252/1836) Avrupa dilleriyle kaleme alınmış kaynaklardan faydalanarak hazırladığı dört ciltlik Mecmua-i Ulum-i Riyaziye adlı Türkçe eseri (İstanbul 1247-1250/1831-1834), modern dönem Yeniçağ Batı Avrupa optik bilgilerini Osmanlı-İslam dünyasına derli toplu olarak sunan ilk eserdir denilebilir. Eserin üçüncü cildinin son makalesi optiğe tahsis edilmiştir (İstanbul 1248/1832). Bu makalde ışığın mâhiyeti, özellikleri, ışığın yanısaması ve kırılması, renkler, görüntünün oluşması, aynalar ve özellikleri ile bazı optik aletler incelenmektedir. İshak Hoca, bir mütercim olma ötesinde, hakkında yazdığı ilimî sahaları ve batı dillerini iyi bildiği için bir çok ilmî terimin Osmanlı Türkçesi'ndeki karşılıklarını ortaya koymuş ve modern bilimlerin Osmanlı dünyasında aktarılmasında öncülük etmiştir. Bu çerçevede Yeniçağ Batı Avrupa optik biliminin içerdeği yeni kavramların Osmanlı Türkçesindeki karşılıklarını -en azından yeni kaynaklar tespit edilinceye kadar- İshak Hoca koymuştur denilebilir. Daha sonraki Osmanlı optik bilgileri ise İshak Hoca'nın açtığı kanallardan girerek Batı Avrupa kaynaklarından hareketle derlenmiş ve bu bilgileri ihtiva eden onlarca eser basılmıştır (bkz. Özege, Arap Harfli Türkçe Matbu Kitaplar Kataloğu). Osmanlı döneminde ne türlü optik aletlerin yapıldığı ve kullanıldığı henüz incelenmiş değildir. Özellikle optik bilgilerin kullanıldığı astronomi aletleri ile savaşlarda kullanılan yakıcı aynalar konusunda Osmanlıların nasıl bir üretim gerçekleştiği konusu meçhuldur. Örnek olarak Kehhâl Musa b. İbrahîm Yeldavî'nin (öl. 926/1523 civ.) Misbâh el-tâlib ve munîr el-muhibb el-kâsib adlı eserinde Güneşi rasad için icad ettiğini söylediği ve çizimin verdiği aletin optik özellikleri incelemeyi beklemektedir (Şehid Ali nr. 1994, yaprak 122a). Öyleyse, Takiyüddin'in optik araştırmalarında kendisinin icad ettiği teleskopa benzer bir alet kullanması; daha sonra Galileo'nun (öl. 1642) çağdaşı, İbn el-Anz el-Yemenî (öl. 1053/1644) diye tanınan Muhammed b. Ahmed'in bir dürbün (nâzûr) yapıp kullanması şimdiye kadar tespit edilen iki örnek olarak kabul edilmelidir (Muhammed Emin el-Muhibbi, Hulâsat el-eser fî ayân el-karn el-hâdi aşer, c. III, Beyrut trsz. s. 376). KAYNAKLAR Adudiddîn Abdurrahman b. Ahmed el-İcî, el-Mevâkif fî ilm el-kelâm, Beyrut, s. 132-133; Seyyid Şerif Ali b. Muhammed el-Cürcânî, Şerh el-mevâkif, Muhammed Bedruddin en-Nesanî el-Halebi, Mısır 1907, c.V, s. 242-243; Saduddin Mesud b. Ömer b. Abdullah el-Teftâzânî, Şerh el-mekâsid, Tahkik: Abdurrahman Ameyre, Beyrut 1989, c.II, s.247-269); Ali Kuşçu, Şerh el-tecrîd, Tahran (!) trsz.; Cevat İzgi, Osmanlı Medreselerinde İlim, c.II, İstanbul 1997, s. 127130, 135-137); İhsan Fazlıoğlu, "Ali Kuşçu", Yaşamları ve Yapıtlarıyla Osmanlılar Ansiklopedisi, c. I, İstanbul 1999, 216-219; Mahmud Kaya, Some Findings on Translations Made in the 18th Century From Greek and Esad Efendi's Translation of the Physica>, Transfer of Modern Science and Technology to Muslim World, İstanbul 1992; s. 385-391; Hüseyin Gazi Topdemir, Takiyüddin'in Optik Kitabı, Ankara 1999; Taşköprülü-zâde, Miftâh el-saâde ve misbâh el-siyâde, c. I, Beyrut 1985. |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder