İhsan Fazlıoğlu: "Batı Biliminde Dönüm Noktaları adlı esere Sunuş: Bilim'e geçmiş aramak, geleceği içindir"

İhsan Fazlıoğlu: "Batı Biliminde Dönüm Noktaları adlı esere
Sunuş: Bilim'e geçmiş aramak, geleceği içindir"


Batı Biliminde Dönüm Noktaları, Peter Whitfield, Çev.: Serdar Uslu, Küre Yayınları
İstanbul 2008

"Evren'i bilmek, insanın idrakini var-olanların üzerine sermesidir" tümcesi hiç şüphesiz, "eşyanın hakikatini teemmül yoluyla bilmek" şeklinde tanımlanan felsefî faaliyetin tarihî köklerine işaret eder. Bugün kullanılan anlamıyla 'bilim' ise, daha çok Evren'in 'ampirik-matematik-mekanik' bilme tarzını betimler. İster felsefî ister bilimsel olsun, her türlü bilme tarzı, insanın Evren'i, hatta Varlık'ı idrakidir. Bu nedenle felsefe ya da bilim tarihi, ilkece insanın Varlık'ı ve Evren'i idrakinin tarihi olarak görülebilir. İnsanî idrak'in sıfatı ya da sıfatları ise hiç şüphesiz tarihî gelişim içerisinde hayat bulur; kimi zaman toplumsal örgütlenme, kimi zaman siyasî yapı, dinî anlayış kimi zaman ise idrak sürecinde kullanılan âlet ve edevat, idraki üretenlerin kimlikleri, hatta idrak için kullanılan teorik lisan ve simge (sembol) dizgeleri belirleyici olur. Bu nedenlerle, adı ister felsefe, ister bilim isterse başka bir şey olsun, en nihayetinde amaç, insanın Varlık'ı ve Evren'i idrakinin geçmişi olduğundan, tarihî araştırmalar belirli bir nitelikle tanımlanmış herhangi bir idrakin değil bizâtihi insanın idrakinin tarihini konu almalıdırlar.
XIX. yüzyılın ikinci yarısı ile XX. yüzyıl başlarında bağımsız bir disiplin olarak sahneye çıkan bilim tarihi çalışmaları bir yandan yeni kavramları geçmişe taşımakla anakronizme, bir yandan da geçmişi bugünün kavramlarını verecek biçimde örgütleyerek vigizm'e (whiggism) düşmüştür. Bu yanılsama felsefî-ideolojik nedenleri bir yana, özellikle XIX. yüzyılın ikinci yarısında açıklamaya dayandığı iddia edilen doğa bilimleri ile anlamaya dayalı olduğu düşünülen insanî/beşerî bilimler arasında vukû bulan gerginliği aşma çabası olarak da görülebilir. Bunun yanında bilim tarihi özellikle ulusal düzeyde kimlik kurucu ve tarih metafiziği inşa edici bir rolle de donatılmıştır. XX. yüzyılda ulaşıldığı seviyeyle bilim ve teknolojiye katkı yapmak, uluslaşmanın, tarihte var-olmanın en önemli gerekçeleri arasında yerini almıştır. Bilim yapan ve teknoloji üreten toplumlar yalnızca bunların sağladığı maddî güçle değil aynı zamanda manevî/moral güçle de donanmış, en eşit tarihî toplumlardır. Bu nedenle bilim tarihi, aynı zamanda, Kostas Gavroğlu'nun başka bir çerçevede kavramsallaştırdığı "bilimlerin geçmişinden tarih üreten" bir işlev kazanmıştır. Ancak hemen belirtmeliyiz ki, bu 'tarih', geçmiş için değil, ulusların geleceği içindir.
Bilimin ve tarihinin kazandığı bu güç, toplumları, geçmişlerinde günümüzde tanımlandığı biçimiyle bilim ve teknolojinin, ne kadar olup olmadığına bakmaya zorlamıştır. Öyle ki, bilim tarihi kitapları, kavramların yaşlarını ve katmanlarını dikkate almaksızın tüm insanlığın tarihini, bugün sahip olunan bilim ve teknolojiyi üretecek biçimde okumaya, tüm insanlığın sanki bunun için çalıştığına vurgu yapmaya başlamıştır. Oldukça ereksel (teleolojik) bir tarih metafiziğine dayalı bu okuma, özellikle günümüzdeki bilim ve teknolojiyi üreten Batı Avrupa ve doğal bir devamı olan ABD'nin geçmişini merkeze alan bir tarih tasavvuruna dönüşmüştür. Öteki milletler ve kültürler ya bu geçmişe katkıları oranında ya da yeni durumun kendilerine etkisi oranında dikkate alınmışlardır; bu şekilde alınmaya da devam edilmektedirler.
Peter Whitfield'in Batı Biliminde Dönüm Noktaları [Landmarks in Western Science] adlı eseri, yukarıda dile getirilen çerçeve dikkate alındığında, adının da işaret ettiği üzere, günümüzdeki "bilim" kavramının, Batı Avrupa ve ABD'nin geçmişi dikkate alınarak, geriye taşınmasıdır; yukarıda tanımlandığı şekliyle insanlığın Varlık'ı ve Evren'i idrakinin tarihinin, "bilim"i verecek biçimde örgütlenmesidir. Öteki kültürler, özellikle İslâm kültürü, bu bilme tarzına etkisi oranında dikkat alınmış, bizâtihi göz önünde bulundurulmamıştır. Öyle ki, İslâm medeniyetinde bizâtihi "bilim" diye tanımlanan etkinlik bile Batı Avrupa'daki kategorilere göre okunmuş, çatışmalar aranmış, yoksa da varsayılmıştır. Eser, bazı küçük malumat yanlışları yanında, örnek olarak yazarın Mutezile hareketini değerlendirmesi gibi, Batı Avrupa'daki kilise-bilim çatışmasıyla ma'lûl bu tür bir zihniyete dayanır. Öte yandan kendi Ortaçağlarında Hıristiyan Batı'da hemen hemen hiç bir etkisi bulunmayan atomculuğun, Kelâm doğa felsefesi dikkate alınmadığından İslâm medeniyetinde de benzer bir kadere sahip olduğunun iddia edilmesi, tümüyle İslâm kültürünün Varlık'ı ve Evren'i idrakinin tarihinin bizâtihi dikkate alınmamasıyla ilgilidir.
Özellikle Soğuk Savaş döneminde Demirperde ülkelerine karşı yükseltilen dinî hassasiyete bağlı olarak, XVI. ve XVII. yüzyıllarda Batı Avrupa'da vukû bulan kilise/din-yeni doğa felsefesi (sonra bilim) çatışmasını yeniden tanımlayarak, bu çatışmayı en iyi deyişle hafifletmeye ve tâli bir olay haline getirmeye yönelik çağdaş bilim tarihi yazıcılığının bu girişimine karşı ayık olmak gerekmektedir. Bu tarih yazıcılığı, büyük oranda kurumsal din/kilise ile felsefî din arasındaki ayrımı belirsizleştirmeye dayanır. Hiç şüphesiz yeni doğa felsefesinin mimarları, XIX. yüzyıl pozitivist tarihçiliğinin iddia ettiği gibi felsefî dine karşı değil, kurumsal dine/kiliseye karşı "sahih bir itikat" arayışındaydılar. Galileo, Kepler, Descartes, Leibniz ve Newton gibi pek çok doğa filozofunun başta Tanrı olmak üzere dinî kavramlar hakkındaki söylemleri kurumsal dine/kiliseye karşı olmadıklarını değil, tersine felsefelerinin zorunlu kıldığı dinî bir hassasiyete sahip olduklarını gösterir.
Tarihin bir tarafıyla insanın sahip olduğu kavramlara holistik-organik, bütüncül bir süreklilik, geçmiş sağlamak kaygısıyla yapıldığı göz önünde bulundurulursa, bunun da bizâtihi aklın bir özelliği olduğu kabul edilirse, Batı Biliminde Dönüm Noktaları adlı bu eserin, yazarın, dolayısıyla yetiştiği tarihî bağlamın, mensup olduğu kültürün bilgi-değer manzumesi içerisinde, insanın Varlık'ı ve Evren'i idrakinin geçmişine teorik-tarihî bir bakış olduğu söylenebilir.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Popular Posts