İHSAN FAZLIOĞLU İLE AHLÂK-I ALÂ’Î OKUMALARI DERS NOTLARI-XVIII


İHSAN FAZLIOĞLU İLE AHLÂK-I ALÂ’Î OKUMALARI DERS NOTLARI-XVIII

(Sayfa 73, son paragraf)

Her hayvan kanat, hızlı koşma, kaslar, tırnak vb. kendi yaşamını sürdürecek şekilde Hikmet-i İlahi gereği donatılmıştır. Son paragrafta misal olarak arı verilmiştir. Hayrete düşürecek şekilde önemli oluşundan bahsedilir. Arı peteğini altıgen (müseddes) inşa eder. Daire, üçgen ya da dörtgen olsaydı ne tür eksikliklerin olacağının anlatılıp bu şekilde oluşunun Cenab-ı Hakk’ın verdiği ilhamla olduğu söylenir. Kısaca ilimleri olmamakla birlikte bu şekilde donanmış olması Cenab-ı Hakk’ın bunlara verdiği ‘talim-i amel’ ya da ilham gereğidir. Her hayvanın kemali kendi içerisine içkindir. Allah tarafından potansiyelleri onlara derc edilmiştir. Her şey onlarda genetik kodlarıyla depolanmış vaziyettedir. Hayvanları onları gerçekleştirirler ve onu aşacak bir şey yapmazlar. Kur’an’da geçen “Biz arıya ilham ettik” bu anlama gelir demek ister.

(Sayfa 74, ilk paragraf)


Bu hayvan dünyasındaki yapıdır. Ufuk kavramından hareketle anlatırsak hayvanların en üstünde at- maymun- fil vardır. Atın rüya görmesi, maymunun dış görünüşü ve alet edevat kullanması, fillerin akrabalık ilişkileri ve ölülerine tören yapmaları söz konusudur.  Kargada 5 yaşındaki bir çocuğun zihnine sahiptir. 4’e kadar sayabilir, problem çözebilir. İnternette bununla ilgili yapılmış deneyler vardır. Tuti (papağan) konuşması bakımından benzetilir ama o konuşmaz sadece taklit eder.

Endonezya’da nesnas denilen insanımsı varlıklar hala bulunmaktadır. Pek üzerinde durulmamaktadır. Razi’nin  nesnaslardan bahsettiğini biliyoruz. 6, 7 çeşit insan varlığı var, homo sapiens en gelişmiş diğerlerini yok ediyor. Savaş izleri bulunmaktadır. Karışımın çok  az olduğu Endonezya bölgesinde bulundukları söyleniyor. Belki o nedenle bugün hala orada varlardır. Razi bunlardan ayetin yorumuyla (belki buna ek olarak kadim bilgiyle çünkü insan hafızası hemen unutmaz) bahsetmektedir. Mitolojilerde bulunanlarda bunların abartılmış hali olabilir.

Burada kastedilen (enva-i hayvanat) evrim dönüşüm değildir. Baklava dilimi gibidir. Bunlar insan değildir. Sınırdakiler Kuzey kavimleriyle Ekvator kavimleridir. Türkler kuzeyde (Ruslar kastedilir), Ekvatorda Hint, Zenc ve Berberiler bulunur. Bunlar insanlığın en ednasdır. En üstü de 4.iklimde bulunan orta dünyadır. Yunan, Kuzey Afrika, Mısır, İran havzası, orta Hindistan’ın kuzeyi, Çin bölgesindeli insanlardır. İnsanlarda kendi içerisinde sınıflandırılmıştır ( edna/ efdal). Kuzey ve Ekvator kavimleri fehm ve zekada hayvana karib, itidalden nasipsizdirler. Kuzeyde burudet (soğukluk), Ekvator’da  hararet (sıcaklık) itidali bozmaktadır. Bu tanımlama ontolojik olarak değil iklimseldir, farklı bölgelere gidip orada yaşamlarını sürdürülerse itidale kavuşurlar. Cahız buna örnektir. 4 sıvının karışımı denge durumu olan itidalden uzak olanlar için behaim (vahşi hayvan) tanımı kullanılır. [ Moğallarda su kutsaldır, kaplar yıkanmaz, hijyen yoktur. Dolayısıyla yaşama devam edenler en dayanıklılarıdır. Türkler içinde böyledir, banyo bile yapmazlar. ]

İbn Haldun Mukaddime’sinde ufuk meselesini çok tafsilatlı anlatır. İmkan olarak ifade eder. Şartlar tahakkuk ettiğinde bu imkan mümküne dönüşür. Dolayısıyla Bağdat ya da Yunanistan’dan bir grup insan Kuzeye yerleştirildiğinde 1, 2 nesil sonra onlarında itidali bozulacaktır. Bu durum için “ictimaü’ş-şerait imtinaü’l-mevani”,  olumlu şartlar bir araya gelip olumsuz şartlar ortadan kalkacaktır ki o zaman itidal oluşur denir.

Kınalızade nesnası simurg gibi gerçekte olmayan varlıklar olduğunu düşünür. (Bakara 39 bağlamında yeryüzünde bozgunculuk çıkaracak varlıklar mı yaratacaksın diye soran meleklerin bunu nesnas gibi aklı/nutku olmayan insanımsı varlıklardan hareketle sordukları söylenmektedir.)

Kadı Said, en faziletli kavimlerin Keldaniler ( Mezapotamyalılar), Hintliler, İbraniler, Farslar, Romalılar, Yunanlılar olduğunu, ilme katkı yapmamakla birlikte var olanlar Türkler ve Çinliler diğerleri behaimdir demektedir.

(Sayfa 74, son paragraf)

Bu taksimat insanın tercihi değil, mizacındandır. İçtiği sudan, iklimden, yaşadığı coğrafyadan, yediği yemekten kaynaklanır. Bir de insandaki kemalin, erdemliliğin ihtiyari olan tarafı vardır.



1. Fehm ve Hads: Akli temyiz ve üstü olarak faydalı, zararlı olanı birbirinden ayıran, daha üstünü anlamak, sezmek (hads) vardır. Bunlar sanat erbabı, terziler, tabiplerdir.

2. Nazari Akıl: Sudurun kaynağından faydalanarak kabiliyetlerini geliştirirler.

3. Enbiya- Evliya: Burada bulunanlar ilhamla bilgiyi alırlar. En üstte peygamberler bulunur. Cebail ile muhatap olur şeriati, kanunları alırlar ve insanlara aktarırlar. (Ukul-u mücerred, nüfus-u mkaddes/ Kozmolojideki akıllar ve onların kutsal nefisleridir.)


(Sayfa 75, 2. paragraf)

Burada yeni bir tartışma başlar. Melekler mi insanlar mı daha üstündür tartışılmıştır. 2 görüş vardır.

1. İnsan melekten üstündür.
2. İnsan meleğin altındadır ama sınıflandırma vardır. İnsanın üst ufku insan-ı kâmil yani peygamberler ve evliyalardır. Aynı zamanda meleğin de alt ufkudur insan-ı kâmil.
Bu iki görüş arasında da tartışma vardır. Hz. Peygamber meselesini çözemezler. İnsan da olsa onu meleğin altında kabul edilemez. Bu nedenler teoriyi değiştirirler. İnsanın turabi tarafı, meleki tarafı vardır.  İnsan nefsi tarafını yenme becerisini gösterebildiği için melekten üstündür. Meleğin mücadelesi, savaşı yoktur.
! Teolojik kabullenmemiz sistem içerisinde izah edilmek durumundadır.

Tüm hükema, metafizikçiler ve bazı mütekellimine göre melekler üstündür. İnsan-ı kamil bunun ufkudur. İbn Yemin’in şiirinden iktibas yapılmıştır. Buraya göre insan meleğin altındadır.

Nübüvvet makamının 4 tane olduğu söylenir.
1. Makam-ı nübüvvet tabaka-i enbiya.
2. Makam-ı risalet tabaka-i rüsül-i izam.
3. Makam-ı ulu’l-azm mine’r-rusul. (4’lü: Nuh, Hud, İbrahim, Muhammed. 5’li: Nuh, İbrahim, Musa, İsa, Muhammed.)
4. Makam-ı hatmiyyet. (Hz. Muhammed) Bu makam, “Levlake levlake le-ma halektu’l-eflake” (Sen olmasaydın, âlemleri yaratmazdım) sözüne (uydurma hadis) dayandırılır. Bu hadisin melekleri insanlardan üstün tutanları yerle bir ettiği söylenir. Hadise kaynak olarak Keşfü’l-Hafa gösterilmiştir. Acluni’nin de hadis olmasa da anlamının doğru olduğunu söylemiştir.
! Zinhar doğru değildir. Cenab-ı Hakk’ın yaratma illeti peygaber bile olsa bir insan olamaz. Bu şekilde bir kabulun sebebi diğer dinlerin etkisidir.

(Sayfa 77, 2. paragraf)

Gelenekte insan efdal ile esfel arasında giden bir sarkaçtır. Ekmel insan en uçta, esfel en aşağıdadır.  Burada da tabiattan ayrı ama benzer olarak insanlarda baklava gibi dizilmektedir. İnsanın ademi olan tarafı onu ednaya, esfele çeker. Bir de ihtiyari, akli tarafı vardır. O da onu ekmele çeker. İnsanın trajedisi de tam olarak budur. İnsan aklı ve iradesini kullanarak ekmel olmaya çalışmalıdır. Birçok engel bulunur. İnsan meleklik tarafını besler, oraya ağırlık verirse melekten bile üstün olur. Çünkü melek böyle bir çatışma yaşamaz. Onların zaten ademi bir tarafı yoktur, elinde olmayan bir şey yüzünden övünmenin anlamsızlığı gibi melek için de durum böyledir, onu üstün kılmaz, ona hayırdan başka bir şey yapmak düşmez. Tam tersine hayvani tarafımıza ağırlık verirsek de hayvandan bile daha aşağıda oluruz. Buradaki dikotomi önemlidir. Nasıl ki hayvan tarafımızı bırakıp melek tarafımızı tercih etmek bizi melekten üstün kılıyorsa hayvan tarafını tercih edip melek tarafımızı öldürdüğümüzde ceza olarak hayvandan bile aşağıda oluruz. Hayvanın suçu yok çünkü o hayvan, meleğinde bir avantajı yok zaten melek. Platon’un dediği gibi insan arada bir varlıktır. Hz. Ali’ye nispet edilen bir sözdeki gibi insan “beynehuma” (iki arada bir derede) bir varlıktır. Bu aradaki durum aynı zamanda bir güçtür. Tercih ettiği şey doğrultusunda özel olarak ödüllendirilip cezalandırılacaktır. İnsanoğlu bir macundur hangi tarafı seçerse ona göre daha iyi ya da daha kötü olur.

(Sayfa 77, son paragraf)

Hayvanlarla insanları mukayese ettiğimizde hayvanların yemeleri, içmeleri, giyimleri, kuşamları hepsi tabiidir. Tabiat onlara bunu verir. Hatta üremek için nikah akdine, bile gerek yoktur. Savunma silahları dahi onlara doğal olarak verilmiştir. İnsana gelince ihtiyacı olan her şeyi aklı ile temin etmek zorundadır, başka bir gücü yoktur. Pişirmeyince yemeği, terzilik yapmayınca giysisi olmaz. Silahlarını da insan kendisi yapar, doğuştan ona verilmez. Hayvanların nasıl ki her şeyi onlara doğal olarak verilmiştir, kemallikte onların tabiatında içkindir. Doğan hayvan gayret ve çaba olmaksızın yürür, eğitilmez. Bazı hayvanlar için eğitim yapılır ama bu da doğaldır. İnsan için durum farklıdır. İnsanlar her şeylerini kendi kendilerine elde etmeye çalıştıkları gibi kemalat için de gayret ederler. Hayvanlarınki vehbi, insanlarınki kesbidir. İnsanın tüm yapılarını tamamlamak kendi elindedir. Aklı ve fikri ile doğru bir tercihte bulunup doğru yolda doğru yöntemle ilerlerse kemalata ulaşır, Cenab-ı Hakk’a yakın olur.



Mesele kendilik idrakinde düğümlenir. Kendilik idrakinizde bir kanaatiniz yoksa başka şeyleri bilmenize gerek yoktur. Bütün bu serüven her gün, her an yaşanmaktadır. İnsan her gün cennetten kovulur, nüzulü yaşar. Ani ve ferdidir bu seyir. Bir kere insan olunmaz, insan olmak, insan kalmak için direnmek gerekir. O kadar kolay bir iş değildir. Her gün yeniden bu savaşı verir, yeniden atılır, yeniden şeytanla mücadele eder. Bu sistem de şeytan ademi tarafımızdır. Fiziğimizi metafiziğimize secde ettirmemiz lazımdır. Bütün bunlar insan içinde cereyan eder. Hayvani tarafı meleki tarafına, maddi tarafını manevi tarafına secdeyi sen ettireceksin. Her gün ve her olayda bu gerilimi yaşarsın. Şeytanın secde etmesi demek seni uruçtan alıkoyan fiziki, ademi, maddi, bedeni tarafının melek tarafına uymasıdır. Eğer secde etmezsen gittikçe bozulur, tabiatına yenilmiş esfel-i safilin olursun. “Nefis kendine bırakılırsa sürekli bayağı kalır, erdemlere yönlendirilirse hevesle ilerler.” Hz. Peygamber şu şekilde dua etmiştir, “Ya Rabbi beni göz açıp kapayıncaya kadar nefsimle baş başa bırakma.” Bu şu anlama gelir, şeytanla kılıç tokuşturulmaz. Sufilere göre çok tehlikeli bir iştir. Bu nedenle büyük konuşmamak lazımdır. Her iddiamızda Allah imtihan etmesin demek lazımdır. Burada kimseden yardım beklemeyeceksin. Topluca ahlaklı olunmaz. Cemaatle bile namaz kılınsa da herkes namazını kendi kılar. İslam dini atomiktir. Bu atomlar birlikte harmoni hareketi yapabilirler ama her atom kendinden sorumludur. Ahlakta da b böyledir, topluca ahlaklı olunmaz.
İnsanın yaratılıştan hem meyli hem de kabiliyeti vardır. Meyli doğasından, kabiliyeti zihnidir. İnsanın yaratılışında hem ademi hem meleki tarafı vardır. Sadece tabiatında değil aklında da vardır. Akıl da şeytanca ve melekçe çalışabilir. İnsan ne yapmalıdır, bunu nasıl yönlendirmelidir? Tabi ve akli, meleki yöne meyledip şeytani yönden uzaklaşması dengeyi sağlaması nasıl olacaktır? Burada şöyle bir açıklama yapar. Tarih boyunca bu 2 şekilde yapılmıştır.
1. Taltif ve Tergib                               2. Terhib Ve Tehdit
Din de, toplum da, aile de, anne baba da bunu yapar. Bir insanı bir iş yapmaya yönlendirirsin, ödül verirsin. Başka birini de korkutur, tehdit dersin. Cennet, cehennem, sevap, günah bütün bunlar bu iki sınıf içindedir. Cennet ve cehennem içimizdedir, orada yaşarız. Gerçekliği ayrı bir konudur. Kelam kitaplarının semiyat bahislerine bakıp amenna ve saddekna deyip o konuyu kapatırız. Gidip gelen olmadığı için ona iman edip geçeriz. Semerkandi, öyle esma-i hüsna sayarak iş yapamazsınız. Esmaların hepsi lafızdır. Bu lafzın medlulünü ancak Cenab-ı Hakk’ın mahlûkatına geri giderek idrak edebilirsiniz diyor. Hiçbiri muhtas, somut değildir. Cenab-ı Hakk’ın Rahim olduğunu nasıl anlayacaksın, celil, cemal olduğunu anlamak için kâinattaki tecelligahına, mazharlarına gideceksin diyor. İbn Arabi’yi eleştiriyor. Esmanın tecelligahı evrendir, kâinattır. Mevcudata geri dönüp onları akletmediğin müddetçe esma boş bir lafızdır der. Şu anda Müslümanlar elfaz üzerinden hareket ediyor. Esma üzerinden konuşup duruyor. Bugün tasavvuf spritüal bir materyalizm yaratıyor. Batı’da ise materyalizm tasavvuf üretmiştir. İkisi de denge durumundan uzaktır. Her şeyin mistik, ruhi gibi gözüküp oldukça maddi olması durumu. Bir şey aşırı pratize edildiğinde içi boşaltılıp forma dönüşür. Namaz mesela hiçbir etkisi kalmadığını namazın ardından kötülük yapılmasında görürüz. Bu söylem teorik açıdan değil pratik açıdan geçerlidir. Tarihsel düzlem içerisinde pratize edilen tasavvuf bir forma dönüşmüş ve spritüal bir materyalizm yaratmıştır. Tasavvufun kendisi değildir, tam tersine tasavvuf dik durmanın, maddenin içerisinde mananın dik durmasının diğer adıdır. Şehre, lükse, tefessühe, çürümeğe direnmenin adıdır. Günümüzde tam tersine yanmayan kefen, dua satılmaktadır. Tasavvuf olmasa İslam toplumu çürür. Direnme imkânını tasavvuf verir. Temel problem her şeyin yerli yerinde yapılmayışıdır. Tasavvufun anlamını yitiren uygulamalar vardır. Öyleyse ne yapmalıyız? Her iki yöntem var. İnsanı terhib ve tehdit önemlidir.

Çorumlu Rüştü Efendi, “iyi olan şeyi uyandırmak (uyutmamak) lazım” demiştir. İnsanda kötülük sürekli hareketlidir vehimle alakalı olduğu için. Akıl soyuttur vehim somuttan hareket eder. O nedenle onu bastırmak gerekir. Hiçbir şey yapmasan da hareket eder. Ama iyilik akıl işidir, şuur halinde olmayı gerektirir. Kötülük daha somutluğa yakın bir şey olduğu için sürekli kıpırdar. İyiliği kıpırdatmak gerekir. İyi, melaike tarafımızı sürekli dikkati gerektirir. Kötü doğası gereği kıpır kıpırdır, iyilik için yakaza hali gerektirir. İblisin uykusu yoktur.

 ***
Ders Notları için Zeynep ÇAKMAK'a teşekkür ederim.
***

2015-2016 Dönemi Dersleri










2016-2017 Dönemi Dersleri

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Popular Posts