İHSAN FAZLIOĞLU İLE AHLÂK-I ALÂ’Î OKUMALARI DERS NOTLARI-XIV

İHSAN FAZLIOĞLU İLE AHLÂK-I ALÂ’Î OKUMALARI DERS NOTLARI-XIV


Kınalızade İbni Sina’nın metnini esas almış.
Nefsi nebatinin 4 gücü var. 
1.    Gadiye -beslenme
2.    Namiye -büyüme
3.    Müvellide -üreme
4.    … kendi benzerini üretme diyebiliriz.
Beslenme ve büyüme şahsın bekası için elzemdir.  Çünkü beslenemezsek büyüyemeyiz.  Büyüyemezsek bekamızı sürdüremeyiz.  Beslenme ve büyüme olmazsa kişi baki olmaz, dolayısıyla kemalini gerçekleştiremez. Üreme ve kendine benzer olanı üretme ise kişi için değil tür için önemlidir. Üreme ve kendine benzeri üretme olmazsa kişi yaşar, ölmez ortadan kalkmaz ama türü devam etmez tıpkı kısır insan gibi, halef kalmamak… herhangi bir devamcısı olmadığı zaman o tür ortadan kalkar. 
Bu arada mesele nasıl türsel olana bağlanıyor dikkat edelim. 
Bu dört kuvvet yani yukarıda sayılan dört kuvvet hizmet edilen kuvvetlerdir. Bunların yanında dört tane de hizmet eden güç vardır ve bunlara da ‘kuvveyi hadime’ denir.
1.    Kuvveyi cazibe- çekme kuvveti
2.    Kuvveyi masıka – tutma kuvveti
3.    Kuvvayi hazime – hazmetme kuvveti
4.    Kuvveyi dafiyan – defetme kuvveti, istidraç (çıkartma) kuvveti

Nasrettin Tusi bunları bu kadarla anlattı diyor ve biz ilmi tabii (o dönemin fiziği) ve ilmi tıb bilmeyenler için bu kuvvetlerin anlamlarını ve yaptığı işleri daha ayrıntılı anlatmak ihtiyacı hissettik. (Neffi taam faidei âm olması için.)

İlmi tabii, fizik demek - bugün ona fizik demiyoruz, doğa felsefesi diyoruz.  Çünkü bugün fizik matematiksel olan ve ilmi tıb.
Şimdi malum olsun ki büyüyen bir cisim, ister bitki ister hayvan ister insan olsun kendi bedenine, zail olanın, ortadan kalkanın yerini alacak bir şeye ihtiyaç duyar. Ona bedel olacak bir şeye ihtiyaç duyar.  Çünkü biz beslenmezsek eriyoruz yavaş yavaş.  Enerjimiz gidiyor. Onun yerine bir şey koymamız lazım ki varlığımızı devam ettirelim. Eğer kaybettiğimiz enerjiyi ikame etmezsek varlığımızı sürdüremeyiz.   Bu her şey için geçerli.  Gidenin yerine ona bedel olacak bir şey alamazsak, gıda alamazsak yok oluruz. Ama her şeyi de alamayız.  Ona bedel olması demek budur.  Her gıdayı alamayız.  Bedenden cüz olabilecek, bedene bir parça olabilecek.  Niçin yemekleri pişirme ihtiyacı hissettik?  Sindirmek için.  Yediğimiz gıdaların yüzde 90ını çiğ yesek sindiremiyoruz.  Mercimeğin pişmişi bile 8 saatte sindiriliyor. Pişirmenin keşfi öncesinde sindirebileceklerimizi yiyorduk. 
Homo sapiens evrene miladdan önce 10.000 yıllarında hakim oldu. Ortaya çıkışı MÖ 150.000.  ortaya çıktığı zaman 7 tane daha homo (insan) türü var.  Son yapılan araştırmalara göre enteresandır, nedenini bilmiyorlar, karışım hemen hemen hiç yok.  Malezya ve Endonezya’da yüzde 50 ye kadar var.  asya da yüzde 3 e kadar.  Niçin karışmamış olabilirler? Bir ihtimal melezlikten dolayı kısır olmaları olabilir.  Karışımın sebebi de istisnai üremeler olabilir.  Netice-i kelam ateşin yemeği pişirmek için kullanmak çok eski bir şey değil.  Süreç içerisinde onu fark ediyorlar.  Fark ediyorlar ki pişirdiğimiz zaman yiyebiliriz.   Baklagiller mesela.  Hazmı çok zordur. Pek çok şey öyle. 170 e yakın yediğimiz bitki var bunların yüzde 90’ı mısır Mezopotamya iran havzası üzerinden gidiyor.  Coğrafi olarak orda.  Diğer homo türleri yok oluyor.  Birbiriyle savaşıyorlar.  Avlıyorlar birebirlerini.  
Razi bakara suresinin tefsirinde insan için kan döken demektedir. Besin skalasında şimdi biz en üstteyiz. Her şeyi manipüle edebiliyoruz.  Ama 60000 yıl önce ortalardaydık. Yeniyoruz yani.  Şimdi denize atalım bir insanı, besin zincirinin neresindedir o, köpek balığının olduğu bir yerde?  Denizde besin zincirinin en üstünde köpek balığı var.   Çünkü köpek balıkları organize hareket eden balıklar. Biz aslında 12 bin yıllık bir dünya için konuşuyoruz.  12 bin yılda neler oldu ama?  Asurlular, mısırlılar, İskender imparatorluğu, roma, Osmanlı…  Konuşuyoruz bunlar üzerine.  Sanatkârlarımız, bilim adamlarımız.  
Gıdadan geldik buraya.  Gıdanın vücudumuzdan bir parçaya dönüşmesi lazım, bakın yiyoruz yemeği, vücudumuzun bir parçası haline dönüşüyor.  Bütün sistem ona göre çalışıyor.  Vucuda faydası olmayanı vücut atıyor.  Taş yediğin zaman hiç onu işleme bile koymuyor vücut.  Atıyor hemen, direk atıyor.  Onun için, bir nesnenin bedenden vücut olabilmesi için formunun değişebilir olması lazım. Sureti ulası…  Yani elmanın sureti var, onu yediğinde, onun ilk suretiyle mümkün değil içeride işlem görmesi, mesela daha yerken başlıyor değil mi, bozuyorsun suretini, parçalıyorsun, aşağıya indikçe, çeşitli işlemlerden geçiyor.  Fabrika gibi yani Descartes’in dediği gibi.  Bir yerden giriyor, belirli işlemlere girip vücudun bir parçası haline getiriliyor.   Sureti Ulası üzerine baki iken bedenden cüz olmak mümkün değildir.  Ne yapması lazım, bedendeki kuvvetlerin, onda tasarruf etmesi lazım, ne için? Beden cüz kılmak için.  Niçin cüz kılıyorlar.  Çünkü bedenden kaybolan unsur yerine bedel olabilecek bir unsaur üretmek için.  Böylece beden kendi varlığını sürdürebiliyor.  Canlılık böyle bir şey yani. Gıda bu mertebeye varınca diyor, çok çeşitli mertelerden geçer.  Beden bu gıdayı, bedenin bir parçası kılmak için nice amal ve asar uygular.  Bunu makam geldiğinde anlatacağım diyor. Bir ayeti kerime veriyor.  Biz dış dünyada ve iç dünyada ayetlerimizi onlara göstereceğiz.  Ayatina fil afaki ve fi enfüsihim. Dolayısıyla ayetten delil de getirmiş oldu. 
-          enfüs e ne diyebilirdik?
Nefis nedir?
-          Kendi demek
O başka, tabi burada ayeti kerimenin nuzül sebebine bakmak lazım ama burada nefis gadabi ve şehevi kuvvetin adıdır. 
Nefsine uyuyor diyorsun bir kişi için konuşurken günlük dilde, nefsine uyma, aklına uy.  Ayrım yapıyorsun.  Hâlbuki nefis bir tarafıyla aklın kendisidir.  Aklın bedene hulul etmiş tarafı.  Ama tıbbi literatürde ve ahlaki literatürde nefis teriminde büyük oranda gadabi ve şehevi kuvvetlere işaret eder.  Tasavvuftaki nefis mertebeleri, nefsi emmare, nefsi levame… Bunlar da, bir kısmı tabi,  gadabi ve şehevi kuvvete denk gelir.  Yani olumsuz anlamdadır.  Çünkü nedir şehevi?  Talep etmek.  Gadabi?  Biri merhu biri merhub derler.  Rağbet etmek ve kaçınmak.  Bunlar genelde insanın “hayvani ve nebati” tarafıyla ilgili olduğu için.  Şehevi ve gadabi kuvvet, onun için deniyor.  Toplamına nefis adını veriyoruz.  Nefsin olumsuz anlamı burası için kullanılıyor.  Nefsin olumlu anlamı akıl için kullanılıyor. Şimdi gıda bedene nazıl oluyor.  Sonra gırtlaktan geçip mideye vasıl oluyor.  Midede bir kuvvet var ve onu çekiyor.  Buna cazibe denir.  Aslında bu ağızdan başlar.  Çünkü siz gıdayı ağzınıza attığınızda onu bir şey içeri doğru çekiyor yoksa yutamazsınız.  Buna cazibe deniyor.  Bu kuvvet, filozoflar ve tabipler katında, “cemiyi ecza ve cümleyi azasında vardır.  Bütün organlarda bu var.  Her organ kendine münasip olan şey ona gittiğinde onu çeker. İhtiyaç duyuyor çünkü.  Gıdayı mideye, mideden ciğere, diğer azalara…  Kan çekiliyor… Bir iç çekim kuvveti var.  Kan dolaşımı diyoruz biz buna modern tıpta.  Bu kuvvete kuvvet-i cazibe derler.  Ve gıda bu mevazıda, mide, kebit ve diğer organlarda birer miktar eğlenir, sonra kuvveyi hazıma, hazm amelini işler. Çünkü hızlıca geçip gitse yakalayamazsın.  Onun için ona ne lazım? Masıke kuvveti- tutma kuvveti lazım.  Çekti, onu bir süre tutmak lazım orada, ona da tutma kuvveti diyorlar: masıke (emseke- imsak var ya ordan).  Çünkü hazmedilmeden bedenin cüzü olmaz gıdalar.  (araya giren kişi: o da bir hastalık, gıdanın hazmedilmeden atılması – öyle bir durumda gıdayı direk serum ve iğne ile kana doğrudan veriyorlar) pes bir kuvvet gerek ki gıdayı her yerde hazım oluncaya dek tutsun.  Koy vermeyen.  Bu kuvvete tutma kuvveti, kuvveti masıke derler.  Tutma kuvveti, kuvveti tutar ve bu kuvveti tutarken başka bir kuvvet devreye girer ve hazmeyler. Yani hazmetmek ne demek? Onu ilk suretinden çıkartıp bedenin unsurlarına münasip olacak suretlere döndürür.  Artık bu bazen A olur bazen B olur bazen C olur.  Her duruma göre değişir bu.  Ve bu kuvvete de hazmetme kuvveti denir.  Fiiline de hazım derler.  Sindirim sistemini anlatıyor burada ama o dönemki bilgilerle anlatıyor bunu tabii.  Buna çok dikkat etmek lazım.  Dönemin resmi tasviri diyoruz ya, onu bilmeden anlayamıyoruz.  Ben hep bir örnek veriyorum: şafilerde bir kadının eşi-kocası kaybolduğunda-savaşa gitti, gurbete gitti, ticarete gitti- ne kadar beklemesi lazım?  Hanefiler 9 ay 15 gün.  Şafilerde 2 yıl. Sebebi; imam şafinin takip ettiği tıp okulu hamileliği 2 yıl olarak kabul ediyor.  Tamamen bununla alakalı.  Bunu bilmeyince bunu mutlaklaştırıyorsun.  Diyorsun ki: efendim imam şafi böyle demiş.  Hâlbuki tıp teorisine göre böyle söylemiş.  Her konuda bunu yapıyoruz. Dinin bu tarafını dinin kendisi haline getiriyoruz.  Hâlbuki hiç alakası yok. O dönemim bilimini çok önemli.  Bilimi bilmemiz lazım.   Çok tehlikeli cümleler vardır Ahlaki ala-i de.  Mesela heyulayı ezeli ebedi kabul ediyor. Heyülayı ezeli ebedi kabul ettiğin an mimar tanrı ya gidiyorsun.  En çok okunan metin olmasına rağmen bu konu hiç gündeme gelmemiştir.
           Şafilerin takip ettiği tıp teorisi öyle. O dönemde çok farklı tıp teorileri var.
-          Bu kadar aşikâr konuyu 2 sene kabul etmeleri…
Aşikâr mı? Sana göre aşikâr, bugünden bakıyorsun.  Olur mu öyle şey.  Mesela ben size söyleyeyim.  Neremizle düşünüyoruz biz?  Bugün Allah’ın bir akıllı kulu kalbimizle düşünüyoruz der mi?
-          Demez.
Sen öyle zannet.
-          Tabi kalbimizle düşündüğümüz de olur. 
Hayır hayır lafzi olarak diyorlarda, kalbimizle, onu yorumluyorlar bir şekilde.  Hiç merak ettiniz mi beyinle düşünmeyi homo sapiens ne zaman kabul etmeye başladı?   Herkesin ittifak etmesi anlamında yeni ama klasik tıp teorilerine baktığında çok karışık.  Beyinle düşünmemizi esas olan hekimin adı ne?  Hepimizin bildiği bir hekim aslında, onun için çok önemli ve kuranda da geçiyor: Lokman. (akmeo-MÖ 500). Onunla tıp teorisi haline dönüşüyor. Ondan önce karaciğeri, kalbi kabul edenler var. Çok çeşitli… her geleneğin farklı; mısırda farklı, Mezopotamya’da farklı, hatta Mezopotamya’da belli dönemlerde farklı. 
-          Düşünceyi neden bir uzva bağlamaya çalışıyoruz?
Organların fonksiyonunu araştırıyorlar, insanlar oturup çalışıyor, tıp teorisi dediğin nedir? Hastalıkları tedavi edecek, kafayı yiyor adam, ecin mecnun tipler getiriliyor.  Nasıl tedavi edeceksin?  Neticede bir semptom var, o semptomun arka planını bulman lazım.  Buran yaralıysa burayı iyileştirecek.  Deli olan insanın neresini iyileştireceksin? Düşüncenin oluştuğu yeri. Ve bakın beyin ameliyatı var milattan önce.  Deniyorlar.  Tabii onun geri dönme şansı yok. Biliyorsunuz ameliyatların yüzde 95i ölümdür klasik tıpta.  Ne zaman başlıyor ameliyatlarda oran %55in üstüne çıkıyor?  Mikro cerrahi ve anestezi uygulanmasıyla.  Anestezi müthiş bir buluş. Haşhaş ile esrar ile yapıyorlar.  Biliyorsunuz İslam medeniyetinde haşhaş esrar satılır.  Esrar alkol gibi bir muamele görmez.  Git Orta Asya’ya, Özbekistan’da pazarda satılıyor.  Ulemanın çoğu kullanır.  Esrar kelimesi nereden aklınıza geliyor? Afyon? Marks'ın sözü:  Din halkın afyonudur.  Oradaki afyonu nasıl yorumluyoruz biz?  Hâlbuki burada olumlu bir cümle kullanıyor biliyor musunuz?  Marks’ın dediği şu: Kapitalizm öyle bir hayat ortaya çıkarttı ki, insanlar ancak dine sığınarak o acıya katlanabilirler. Teşbih yapıyor ama biz onu unuttuğumuz için afyonu insanın kafasını bulandırıyor anlamında kullandı sanıyoruz. 
-paragraftaki din güzellemesini oraya bağlıyor aslında.
Tabii. Dini olumlu olarak görüyor adam.  Diyor ki başka türlü yaşayamayız.  Hakikaten doğrudur.  Bakın kapitalizm, kadın, işçi sınıfı,  çocukları çalıştırıyorlar…  Mesai saati yok, hiçbir sosyal güvenceniz yok, büyük bir acı var, bunu görüyor Marks İngiltere’de sanayinin göbeğinde, Almanya’da filan.  Dediği adamın şu:  başka türlü bizim tahammül etmemiz mümkün değil.  Çünkü klasik ameliyatta da acıya katlanmayı mümkün kılan o afyon.   Teşbih yapıyor yani. 
Evet, her gıdayı hazmedemeyiz çünkü her gıda bedenin bir parçası olmaya salih değildir.   Salih sulh kelimesinden gelir.  Latifini hazmederiz, galizini ve kesifini beden harice defeder.  Bedene zarar vermesin diye.  Zararı külli diyor bak.  Bu fazlaları harice def eyler, ona da kuvveyi dafia.  Ne diyoruz ona modern tıpta: boşaltım sistemi. Hukema fizikte, ilmi tabii de etiba kütibi tıbbiyede bu kuvvetleri ferden ferden vücuduna ve birbirine mugayedine edile irad etmişlerdir.  Bunları anlatıyor tek tek.  Ama bizim kitabımız bu konularla ilgili olmadığı için isteyen kütübü ilmi tabiye ve feri olan ilmi tıp kitabına rücu eylesin.  Tıp klasik geleneklerde ve tasniflerde fiziğin bir alt dalıdır. 
-          Hocam tıp kitaplarında bu kadar ahlak bahsi var mı?  Teori kitaplarında.
Teori kitaplarında girişte var.  Külliyat kısmında var.  Bu kadar ayrıntılı değil.  Şimdi arkadaşlar bu İslam medeniyetinin olgunluk dönemi.  Şimdi batıda da böyle.  Batı olgunluğuna doğru gidiyor aslında.  Biz batının çocukluk döneminde yaşlı bir amcaydık.  Batıda oluşan yapı genç bir yapı, o yüzden bizi dövdüler.  Ve biz onlardan pek çok şey aldık o güce bağlı kalarak, çok yanlış yaptık.  1960dan sonra batı pek çok şeyden vazgeçti, biz hala onların ceremesini çekiyoruz.  Çünkü onlar da olgunlaşmaya başladı.  Bu şuna benziyor:  Moğollar kazandı diye onları taklit etmeye benziyor.  Moğolları neden taklit edeceksin? Barbarlar.  Avrupa da barbardı.  Bilimi teknolojiyi geliştirmek, olgun bir medeniyet kurmak değil.  Adamlar 2 dünya savaşı yaptılar ya, yamyamlar birbirlerini dövüp durdular.  2 dünya savaşında ölen insan sayısı 150-200 milyon arası.  Tüm Moğol tarihinde öldürülen 80 milyon.  Az değil ki Moğollar neticede 100-150 yıllık bir dönem. Siz iki dünya savaşında 30-40 yıl arayla 200 milyon insanı götürdünüz.  Sakatlar hariç, geri kalan acılar hariç,  babasız çocuklar hariç… İnanılmaz bir şey… Şimdi yeni yeni kendince olgunlaşmaya başladılar ama iş işten geçti. 
Şimdi gelelim, tenbih diyor burda. Meratı … hazm anlatılıyor.   Tıp bunlar tabi.  Ama bunun size şunu göstermesi lazım:  Ahlak felsefesi yapıyorlar, dönemin tıp bilimi dönemin psikolojisi, dönemin fiziği, onlardan haberdar ama…  Ona dayandırarak yapıyor.  Bugün de öyle.  Kognitif psikoloji bilmeden ahlak yapılır mı? Biz yapıyoruz işte.  Şimdi geçenlerde bir toplantı yaptık. Felsefe yapmak, neden Türkiye’de filozof yok, niye Türkiye’de felsefe yapılmıyor? Felsefe yapmak ne demek ya? Hadi gelin felsefe yapalım. Felsefe yapmak yapamazsın ki.  Bilim yapamıyorsun çünkü.  Bilim yok.  Bilim yapmayan bir insan neyin üzerine?  Edebiyat yaparsın bak.  Felsefe diye edebiyat yapıyoruz işte biz. Şehir Üniversitesi’ne gittim diyor. Discussion dersine girdim.  Devamlı konuşuyorlar diyor.  O yaşta anlıyor.  Çağrışım yoluyla düşünüyorlar.  Maluma da gerek yok yani.  Bizim tartışmaların adı discussion.  Neyi discus ediyorsun?  Çalışıyor.  Bizdeki dini tartışmalarda da bana göre diyor adam.  Sen kimsin ya?  Malumatın üret de.  Bana göre melekler, bana göre cinler bana göre şunlar, o kadar kolay ki...  Bana göre 3. denklemi çöz bakalım hadi.  Bana göre kuantum kuantum diye konuşsanaJ  adamı gömerler.  Ama bana göre değil diyorsun bak.  Hiçbir informasyon yok ha.  Yahu bu işin ilmi olmaz mı?  Var.  Hayatını Buna göre bu Eser’e göre yürütüyorsun, ama bana göre...  Bana göre peygamberlik şöyledir diyorsun.  Sen kimsin?  Bu bilgi herkese açık da bunun bir dil yok mu ya?  Ben şimdiye kadar görmedim “bana göre 3. denklem şöyle çözülür”.  Bana göre kuantum budur.  Var mı böyle diyen adam?  Enteresan...  Bu çok önemli bir nokta.  Bakın Hala adam Tıp anlatıyor Bize.  Ahlak nerede?  Hatime mukaddime bitirdikten sonra başlayacak.  Niye? Çünkü bunu bilmezsen ahlakı anlayamıyorsun.  Ne dedik?  Ahlâk aklın nefsi kontrolüdür.  İşte bu kadar basit.  Bütün bu gevezelikler in Türkçesi bu yani.  Nefsi bileceksin ki aklın Onu kontrol edebilsin.  Yani gazabı ve şehevi kuvvetler nedir?  Kökenleri nelerdir?  Şuur nedir düşünme nedir?  Ihtiyar nedir, irade nedir? Amil olan nedir, Âlim olan nedir?  Ameli olan nedir?  Bunlar da karıştırılır biz de.  Amil Alim ameli.  Bunların hepsi birbirinden farklı şeyler.  Bu kavramsal yapıyı kurup, mefhumlarını belirlemeden ahlakı nasıl anlayacaksın?  İşte o zaman ne yapıyoruz?  Gevezelik yapıyoruz.  İşte ahlak şöyledir böyledir...  Mesela modern dönemde bu teoriyi dirilten adamlar var.  Erdem teorisi dediğimiz.  Amerika'da okul bunlar.  Bakıyorsun nasıl okumuşlar o metinleri.  Okul ya bildiğin okul.  Yani üniversite camiasında takipçiler var taraftarları var.  Şimdi hazma bakarsak, hazmın 4 mertebesi var.  Ve bu her mertebe bir yerde olur çünkü vücutta oluyor bunlar hep.  Her bir mertebenin de bir fazlalığı var, yani artığı var, işlem yapıyor bir posa çıkıyor ortaya.  Ve mevzii hazmın kuvveti dafiası onu taşraya atar.  Taşra ne demek biliyorsunuz dışarı demek.  Bedeni korumak için.  Mertebe i ulaştı midendedir.  Çünkü yemek geldiği zaman midede bir işlemden geçiyor.  Gerçi bazıları dilden başlatıyorlar bunu.  Doğrusu da odur.  ... “hukema eyduller ki bu hazmin ihtidası dehandandir.”  Gıda boğaza giriyor. ... 
-          Sindirimin ağızda başlaması yenidir diye düşünüyordum.
Bütün bilgiler eskidir.  Sadece ayrıntılandırdık onları.  Ben bir ses teorisi çalıştım bir ara.  Hava dalga kulak hepsini biliyorlardı.  Hatta kulakta Nereye geliyor.  O dönemin şartlarında harika açıklamalar onlar.  Hiç de mistik bir şey yapmıyor yani.   Niye duvar varsa duyamıyorsun?  Dalgalar oraya çarpıyor geri dönüyor.  Temevvüç ül hava.  Hava dalgaları.  Biliyorlar.  Bende şaşırmıştım böyle.  Göz.  Gözle alakalı bilmedikleri bir şey yok ki.  O dönemin şartlarında çok güzel.  Hem de kaç tane Optik teorisi var.  Gıda midede hazm edilmiş olacak.  Sonra koyu tarhana gibi “keşki sahin” olur.  O da doğru adamlar gözlemlemiş.  Yunanlılar Yunancada buna keylus derler. Diğer fazlası atılır. Sonra karaciğerde.  Kebit ciğerin karasına denir.  Çünkü o dönemde karaciğerle ilgili türkçe bir terim üretilmemiş daha.  Akciğer içinde karaciğer içinde ciğer lafzı kullanılmakta.  Bizim Türk dediğimiz kültür 13 yüzyılın sonunda şehirlileşti.  Çok geç yani.1250’den sonra. Zira ilk Hazımda yani midedeki bu keylus, koyu tarhana, bunun latifi mideden masarika dedikleri damarlara girip, (bunlar tabii o dönemin anatomisi ve fizyolojisi)  kebite gelirler.  Münzecip olurlar, çekilirler. Mesarika incecik ve daracık damarlardır ki, bir tarafı nihayet mideye ve bir tarafı da mukaarı kebide- ciğerin dış bukeyine- anı ciğerin çukur tarafına muttasıl olurlar.  Ve latif keylus bu damarlardan kebite vasıl olur. Kebitte tekrar bir işlemden geçirilir, hazmedilir. Bu mertebeye de yunancada keymus denir.  Ve bu mertebede – bak burası çok önemli, burayı mecburen vermesi lazım, niye? Çünkü mizaç buna bağlı arkadaşlar, ahlatı erba dediğimiz yapı burda çıkar.  Ne demek? Dört unsur yok mu? Bütün işlemler dört unsur aslında. Yediğimiz şunlar bunlar dört unsurdan mürekkep.  Geliyorlar ciğerde 4 unsurdan 4 hılta dönüyorlar.  Hırt.  Halt.  Karışım demek.  Halt etmek: karıştırmak.  4 hılt bu. Ahlat-ı erbanın ortaya çıkması lazım.  Bu canlı olmanın da bir özelliğidir.  Hayvan dediğimiz hâdise.  Ve bu mertebede ahlat-ı erba mutemeyyüz-i mutevekkin olur.  Yani birbirinden ayrılırır ortaya çıkarlar.  Zira eczai nariyeyi latifesi harareti yep sebebiyle idraka mail olup kemali iffetinden ki nariyetine lazımdır cümlenin üstüne çıkar.  Safra ateşe benzer diyor.  Ateşin özellikleri var, kuruluk, sıcaklık filan.  Safra ortaya çıkar.  Sonra..... aşağı çöker buna sevda denir.  Siyah olan.  Sonra ikisinin ortasında .... ol dem olur... bulmazsa bir miktar ham kaldıysa ona balgam denir.  Şimdi bunların doğru yanlış olması önemli değil.  Adamlar vücudu teşrih ediyorlar.  Ve orada farklı yapılar görüyorlar.  Çünkü o dönemde mikroskop yok.  Altyapıya bakamıyorlar sadece dış görünüşten hareket ediyorlar.  Ve dört tane temel unsur görüyorlar kanda. Safra yukarda kalan, sevda aşağıya çöken, kan en görüneni ve balgam.  Mertebe i salise, yani hazım artık bitti mi hazım bitmedi, damarlarda da bir hazım gerçekleştiriliyor.  Ahlat-ı mezkûre, bu 4 hılt, ciğerin canimi muhaddebinden, yani yan eğri tarafından, yani yumru tarafından muttasıl olan ırkı kabirden, büyük damardan, (ırk damar demek aslında biliyorsunuz) mucerrim uruku sırarı bedeni muttasıldır, bedendeki diğer küçük damarlara bitişiktir. Uruku mezkurei akıp inip urukta tekrar bir hazım dahi olur.  Ve bu hazmın sebebiyle bedenden cüz olup aza olmaya salih olur. Yani, ne zaman artık azalara organlara aktarılır? Kana... dahil olduktan sonra(?) Doğru mu? Doğru.  Kandan çünkü bütün organlara gidiliyor.  Bu hazmın fazlası, kandaki fazlalık ise buhar olup mesamatı bedenden mutallit olup çıkar gider. Ya arak (te) veya vesah(pis) olur. Ve hamamlarda kise ile çıkan budur ve bazı haratı bedene mizaç bulup kavrolur. Bakın çok fenomenolojik yaklaşıyor öyle değil mi? Fenomen var Orda bir olgu var, bir şekilde bütüne nispetle açıklamak istiyor.  Bu kir ne demektir? Kandaki bu hazımdan fazlalıkları vücudun dışarı atmasıdır. Hatta işte sivilceyi bile buna göre yorumlayacaklar.  Tabii, hepsini, o da bir vaka.  Vücutta sivilce var niye? Ben var niye?  Dönemin şartlarında bunların hepsini açıklıyorlar.  Mertebe i rabia azada olur.  Bitti mi? Hayır.  Şimdi azalara gönderdi kan.  Orda da bir sindirim var.  “Zira gıdayı mezbur kibitte ahlat olup uluki kibardan uluki sigara cedavul derler ve savakıb ı verevazı dahi derler dökülüp ve anlardan dahi hurda ırklara uluki lifiye derler, gayeti sirarından hurma lifine teşbih olunur dökülüp” yani karaciğerden büyük damara, büyük damardan bir küçük, ordan liflere, yani sinirlere diyor. En küçük damarlara, lifiyye, hurma lifine teşbih ediyor.  “Anların hurdaca azıcıklarından azaya tereşşüh edip, azaya murtasık, yani yapışıyorlar ve levni kıvamda temamu müşabi olur.” Yani tamamen ona benziyorlar.  Hem kıvamı bakımından hem rengi bakımından.  Ve hâsılı uzvun mutehallidi olur, cüzzüne bedel oluyorlar.  O organın harcadıklarının yerine ikame ediyorlar.  Yani, şunları bilmiyorlar tabii; alyuvarlar, akyuvarlar, organlardaki o diğer yapıları bilmiyorlar doğal olarak.  Onu kaba bir şekilde anlatmış oluyorlar.  Atomcuysa tahmin ediyor.  Neticede o organın geçip giden eskiyen atılan cüzüne, bedel olarak o yeni gelen ekleniyor.  Yani organ kendini yenilemiş oluyor bir açıdan.  Ki bu ahiri menatıbı hazım, bu da sindirimin son halkasıdır.  Ve bu hazmın fazlası, bir fazlası daha var o da meni dir.  Üremeyi de izah etmek lazım.  O da bu hazmın bir sonucu.  Kuvveyi müvellide şol kuvvettir ki, şimdi geldi müvellide, nedir muvellide üreyici, üreme gücü.  Cisimden bazı ecdadını ayırıp fasledip, yani sindirim esnasında vücut bazısını ayırıyor, ve onun misli bir şahsı ahiren maddeyi musteyiderler, başka bir ademi ona madde kılar diyor.  Mesela cismi nebatiden kuvveyi muveylide bazı eczasını ayrı tohum eyler, yani tohum da onun bir sonucu değil mi? Bir Hazım yapıyor bitki, bazısını ayırıp tohum yapıyor.  Ve bu tohumdan anın misti bir fert hâsıl oluyor.  Onun benzeri çıkıyor.  Ve eğer kuvveti muvellide olmasaydı, tohum hâsıl olmazdı.  Bu da o yapının içinden gelen bir güç.  Türsel üretim.  Ve hayvanda kuvveti muvellide madde i meni dir.  Sair eczadan ayırıp tahsil eder.  Sindirim esnasında ayırıp kenara koyar.  Ve kuvve-i muvellide olmasa, hayvandan madde hâsıl olmaz.  Hayvanda da bir üreyici güç olmazsa, bu madde de ortaya çıkamaz. 


Kuvve-i musahfera:Türünün benzerini yaratmak demek. Muvellidenin devamı bu.  Çünkü elma tohumundan elma çıkar.  Her üreme gücünden ona benzer bir şey hasıl olması lazım.  Zikrolunan eczai madde şahsı ahir olmaya mustahid olmuştur.  Bir nebzei kabile düşse de tohum nebata arzı maruse gibi ve lütfiye hayvana rahmi unsa gibi bu kuvvet sebebiyle... Yani tohum uygun bir yere düştüğünde, hemen kendi içerisindeki benzeri o ... veriyi ortaya çıkartır.  Hayvanda da dişi hayvanın rahmine gittiğinde aynı şekilde.  Tabii bunlar, o dönemde eril olanın meseleyi belirlediğini düşünüyorlar.  Dişiyi daha pasif kabul ediyorlar. 
-          Şimdi tam tersi
Hem de ne tam tersi.  O kadar tersi ki erkek kadının bozulmuş formu kabul ediliyor bugünkü evrim teorisinde.  Niye çünkü erkekte sırf erkeklik kromozomu varken kadında hem erkeklik hem kadınlık kromozomu var.  Ve 2500de erkek tamamen yok olacak.  Organik olarak erkekteki eril form tamamen yok olacak.  Sırf dişil form kalacak.  Kıyamet sahnelerindeki kadın hakimiyeti vardır ya, doğru bu bilimsel olarak.  Gittikçe azalıyor zaten erkek nüfusu dünyada.  Bazı bölgelerde yarıdan fazla kadınlar.  Turkiyede eşit hemen hemen.  2500de kalmayacak.  Buna tedbir alıyorlar zaten. 
-          Genetik biliminde Canlının default denilen asıl hali kadın, araya bir grup hormonun girmesiyle, yani dışarıdan bir etkiyle erkek oluyor.  Aslında o giriş olmasa kendi haline bırakılsa dişi olacak.
Işte ondan diyorum kadının deforme olmuş hali diye.  Eskiden de tam tersi anlaşılıyordu. 
Kitab-i mukaddes arkeolojisi vardır bilmiyorum duymuş muydunuz? Kitabı mukaddes dediğimiz tevrat bir tür yahudi kavminin ibranilerin kroniğidir. Okuduğum zaman ben şok olmuştum zaten.  Yani yahudi olacağına hristiyan ol çünkü incil biraz daha insanıdır, edebi tarafı var.  Şimdi araştırıyorlar, bir türlü işin içinden çıkamayınca – hayali kabul ediliyor şimdi biliyorsunuz.  Yani Davut diye biri yaşadı mi yaşamadı mi, İbrahim diye biri var mi yok mu?  Çünkü büyük Süleyman krallığı diye bir şey yok tarihte.  Yani doğunun batının kralı, ankaradan Nil’e Kızıldeniz’e kadar büyük, yok öyle bir şey.  Yani andıran ima eden bile bir şey yok.  Bu adamlar sırf kendi milletlerine daha sonra yeryüzüne dağılımlarında büyük bir kimlik verebilmek için uydurulmuş bir şey bu. 
-          Kuranda da değiniliyor buna.
Değinilsin.  Kuran-ı kerim deki kıssalar ontolojik içerikleri itibarıyla değil sadece örneklik ve hisse itibariyle alan bir sürü âlimimiz var.  Bunların olup olmadığı bakmayın diyorlar.  Yani masal anlatıyor Tanrı bize.  Öyle düşünün.  Çünkü teşbihle düşünür insan.  Kutsal metinlerin en önemli özelliği teşbihtir.  Var mı yok mu?  Şimdi belki köken olarak vardır ama mesela, adem, irem bağları, irem diye bir yer var tarihte.  Ve hakikaten muazzam bir yer.  İnsanlara cennet hissini uyandırmış demekki.  Ben size derste anlattım; sidretül müntaha.  Hz peygamberin miraçta gittiği en son.  Nedir sidretul müntaha?  Gılgamış destanını okursanız görürsünüz orda.  Sedir ormanları insanlığın bitişidir. Ordan sonra tanrıların dünyası başlar.  Bu da nerede?  Biladu şam dediğimiz bölgede.  ... kadar sedir ormanıdır.  Çok kesiftir.  O en son sedir ağacının olduğu yer de evrenin sonudur.  Bu teşbihen yapılıp daha sonra teolojik bir dile dönüştürülmüş.  Sidretül müntaha: son sedir ağacı.  Islâm son gelen din olduğu için çok şey aşılmış.  Mesela Yunanlılarda da Cebeli Tarık evrenin sonu. Herkul oraya sütunlarını dikiyor.  Ondan sonrası düşüyorsun.
-          Lübnan bayrağındaki sedir buna atıf mı?
Aynen öyle. Neden Hz. İbrahim vadedilmiş topraklar olarak Filistin coğrafyasını işaret ediyor.  Sedir ormanları var yağmur çekiyor.  Orada yağmur suyuyla tarım yapılmasının nedeni o.  Çok kesif olur, çok yağmur çeker. Yoksa şuanda bir şey yok. 
Kubbadi mezkurei suret, şimdi burası önemli. Buradan olayı kozmolojiye bağlıyor.  Bu kuvvet sebebiyle ... kuvvet feyzolup, şahsı müstakil olurlar.  Maddei mezkureye suret feyz olmaya sebep bu kuvvettir.  Bu kuvvet olmazsa suret bulamaz.  Mesela bizim murat hoca bunu şekil demiş.  Buradaki suret mi? Hayır. Bakin burada diyor ki suret akarak.  Şimdi feyzi akarak dersen gittin.  Suret akarak.  Müstakil şahıs olmanı sağlayan güçtür.  Siz konusu maddeye suret akışını sağlayan bu güçtür.  Bu güç olmasa şekil alamaz.  Hâlbuki ben size anlattım suret ve şekil farkını.  Suret burada ne?  Formu faslı yani.  O dönemin içinde öyle düşünüyorlar, madde kıvama gelecek,  yukarıdan faal akıldan suret, fasl akıp oraya duhud edecek, dolayısıyla nefs ortaya çıkacak.  Bunu kastediyor.  Ama buradan okuduğun zaman bunu tespit edemiyorsun.  Terim ölmüş gitmiş.  Feyz... Bu akmak filan değil.  Taşmak.  Taşmak ama yani şuna benziyor:  padişah tahta cülus eder, yani tahta çıkmaz.  Cülus orda bir terimdir.  Hal edilir.  Tahttan kovulmaz yani.  Bu terim.  Dönemin terimi, bunu Türkçeye tercüme etmenin bir anlamı yok.  Anlamı nedir onu ver ama Osmanlı tarihi anlatırken, cülus etti sultan hal oldu diye anlatırız.   Burada da feyz bir tabirdir çok stratejik bir tabirdir.  Çünkü niçin feyz stratejiktir? Icabidir çünkü.  Sen ama akmak dersen, akar da akmaz da.  Icabiyet yok orda.  Tanrı feyzini kontrol etmez.  Orda bir kıvam varsa muhakkak oraya feyz olur.  Bir sürü teolojik problem yaratıyor.  Bu kuvvet olmasa... Çünkü feyz gelmedi mi (uydudan telefon örneği yapmıştık) madde madde olarak kalır oradan herhangi bir hareket ortaya çıkmaz. 
Kuvveyi nefsi hayvani ye geçelim.  Hayvani neden güçleri.  İkidir.  Birincisi müdrike.  İkincisi muharrike.  Müdrike idrak eden, muharrike hareket ettirici güç.  Kuvveyi mudrike oldur ki hayvanda idrake sebep olur.  Şimdi bakın hayvanların idraki var yani.  Ve bu adım adım gidiyor.  En ufak böcekten en gelişmiş memeliye oradan insana sıçrıyor.  Dolayısıyla idrak var hayvanlarda.  Burada hiçbir tartışma yok.  Ve ol da iki sınıftır.  (Kuvveyi müdrike).  Kuvveyi müdrikenin aleti olana hasse, yani duyarlılık denir.  Bu zahire ve batına olarak ayrılır.  Dolayısıyla ne olmuş oldu? Müdrike iki sınıfa ayrılmış oldu önce.  Zahireyi biliyoruz hepimiz.  5tir.  Kuvveyi lamise, dokunma duyusu.  Bu bir kuvvettir ki ciltte bulunur.  Cildi zahirî. Ve bu nefis bu güç sayesinde tüm dokunulabilir nitelikleri keyfiyati melmuse, melmusat, harareti, sıcaklığı soğukluğu yaşlılığı kuruluğu idrak eder.  Ve bunu hamini olan bu deriye aktarır.  Bunu aktarabilmesi için muhakkak dokunmak lazım.  Dokunma olmadan bu duyu çalışmaz.  Dokunma mülameset ittisal eden.  Mesela diyor ki soğukluk keyfiyetine niteliğine bakalım.  Cisim, kar ve buz gibi önce bedene dokunacak sonra da nefis de onun soğukluğunu idrak edecek.  Dolayısıyla hani diyorlar ki birincil duyular ikincil duyular, söylüyor adam bunu.  Deri bunu algılıyor.  Deri olmadan soğukluk olmaz.  Dokunmadan da olmaz.  Eğer bu kuvvet olmasa idrak edemezdik.  Bu kuvve tüm bedenin zahilinde vardır.  Ama en güçlü olduğu şey şahadet parmağının ucudur.  O yüzden öyle dokunuruz.  Hususen şahadet parmağının ucunda gayet kavidir diyor. 
Kuvveyi şaamme koku duyusu, koklamak ol kuvvettir ki hayvanın genzinden, dimağın önündedir, ( Bu tarafa da dimağ diyorlar arkadaşlar, bütün bu duyuların beyninin olduğu yer dimağ diyoruz, edmire) dimağın önünde de iki yumruca et vardır diyor.  Bu meme uçlarına benzer, rayiaları nefs bu kuvvetle idrak eder, kokuları bununla alırsın.  Anatomisini yapmışlar. Ibni sina da var bunlar.
Üçüncüsü tat alma duyusudur kuvveti zaika. Ol kuvvettir ku lisanı cilmi alasinda kurulmuştur.  Bu dilin üstünde.  Rutubeti ruabiyye taamina karışıp cilmi lisana........ yediğimiz yemeklerde ısırdığımız şeylerde tatlılık ekşilik vb şeyler orda dilin ucundaki yapıdan idrak olur.
Dördüncü kuvvet kuvveti samia.  İşiten kuvvet, bu da kulağın deliğinin dibinde mesfuş olan cismi asabani, (sinirli cisim, burada sinirler yoğun) ordadır. Ses oraya gelir, duyma gerçekleşir.  Sesler onunla idrak olunur. 
Beşinci kuvvet basıra dır.  Görme duyusu.  En az gelişiminden en gelişmişine sıralama yapmış.   Bir kuvvettir ki rutubeti celidiyede göz akındaki rutubette, retinayı kastediyorum, anı gözün karasında, ana insanul ayn ve merdum-i çeş derler, yani göz bebeği, çeş göz demek biliyorsunuz, merdum da bebek, göz bebeği. Insanul ayn.  Mubsarad yani görmeye ilişkin bütün nitelikler onla idrak olunur.  Sınırlı sani, ki ahlatı havasî batın, yani iç duyularda 5 tanedir.  Biri hissi müşterek, görmüştük onu, bu ol kuvvettir ki dimağın mukaddiminde bulunur, dimağın yani beynin önünde bulunur.  Bakın bunları böyle anlatıyorlar.  İbni Sina hatta gösteriyor, burada şurada diye.  Bunları fizyolojik kabul ediyorlar. 
-          O dönemde kadavra üzerine çalışma var mı?
Var tabii ki.  Bakma sen öyle kaydetmiyor.   Ibni Sina, hepsi, açıp bakıyor.  Özellikle hayvanlar ve düşmanlar üzerinde.  Hatta bazen diri diri öldürüyorlar.  Ben hep söylüyorum Gale nin özelliği ne? Roma ordusunun baş cerrahı.  Roma devamlı savaşıyor, devamlı ölü var.  Ebni çelebi bizim 17.yy’daki hekim, söylüyor kitabın girişinde bunu.  Savaş ölüleri üzerine teşrih yaptığını söylüyor.  


 ***
Ders Notları için Gökalp ERTUĞRUL'a teşekkür ederim.
***
2015-2016 Dönemi Dersleri










2016-2017 Dönemi Dersleri

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Popular Posts