Burada yer alan notlar Ahlakı Ala-i kitabının 79-88 sayfalarını kapsamaktadır.
İnsanı insan
kılan hassa nedir? Garipname de ‘Allah
alemi adenden, ademi de alemden var etti’ diye güzel bir beyit vardır. Adem
alemden geldiğine göre ademle alem ortak özellikler taşıyor. Ama ademi alemden
farklı kılan nedir? Bu fark garipname de nutk olarak belirtir. Nutk ayrık
olarak kullanıldığında akıl ve dil manasına gelir. Klasik gelenek açısından
nutk üç fonksiyonda kullanılır.
1-Makulu idrak
etmek: akledilirler
2-Tefekkür:
normal olarak yaptığımız düşünce.
3-Temyiz etme
gücü: İyiyle kötüyü, faydalıyla zararlıyı birbirinden ayırma.
İnsanın makulü
idrak eden tefekkür tarafı unsurdan asıla en alt maddeden Tanrı’ya kadar her
şeyi bilmek ve tanımak içindir. Bu bizim nazari kuvvetimizdir. Ameli tarafımız
ise iyiyle kötüyü ayırt etmek, erdemi elde etmek ve nihayetinde mutluluğu elde
etmektir. Burada ki mutluluk haz ve zevk manasında değildir. Lezzeti akliye
(akli lezzet) anlamında bilgiyle özdeşleştirilen mutluluktur.
İnsanın mikro
kozmos olduğu ve bu nedenle de bir efdaliyeti/üstünlüğünün olduğunu beyan eder.
Bu üstünlük insanın isim verme üstünlüğüdür.
Not: Kullandığımız
nesnelerin isimlerini hangi kültür veriyorsa o kültüre tabiyizdir. Ad veren
yönetir. ‘Allah Adem’e esmayı öğretti bu manadadır.’
Mutluluk için
bizden ‘kulluk’ beklenir. Burada kullukla kastedilen ‘bir şey ne üzere
yaratılmışsa o işi yapmasıdır.’ İnsanın yaratılışının (kulluğunun) merkezinde
bilmek vardır.
Alime: bilmek
Arefe: tanımak
ama bilerek tanımak
İnsanın
kendisine verilen bütün bu nimetlerin sonucu olarak kulluk yapması yani ameli
ve nazari kuvvelerine göre davranarak bunların haklarını vermesi beklenir.
İnsanın alemden gelmesi hasebiyle bünyesinde bitkisel ve hayvani nefisleri
barındırır ve bunlardan dolayı da kulluğunu rahat yerine getiremez. Tüm bu
yönelimlerimizin akılla tedip/edeblendirilmesi gerekmektedir. İnsan düalist bir
varlıktır. Bir tarafında akıl diğer tarafında nefsi vardır. Ahlak aklın tedip
etmesi yani vasatta tutmasıdır. Nitekim Allah akla iki güç vermektedir.1-bilen
güç 2-eyleyen güç. Nazari tarafımızla biliyoruz, ameli tarafımızla eyliyoruz.
Dolayısıyla bizim bu şehevi ve gadabi kuvvelerimizi aklın çift yönüyle tedip
etmemiz gerekmektedir.
Not: Edep çok
anlamlı bir kelimedir. Dil bilimleri, oturmayı kalkmayı bilmek, herhangi bir
konuda asgari bilgi demektir. Bu manada terzinin edebi demek terzilik görevini yapabilmek
için bilinmesi gereken asgari bilgi demektir. Humanitasta edebin bu anlamından
tercüme edilmiştir.
İnsanın
aklıyla nefsini kontrol etmesi kemalini verir.
Kemal: Manevi
evrim. İnsan kemale nasıl erer? Aklımızın ameli ve nazari kuvvelerini açığa
çıkarttığımızda kemale ereriz. Dolayısıyla herkesin kemali farklıdır. Bütün
amacımız kemali ortaya çıkarmaktır. Bu kemal ise hem dünyevi hem de uhrevi
saadeti sağlayacaktır. Saadeti dünyevi ve uhrevi olarak ayırıyoruz. Dünyevi
zevklerin istikameti olmadığı için geçicidir. Uhrevi alemi var kabul etmeden İnsana
gaye yükleyemeyiz. Modernizm insanı doğanın bir devamı olarak görür, klasik
gelenekte insanı doğanın bir devamı olarak görür. Fakat klasik gelenek insana
bir amaç yüklerken modernizm bir amaç yüklemez. Bu bağlamda doğanın devamı olan
insanı diğer varlıklardan farklı kılan nedir? Bu özellik sayesinde Tanrı insana
teklifte bulunarak muhatap kabul etsin. Kopernikle başlayan süreçle birlikte
evren resmi değişmiştir. Bu resme uygun insanı istisna kılan şeyin ne olduğuyla
ilgili ilahiyat veya düşünce dünyasında bir çalışma yapılmıyor. Eskiden insan
için hulasai mevcudat dendiğinde döneminde geçerli olan ontolojik şemaya
dayanan bir anlayış vardı. Şu anda modern dönemde ki bilimsel resme uygun bir
ontolojik şemamız yok dolayısıyla hulasai insan, meratibul vücut gibi kavramlar
herhangi bir yere oturmamaktadır. Eski metinler meratibul vücutla başlar,
tasavvufta da kelamda da. Şu anda bizim bir varlık tasavvurumuz yok dolayısıyla
metafiziğimizde olamıyor. Bu konu çok önemli çünkü gaye buradan türemektedir.
Yasin Ceylan geçen gün bir televizyon programında Sami’ lerin Tanrı
tasavvurunun bittiğini söylemişti. Burada kastettiği Tanrının varlığı yokluğu
meselesi değildir. Burada ki Tanrı tasavvuru insana yükleme yapabilen kişi
Tanrı’dır. Yani O dediğimiz, vahiy gönderen, cezalandıran ve ödüllendiren
Tanrı. Bu anlayış bugün için bitti. Tanrının kozmik bir güç olarak varlığı insanın
yaşamına etki etmesi bağlamında çok önemli değildir.
İnsanlarda
hesap kavramı olmadığında değer yüklemesi yapamazsın. Öleceğiz toprak olacağız
ama ahlaklı ol deniliyor. Öleceksek ve bir mead fikri yoksa ahlakı nasıl
temellendireceğiz.
Mead: Mead
temelde öte dünya fikri değil öte dünyada hesap verme fikridir. Hesaba çekilme
fikri olmadan bu tarafı sağlama alamayız. Razi’nin de belirttiği gibi ‘öte
dünya/hesap fikri’ bir ihtimal dahi olsa burada yaşamayı mümkün kılar. Öte
dünya fikrinin olmadığı bir yerde insanlar vahşileşerek birbirlerini
öldürürler. Bu bağlamda Aydınlanma döneminin ilk filozoflarından Voltaire ‘eğer
bir Tanrı olmazsa onu icat etmek zorunda kalırız çünkü şehri Tanrı’sız
kuramayız’ demektedir. Zaten tarihte ilk şehirler Tanrı adlarıyla kurulmuşlardır.
Manevi otoritenin olmadığı bir şehirde düzen en fazla yaptırımla sağlanır. Bu
yaptırım ise güçlü olanın yaptırımı olabilir ve görülürse uygulanabilir. Manevi
otoriteyi kurmak ise Tanrı ve hesap fikri olmadan mümkün değildir.
Modern dönemde
ki kabul edilen görüşe göre insan evrenin bir parçasıdır ve bing bang’ den
başlayan bir sürecin sonucunda ortaya çıkmaktadır. İnsana verilen mana da
uzlaşımsal kabul edilmektedir. Bu görüş üzerine hiçbir şey kurulamaz. Temelde
insan anlayışı değişti ve bugün bizim insan anlayışımız yok. Halbuki bir
medeniyet ilk ilke, evren, insan arasında ki ilişkiler üzerine kurulur. Bizim
ne ilk ilkemiz ne insan anlayışımız ne de evren anlayışımız kalmadı.
Dolayısıyla bu temeller olmadan ortaya konulan her düşünce retorik olmaktan
öteye geçmemektedir. 0-25 arası gençlerin okumamış olanları dini taşırken,
entelektüel seviye arttıkça insanlar dinden uzaklaşıyor. Bunun temel sebebi
dini taşıyan arka planda metafizik bir yapı bulunmamasıdır.
Meadi Cismani
(cisimsel diriliş ve bedeni diriliş): Ahirette de bu dünya da aldığımız haz ve
zevkleri alacaksak cennetin bu dünyadan ne farkı var sorusu gündeme gelir. Çünkü
haz acıdan sonra gelir. Hazzın olması için acının olması gerekir. Kınalızade
öldükten sonra cismani diriliş, ceza ve ödülün istidlali olarak
temellendirilemeyeceğini (rasyonel akılla) söyler. Cismani dirilişi ancak
nübüvvetten dolayı inanabiliriz demektedir. Bunu söylemesine rağmen bu görüşten
gitmemektedir.
Kınalızade
cisim kelimesinin bu evrende ki ile manevi alemde ki cisim kelimesinin
mevhumunun aynı olmadığını söylemektedir. (Bu görüşü söylerken gizli bir kabulü
de vardır ki bu da mücerret nefistir. Bu görüşe göre bedenden önce insanlara
kimliğini veren bir nefis vardır ve o nefis bedene gelerek insana kimliğini vermektedir.
Bu anlayış biraz da o dönemin kozmolojisiyle alakalıdır. Bu mücerret nefis
anlayışı islama yunandan gelmedir. Kelamcılar mücerret nefis anlayışını hiç
kabul etmediler. Mücerret nefis zamanla ve mekanla kayıtlı değildir. Zaman ve
mekanla kayıtlı değilse muhdes değil muhdes değilse varlığı süreklidir.)
Bedensel
hazlar insana kemal vermez. Akli hazlardan bahsederken cennette bedensel
hazlardan bahsedilmesi cazip değildir. Bu sorunu çözmek için cismani olanla (bu
dünyada) ruhani olan (öbür dünyada) birbirinden ayırmamız gerekiyor ve bizim
ruhani olana bakmamız gerekiyor. Beden öldüğünde nefis bedenden ayrılır ve
berzah alemine geçer ve burada uzun süre ikamet eder. Bu alemde (berzah)
nefsimiz beka alemine uygun özelliklerde bir bedene kavuşur. Fena aleminde ki
bedenle berzah aleminde ki beden formel olarak aynı olabilir ama berzah
alemindeki beden zaman ve mekan unsurlarından mürekkep değildir. Bu unsurlardan
aridir. Bekaya uygun oluşturulmuş bedenin lezzetlerini dikkate almamız gerekir.
Dolayısıyla fena aleminde ki bedenin lezzetleri ile beka aleminde ki bedenin
lezzetleri farklıdır artık. Berzah alemi sonrasında yani ahirete de berzahta
kazandığımız ruh ve bedenle gideriz. Bu kabulde de çift boyutluluk (beden-ruh)
devam etmektedir. Ama bu anlayış nihayetinde sıradan insanlar içindir. Çünkü
sıradan insanlar beka aleminde bedenin zevkleriyle uğraşacaklardır. Halbuki
kemale ulaşmış insanlar beka aleminde bedenin zevkleriyle değil nefsin
zevkleriyle uğraşacaklardır. Bu zevklerin en üstünü ise rüyetullahdır. İki tür
cennet olacaktır. 1- cenneti maarifi ruhani 2-cenneti amali cismani. Cisimsel
amellerimizin cenneti ve ruhani bilgimizin cenneti. Bedensel hazzı ikiye
ayırdık. Cismani dünyevi ve cismani uhrevi. Bu ayrım cismi ikiye böldü ve
bundan dolayı fena formatında ve beka formatında iki cisim oluştu. Fena
formatında ki cisim bölünebilirdir aynı şekilde beka formatında ki cisim de
bölünebilirdir. Ancak beka formatında ki cismin bölünebilmesi, yer kaplaması
fena alemdeki gibi değildir. Beka aleminde ki cismin türleri, hassaları
farklıdır. Burada ki kategoriler fena aleminde ki kategorilerden farklıdır. Bu
mümkündür ve insan aklı bunu takdir edebilir hatta tecvizde edebilir. Dünyevi
hazlarla uhrevi hazların birbirine teşbih edilmesi bir teşviktir. Öbür dünyada
bu dünyada ki gibi bedeni bir zevk/lezzet alamayız. Çünkü bu hazzın olması için
acının olması gerekiyordu. Beka aleminin kategorilerinin farklılandırılmasıyla fena
aleminde ki bedenin lezzet/acı almasıyla beka aleminde ki bedenin lezzet alması
sorunu ortadan kaldırılmış oldu.
Uhrevi cismin
kategorileri çok farklıdır. Bu dünyada cisim iki yerde aynı anda bulunamaz ama
uhrevi alemde bir cisim iki yerde bulunabilirdir. Dolayısıyla farklı uzaylar
doğal olarak farklı doğalar gerektirir.
Hiçbir cisim
ezeli değildir çünkü mürekkeptirler ama ebedi olabilirler. Bunun sebebi de beka
aleminin kategorilerinin farklı olmasıdır. Bu kabulle Kuran’da bahsi geçen
cehennemliklerin ebedi olarak yanacakları ‘yanan cisim dağılır, dağılan cisim
nasıl ebedi yanacaktır türü sorular’ sorusuna da cevap verilmiş olur. Buna göre
beka formatına göre oluşmuş beden-cisim ebedi olarak yanabilecektir.
Cismi dünyevi
ile cismi uhrevinin ahkamı farklıdır. İnsanın aklıyla istidlali bu dünyanın
kategorileriyle çalışmaktadır. Dolayısıyla aklın istidlal yoluyla melekut/uhrevi
dünyanın idraki mümkün değildir. Çünkü uhrevi dünyanın deneyimi yoktur.
Deneyimi olmayan bir alemin bilgisini elde edilemez. Uhrevi alemin bilgisini elde
etmek için kıyas edeceğiz ancak bu kıyas teşbih cihetinden olacaktır.
Sufiler alemi
escam ile alemi ervah arasına alemi misali koydular ve alemi escam ile alemi
misal arasında da geçiş temin ettiler. Misal alemi escam alemine göre daha
latif ama yine de kabili tecezzi ve kabili inkısamdır. Alemi misal alemi ervaha
göre daha kesiftir. Yeryüzünde ki güzel davranışlarımız bize misal aleminde bal,
ırmak, süt gibi görünür. Çirkin davranışlarımız ise karanlık, yılan, akrep gibi
görünürler. Misal alemi de mutlak misal alemi yani henüz tecrübe edilmeyen ve
mukayyed misal alemi olarak ayrıştırılmıştır. Bazı sufi ve veliler mukayyed
misal alemini tahayyül güçleri nisbetinde tecrübe edebilirler. Mutlak misal
alemi hiçbir şekilde tecrübeye-keşfe açık değildir. Ama alemi escamdan alemi
misal mukayyed cihetinden tecrübesi mümkündür.
Amellerimiz
misal aleminde suretler olarak ortaya çıkar. Bu ise her nefsin cenneti ve
cehennemi kendinde taşıdığı sonucunu çıkarır. Bu cenneti ve cehennemi
yeryüzünde idrak edememizin sebebi ise bedenimizin engellemesidir. Nefis
bedenden ayrılınca kendisinde ki gizli meleke ve niteliklerini uygun suretler
şeklinde hissetmeye başlayacaktır. Sarhoşu örnek verecek olursak, sarhoş
keyifli bir sarhoşsa güzel şeyler görecektir, kahırlı ve ızdırablı bir sarhoşsa
kötü şeyler görecektir. Ancak her ikisi de sarhoşluktan kurtulduklarında
gördükleri hiçbir şeyi hatırlamayacaklardır. Bizler bu bedenden dolayı
nefsimizle suretleri olduğu gibi göremiyoruz. Ancak bedenden kurtulunca iyiysek
iyi suretleri kötüysek kötü suretleri görebileceğiz.
Not:
Tahkik: İspatı
mesele bi delil. Meseleleri delilleriyle ispat etmek.
Takrir: Sorunu
delillendirirken deliller arası ilişkileri kurarak anlatmak.
Takrip:
Delillerle sonuç arasında tutarlılık ilişkisini kurmak.
Tahrir: Bütün
bu işlemleri yaparken zevahidi temizlemek farklılıkları atmak. Sade,
ekonomiklik ilkesine göre gitmek.
Tetkik: Tüm
bunları nasıl yaptığını nasıl delillendirdiğini bilmek. Yöntem üzerine
düşünmek.
Bir insanın
muhakkık olmasıyla müdekkik olması ayrı ayrı şeylerdir.
Muhakkık:
Meseleleri delillendirendir,
Müdekkukun:
Nasıl delillendirildiğini dolayısıyla mantığını da bilendir.
Taftazani
alemi misali istidlali akılla ispat edilemeyeceği noktasında itiraz etmektedir.
Bunun karşısında Kınalızade Taftazani’nin istidlali akıl açısından
eleştirisinde haklı olduğunu ancak keşf açısından bir ihtimali olarak bunun
mümkün olabileceğini belirtir. Kınalızade durumu açıklamak için İbni Sina’nın
‘bir şey için burhani delil yoksa ihtimalini ortadan kaldıramayız, varlığı için
burhan istiyorsak yokluğu içinde burhan istememiz lazımdır.’ hükmünü örnek
alıyor.
Not:İnni ve
limmi deliller vardır. Yani niçin ve nasıl sorularını cevaplayan delil türleri.
Bir soruya verilen cevap da hem niçin hemde nasıla cevap varsa buna burhan,
nasıla veya niçinden sadece bir tanesine cevap veriliyorsa delildir.
Kınalızade tüm
bunları niçin anlattı? Tüm derdimiz insanın kemalidir. Bunu da anlayabilmemiz
için mead ve haşr meselesini çözmemiz gereklidir. İnsanoğlunda var olan temel
üç kuvve kuvve-i behimi (hayvani), kuvve-i sebui (yırtıcı) ve kuvve-i
melekiyedir. Kuranda bahsedilen nefsin durumlarıyla bu melekeleri eşleştiren
Kınalızade nefsi behimi ile emmareyi, nefsi sebui ile levvamayi ve nefsi meleki
ile mutmaineyi bir görüyor. Emmare eğitilemez insanın tab’ıdır ve insanı aşağı
çeker. Levvame ise ortadadır ve bu tedib edilebilir ve mütereddittir. Mutmaine
ise yukarı doğru ve tab’an edeplidir. Bizim yapmamız gereken emmareyi,
levvameyi ve mutmaineyi bir arada tutacak şekilde eğitmektir. Emmareyi
mutamainenin uhdesine koymaktır. Tabi bu tercih kişiye
bağlıdır. İnsan savaş alanıdır ve bu savaş alanı üç katmandan oluşur. Burada
meleki olan levvame üzerinden emmareyi dizginlemesi ve bu şekilde dizginleyerek
amacına ulaşmasıdır.
***
Ders Notları için Rüştü ATMACA'ya teşekkür ederim.
***
2015-2016 Dönemi Dersleri
2016-2017 Dönemi Dersleri
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder