Dibace’nin ilk bölümünde daha çok eserin “ideolojik” perspektifinin verildiğini söylemiştik. Bizim klasik gelenek içiçe geçmiş kürelerle düşünür. Yan yana düşünmez. En üstte varlık küresi altta bir küre bu şekilde devam eder. Hz. Peygamber, nizamı alemden devlete geçti. Burada Kanuni Sultan Süleyman’ın siyasi görüşünden bahsediyor. Klasik siyaset görüşü dört temel kavrama dayanır: dini devlet, mülkü millet (syf. 28.26). Din ve devlet ikiz kardeştir. Bizim gelenekte din ile devlet ayrı değildir. Din varsa devlet, devlet varsa din vardır. Bunlar birbirini zorunlu olarak gerektiren şeylerdir. Buna lazım-melzum ilişkisi denilmektedir. Aynı şekilde mülkü milllet; mülk dediği toprak, yönetim erki hepsi birlikte ve onun da bir millleti olması lazım. Aksi taktirde herhangi bir şey olmaz. Dini devlet ve mülkü millet iki şey için önemlidir. Faysalu’t-tefrika’da ya da el-iktisat fi’l-itikad’da Gazalî bunu söyler, Aşıkpaşa’da Garipnamesi’nde dile getirir. Bu iki şey eman (maddi güvenlik) ve iman(manevi güvenlik)dır. Eğer dini devlette ve mülkü millette problem varsa hem emniyetimiz (güvenliğimiz) hem de imanımız (metafizik güvenliğimiz) tehlike altındadır. Dolayısıyla dini devlet mülkü millet sadece politik bir dörtleme değil aynı zamanda dini bir dörtlemedir. Yani teolojik, kelami bir dörtlemedir. Burada emanı büyük oranda adalet üzerinden kuruyoruz. İmanı ise din ya da vahy üzerinden kuruyoruz. Metinin bütününe baktığımızda Türk-İran devlet anlayışına uygun olduğu açıktır. Klasik gelenekte devamı devlet bekay-ı saltanatla mümkündür (syf 26). Yani din temeldir hükümdar da bekçidir. Temeli olmayan yıkılır bekçisi olmayan da yitip gider. Yani yönetim sistemi ile din arasında yine bir lazım-melzum ilişkisi kurulmaktadır. Sayfa 27’de en üst tabiri ‘zıllullah’ tabiri ile ifade edilmektedir. Zıllullah bütün bu lazım-melzum ilişkilerinin mantığını bize verir.
Not: Bir şeyin ne olmadığını söylemek çok kolaydır. Yokluk üzerine konuşmak çok kolaydır. Ama bu nedir dendiğinde bu çok zordur. Yıkmak çok kolaydır, olumlu cümle çok zordur. Süleymaniye’yi beş tane amale bir saatte yıkabilir. Ama yapmak için sultan Süleyman lazım, Mimar Sinan lazım, o dönem lazım.
Zıllullah Allah’ın yeryüzündeki gölgesidir (Zıllullah fi’l-ard). Peki niye küfürdür? Öncelikle bu İslami bir terminolojiden gelmiyor, Platoncu bir felsefenin bir ifadesidir. İkincisi bu bir teşbihtir. Üçüncüsü teşbihte vechi şebeh (benzetme yönü) diyoruz buna. Benzetme yönüne bakılır benzetenin kendisine bakılmaz. Benzetmeye bakmak anlamı topallaştırır. Zıllullah Platoncu evren anlayışında bilindiği gibi hakiki misal alemi bir de gölge alemi vardır. Dünyadaki her şey o hakiki olan idealar aleminin, misal alemin -ya da el-musulu’l-eflatuniyye diyoruz- Platonik ideaların ezlali ya da zılalidir aşağıdakiler. En üst ide Tanrı, adalet, iyidir ve üçü aynı anlama gelir. O’nun yeryüzündeki zıllı sultandır. Buradaki benzetme yönü adalet cihetindendir. Yeryüzünde hükümdar tanrının gölgesidir ve bu açıdan Tanrı gibi adil olmak zorundadır. Kastedilen budur. Yoksa ontolojik olarak onun gölgesi olamaz. Buradaki teşbih adalet üzerindendir ve bizim siyaset felsefemizin temel kavramı adalettir ve bunun en güzel formülasyonunu da Gazali yapmıştır. Sayfa 27’de Zıllullah-ı Teala dediğinde kasttetiği budur. Yani sultan yeryüzünde Cenab-ı Hakk gibi adaleti temsil edecektir ama mutlak adalet O’na mahsustur, beşeri imkanlar ölçüsünde onu tefsir edecektir. Ve İstanbul’la alakalı söylediklerine baktığımız zaman –İstanbul’u bir Osmanlı entelektüeli nasıl görüyor- siyasetin, adaletin, diyanetin, ilmin merkezi olarak görüyor. Bu İstanbul’un kimliğidir. Dibace’de özellikle Kanuni Sultan Süleyman’ı anlatırken dikkat edilmesi gereken bir nokta da hep Sultan Selim’le ilişkilendirmesidir (syf. 31). Bütün Kanuni dönemi kroniklerde Sultan Selim’le başlar. Halbuki kronikler padişahın kendisiyle başlar. Bunun psikolojik ve politik nedenleri var. Psikolojik nedeni Yavuz Sultan Selim çok güçlü bir insan olması; fizik, özgüven olarak. Osmanlı hanedanının ilk büyük komutanı ve devlet adamıdır. Çok sert fakat derviş, rahatlığı sevmeyen, devleti sekiz senelik saltanatında üçe katlamış biridir. Kanuni ise çok naif bir adamdır, tek erkektir, hanedanın içerisinde hanımlar içerisinde büyümüştür. Kanuni psikolojik olarak babasıyla hep bir yarış içerisindedir. Tarihi onunla başlatır ama kendisinin yaptıklarını da gösterir. Politik olarak da Kanuni otoritesini babasını aşarak gerçekleştirir. O dönemde şairler bile ikisini devamlı karşılaştırırlar. Sayfa 32’ye baktığımız zaman artık eserin telif nedeni anlatılıyor. Amelî hikmet (pratik felsefe) hakkında bir kitap yazmak istediğinden bahsediyor. İlk eser Ahlak-ı Nasırî ki dönemin en önemli metnidir. Nasrettin Tusî hikmetin sarayı çökmüş bunu yeniden yeniliyor. Dönemin eline geçen eserlerini düzenleyip esas metni katkılarıyla yeniden düzenliyor ancak eserin adını değiştirmiyor. Yaklaşık kırka yakın eseri matematik, astronomi, optik gibi konularda tahrir ediyor. Tusi’nin tahrirat projesi var klasik eserlerin yeniden gözden geçirilmesini sağlayan bu proje çok önemli. İslam medeniyetinde matematik bilimlerin ortak terminolojisini yaratan kişi Tusî’dir. Bunu Taşköprülüzade Miftahu’s-Saade’nin girişinde anlatır. Dolayısıyla hu açıdan tecdid etmiştir, kelamcıları eleştirmiştir. Tusî aynı zamanda İbn Sînacılığın dirilticisidir.
Not: Çünkü Gazali, Ömer Hayyam, Şerafettin Mesudi, Şehabeddin Sühreverdi, Fahreddin Razi ve öğrencileri İbn Sina’yı kum torbasına çeviriyorlar. Özellikle Fahreddin Razi, İbn Sina’nın en son eseri el-İşarat ve’t-Tenbihat eseri ve İbn Sîna felsefesinin bir tür kutsal kitabına bir şerh yazıyor (şerh midir cerh midir?). Tusî yeni bir şerh yazıp İbn Sîna’yı savunuyor. Aslında her eleştiri biraz kaçıştır. İbn Sîna’yı dönüştürüyor aslında ama bunu biliyorlar.
İkinci eser Celaleddin Devvani Ahlaki Celali adında bir eser yazıyor. Devvani İran’da Şiraz ve İsfahan’da yaşamış İstanbuldaki kelami yaklaşımla Semerkanttaki matematiksel yaklaşıma İbn Sînacı bir koku katmaya çalışan birisidir. Tam bir İbn Sînacı değil çünkü o dönemde Deşteki adında biri var. Bu Deşteki ailesi İbn Sînacılığı tekrardan ihya etmeye çalışıyorlar. Ancak her ihyâ yeniden bir inşadır (sadece felsefeci değil matematikçi ve astronom aynı zamanda). Devvani ise her üç yaklaşımı da Deştekilerin yaklaşımı, Semerkanttaki yaklaşımı ve İstanbuldaki yaklaşımı dikkate alıyor. Tusi’nin şiiliği basit anlamda bir şiilik değil çok üst seviyede bir şiilik. Esas itibariyle militan bir şiilik değil. Onun öğrencisi şii fıkhının kurucusu Bağdat’tan Allame Hilli’dir. Nazariyatta mezhep yapmıyor akaidde yapıyor ve okunması gereken bir adam Tusi’yi anlamak için.
Sayfa 36’da Tusi’yi ahlak ilminin kurucusu kabul ediyor. Son olarak üç kitap şeklinde yazılıyor ancak kitaptan önce bir mukaddimeye ihtiyaç var deyip mukaddimeye başlıyoruz.
Mukaddimeyi açtığımızda ilk yarım sayfalık önemli bir bölüm çıkıyor. Bir kitap yazdık anca bunun anlaşılması için şimdi anlatılanlar önemlidir. Mevkuf deniliyor. Bu kavramlar bilinmezse bu iş çözülemez. Herhangi bir disiplini okumak/öğrenmek ihtiyari bir iştir bir tercihtir. Bir kişi kendisi karar verir. Niçin böyle bir giriş yapılıyor? Klasik gelenekte ilim talibe mevkuftur. Zorunlu bir eğitim yok. Kişiye bırakılan bir şey. Bir şeyi siz seçmezseniz o sizin yaşama tarzınıza dönüşmez. Klasik gelenekte hiçbir terim boşuna kullanılmaz ve kitap kapitalist bir kazanımın aracı değildir. Kağıt az ve elle yazılıyor. Metinler bundan dolayı sıkı yazılıyor. İrade nedir, ihtiyar nedir? İrade hayvani tarafımıza ihtiyar ise akli tarafımıza işaret eden istemektir. İkisi de talep etmek ama biri hayvani biri akli tarafımızdır. İhtiyar kelimesi hayr kelimesinden gelir. Bütün ahlak bunun üzerine kuruludur. Günlük dildeki ihtiyar yaşlı anlamı buradan gelir. Yaşı geçmiş birinin hayvani tarafları öldüğü için ve sadece aklıyla hareket ettiği için ve hep hayrı talep ettiği için bu şekilde kullanılır. Köylerde ihtiyar heyeti olur muhtar olur hepsi aynı kökten gelir. Türkçe müslüman bir dildir. Türklerden önce Türkçe müslüman olmuştur. Dilimizin terminolojisi müslüman bir terminolojidir. Araba kazası olarak kullanırız. Kazadaki kaza. Yok kaldırılmış hayr manasında hayır getirilmiş. İhtiyar kelimesi üzerine konuşacağız çünkü ahlak, erdem, fazilet bunun üzerine kuruludur. İhtiyar aynı zamanda yapmama gücü demektir. Onun için Cenabı Hakk için kelamcılar el-Hadırı’l-Muhtar yani ihtiyarıyla gücünü kullanan demektir. Filozoflara karşı geliştirilmiş bir şey. Filzoflarda Tanrı mucibdir, zorunlu olarak yapar -sudur teorisi feyz-. Ancak kelamcılara göre istemese yapmaz. Acıkmak hayvani bir şeydir ben zayıflayacağım yemiyorum denildiğinde bu ihtiyardır yani yapmama gücüdür. Hey’et, teheyyü, istidat kelimlerini anlatmak lazım. Bir katman var madde denilen. Aslında heyula daha doğrudur. Heyula hule hamur demektir, çevirisi yoktur. Madde yerine de kullanılıyor ancak mecazi anlamda. Mesela bilginin maddesi. Bunun üzerinde sureti cismiyye vardır bu ikisi birlikte hakiki maddeyi oluşturur. Madde arapçada medde-yemuddu-meadde uzanan yayılan demektir (extention). Descartesci felsefede extention. Yani mikdar. Mikdar ne demek geometrik büyüklük. Yani uzanım, boyut. Suret-i cismiyyeden kastedilen burada üç boyut çünkü evren üç boyutludur. Bunun üzerine çıkıldığında evrendeki her şeyin bir heyulası var. Her şeyin bir boyutu var. Çıplak gözle görülen bir dünyadan bahsediliyor. O zaman sureti neviyye, türsel suret. Evrendeki eşyalar belirli türler oluşturuyorlar. İnsan türü, at türü bunları sureti neviyye, türsel form sağlıyor. Kümeler teoerisine göre düşünebilirsiniz. Her kümenin elemanlarının ortak/müşterek bir aidiyet özelliği vardır. Bunun üzerinde şekil vardır. Sen ben insanız, sureti neviyyemiz aynı. Fakat şekil farklıdır suret farklıdır. İngilizcede şekil figür suret formdur. İnsanların farklı şekilleri var ancak suretleri aynıdır. Bunun üzerinde havas/hassa (özellikler) bulunmaktadır. Bizden ayrılması zor olan nitelikler var. Bunun üzerinde arazlar bulunmaktadır. Kişiden kişiye değişir. Bunların hepsinin toplamı da hey’etttir. Bir istekte bulunulduğu zaman iki şey olması lazımdır; o şeyin ya mevzusunu bilinmelidir ya faidesi. Bir şeyin künhünü (mahiyetini) ya da faydasını bilmiyorsan onu seçmek abesle iştigaldir. Bunları öğrendikten sonra anlamı ne olacak. Faide basit bir prag değil. Maksat nedir? Hedef nedir? Garaz nedir? Faide nedir? Hepsinin ayrı anlamları var. Terimsel düşünme demek budur. Her ilmin ilkeleri ve öncülleri vardır ki ilim ya onun üzerine kuruludur ya da o ilme yardımcı olur. Hikmeti amelliyyenin dayandığı mukaddemat ve mebadi nedir ilk yapmamız gereken bunu bilmektir. Burada bilmemiz gereken amelî hikmet mutlak anlamda nedir? İki ahlak tedbiri menzili ve siyasetin üyesi olan amelî hikmet ne demektir ve bunların tarif ve isimleri nelerdir. Hikmeti amelîyyeyi mutlaken tamamlamak ne demek. Mutlak ne demek? Tanrı mutlaktır deyince ne anlama geliyor? Tanrı mutlaktır insan mukayyettir. Biz mukayyet canlılarız. Tanrı basittir. Mekani ve zamani bütün niteliklerden ari olana mutlak denir. Onun için arındırılmıştır demektir. Bir şeyi şey yapan onun mekani ve zamani özellikleridir. Evrenin içerisindeki her şey ya mekandadır ya zamandadır. Dışında olan mutlaktır. Mutlakın idraki mukayyettir. İdrak edilemez. Bir şeyin lafzı ile mefhumu arasında konuşma bambaşka bir şeydir. Yoksa bu sıkleti bu kafa çekmez. Hikmeti ameliîyyeyi öyle bir tanımlayacağız ki ilmi ahlaka, tedbiri menzile ve siyasete atıf yapmadan. Mutlakan tanımlamak demek onun cüzlerine atıf yapmadan tanımlamak demektir. Mutlak anlamda uğraştığı nesne nedir? Şu nesneyle mutlak anlamda uğraşırsa buna ahlak denir şu vecheden uğraşırsa ona tedbiril menzil denir şu haysiyetle uğraşırsa siyaset denir. Haysiyetleri ortadan kaldırırsa mutlakı elde edersin haysiyetleri eklersen mukayyetleri elde edersin. Mesela Ali’yi Ali olması bakımından incelemek mutlak anlamındadır. Ali’yi üniversite öğrencisi olması bakımından incelersen mukayyetini incelersin. Bir ilmin tarifi onun haddi ismisi olmadan yapılamaz. Tarifin çeşitleri var. İlim kelimesi bilgi ve disiplin anlamına geliyor. Dini ilim olmaz. Nakli ilimler dini ilimler olur. Bilginin dinisi gayri dinisi olmaz, bilgi bilgidir, bölünmez. Tasnif disiplinlerde olur. İngilizce’de knowledge’ın çoğulu yoktur biliyorsunuz. Tanımı yapabilmek için maabihil iştirak (ortaklık yönü) ve maabihil imtiyaz (ayrılık) yönünü gösteren iki unsura ihtiyaç vardır. Ortaklık yönü cinse ayrılık yönü fasla aittir. Bu sistem göze dayalı bir sistemdir. Evrene bakıyorlar ve içiçe geçmiş kümeler olarak görüyorlar. Varlık kavramı, cisim kavramı, canlılar kavramı içiçe geçmiş. En üstte varlık kavramı vardır ve en üst cinstir. Sonra cisim ve canlılar vardır. Canlılara bakıyorsunuz at, böcek, kuş, balık, insan var. Çok çeşitli sayılamaz. Bunlar sınıflandırılacak. Bunları bir araya getiren küme a kümesi olsun bu maabihil iştiraktır. Bunları birleştiren ortak unsur canlılıktır: Cins denir. Bu küme bölünecek. Maabihil imtiyaz ayırıcı yön bulunacak. Nefes almak bölmez, saçları olmak bölmez, düşünmek böler ayırıcı özelliktir. O zaman insan denilen canlı düşünen canlıdır, fasıldır bu. Bir ilmi tanımlarken üst cinsini ve alt faslını bulacaksınız. Hikmeti amelîyyenin cinsi ortak hikmettir. Hikmet kümesini böleceğiz. Nazari olanı başka bir yerde ameli olanı başka bir yerde bulacağız. Hangi fasıl hikmet kümesini bölüp ameliyi ve nazariyi bize veriyor. Hikmet cinsi olacak öbürü faslı olacak ikisi bir araya gelince hikmeti ameliyye diğer ikisi bir araya gelince hikmeti nazarîyi verecek. Hikmeti amelîyyenin cinsi mutlak hikmettir (haysiyet ve fasıl konulmamış). Öyle bir hikmet ki amelîyye ve nazarîyyeyi aynı anda içermektedir. Öyleyse mutlak hikmet tarif edilmelidir. Bu hikmet şu haysiyetlerden ikiye ayrılır; biri nazarî biri amelîdir. Bunu yaptıktan sonra faslı bulup hikmeti ekleyince maabihil iştirak maabihil imtiyaz eklenince tam tanım ortaya çıkmış oluyor.
***
Ders Notları için Sayın Zeynep Nur Ünügür'e teşekkür ederim.
****
2015-2016 Dönemi Dersleri
2016-2017 Dönemi Dersleri
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder