o
Nefs hakkında altı bap açılmıştı. İlk dördü geçen
derste açıklanmıştı, bugün son ikisi açıklanacak.
5.
Emr-i Hâmis Nefs Bi’z-zat Müdrik ve âlat ile mutasarrıf idüğidir (s.59)
“Çün
sabıkan mâ’lûm oldu ki nefs kendisini idrak eyler, idrak ettiğin dahi idrak
eyler. Ve câyiz değildir nefs kendisini âletle idrâk eyleye, zirâ şey’le nefsi
mabeyninde âlet tahallül etmek mümkin değildir. Ve hukemâ ki “akl ve âkıl ve
ma’kûl mütehhidir” derler, muradları bu ma’nâdır, yâni nefsin kendisini idrak
etmesi vasıta ile değildir demektir. Amma nefsin âlât ile mutasarrıf olduğu
zâhirdir. Mesela âlet-i basar ile idrâk-i mubsarât (görülenler) ve âlet-i sem’ ile idrâk-i
mesmû’at (işitilen) eyler ve alâ hâzihi’l-kıyas ki kuvvet-i müdrikeden
zahir olur ve bu tasarruf ilmidir. Ve bir tasarruf dahi eder, ol odur ki
idrakten sonra tahrik-i a’dâb u azalât eyler ve bu tahrik sebebiyle bedenden
ef’âl-i müte’addide zuhur eyler. Ve bu, tasarruf-ı tahrîkîdir ki kuvvet-i
muharrikeden sâdır olur ve bu veçhile sâdır olan ef’âle “ef’âl-i ihtiyarriye”
derler. Ve bu ef’âlin keyfiyyet-i sudûru ve kemiyyet-i mebâdî vü esbâbı ilm-i
tabî’îde beyan olunur.”
Bardağı
gözle görüyor, sesi kulağıyla duyuyor insan; lakin nefsin kendini idraki aletle
olmaz, doğrudan olur. Klasik felsefede Aristo’dan gelen bir mantık vardır.
Aristo’ya göre Tanrı kendini düşünen bir varlıktır. Hem düşünen kendisi hem
düşünce kendisi, hem de düşüncenin nesnesi kendisi. Sonrasında bu İslam felsefesinde
‘ittihatü’ül-akl vel ma’kûl vel akîl’ -akl edenle ma’kulun birlikteliği denmiştir.
Ama nefs göz vasıtasıyla görür, kulak vasıtasıyla işitir. Nefs, idraki sadece duyu organlarıyla yapmaz; bir
tasarrufu daha vardır ki bu sinirler ve kaslar iledir. Bu tasarruf bedeni
hareket ettirici tasarruftur. Nefs
bedeni tahrik eder harekete geçirir, buradan fiiller sadır olur. Bu fiillere
nefsin istediği ‘hayırlı fiiller’ denir.
6.
Emr-i Sâdis Nefs Havâss ile Mahsûs olmadığıdır
“Çün
nefs cism ü cismani değil idüği zahir oldu, pes havâss ile mahsus olmadığı dahi
zahirdir, zîrâ havass ile (duyularla)
mahsus olan (hissedilen) ya cismdir ya
cismanidir. Çün nefs-i nâtıka cism ü cismaniyyetten mücerred ü mu’ârrâdır, pes
mahsus olmak dâyiresinden münezzeh ü müberradır:
Zan rûy be-çeşmem ten-i cânân
nenumâyed
Cânest ten-i nâzuk-i û cân nenumayed
[
o yüzden gözüme cananın teni görünmez; onun nazik teni candır, can ise
görünmez.]”
Nefsi
biz duyularla algılayamıyoruz, çünkü nefs cismani değil. Düşünen nefsin de cisimden ari olduğunu
biliyoruz.
Makam-ı
Sânî ( Nefs-i Nâtıkanın Ba’de Müfârakati’l-Beden Bâki Olduğun Beyanındadır)
o
Öldükten
sonra nefsin devamı ve bireysel nefis mi değil mi, bir de hesap konusunu
içerir.
“Çün
nefs-i nâtıka ta’rif ve ta’rifinin kuyûdu fevâyidine tevkif ol mikdar ki
tâkat-i beşeriyye (beşerin gücü
yettiği boyunca) ana vasıl ola- bu umûr-ı muzkûre ile ana tenbîh ü i’lâm
hâsıl oldu, pes şimden geri nefs-i natıkanın (düşünen nefsin) vücudu
helâk-ı bedenle zâyil ve inniyyeti-i zâtı inhidâm-ı bünyâd-ı cesed ile bâtıl
olmayıp belki de bâde müfârakati’l-beden(bedenden ayrılma) dâim ü bâkî(
zaman ve mekânda kayıtlı olmayacak) ve âlem-i mücerredata muttasıl u mülaki
olup ebede’l âbidîn (ezeli olarak, sonsuzca yaşayacak ) zümre-i
hâlidinden olduğın beyan edelim ki bizim matlubumuza azim nâfi’olduğundan (bizim
asıl amaçladığımız konuda açısından önemlidir)
gayrı hikmet ü şeri’atte asl-ı celil ve
meram-ı mühimmdir (çok önemlidir), zira sa’adeti uhreviyyenin sübutu ana
mübtenâ ve semerât-ı haşr-ı rûhanî bu secereden müctenadır (ahiret
hayatımız ruha buna bağlı). Ve kâffe –i hükema-i ilahiyyin (tüm
metafizikçikler,) ve amme-i felasife-i tabi’yyin (çoğu fizikçiler) bu
semte mayil ve bu kavle kayil olmuşlardır (kabul ederler). Ve hükemadan
bu mezhebe muhalif kimesne yoktur illa firak-ı tâbî’yyinden bir şirzime-i
mezmume (zemn edilmiş bir zümre) ve fırka-i mahrume ki menazil-i hikmet
ve felsefe-i hakkaya râh bulmayıp beyâbân- tabi’atta üftâde-i çâh oldular ve
anlara “Haşayişiyyun” dahi derler (otçular), zira insanı ki hülasa-i âlem ve
halifetullah-i’l-a’zamdır, haşayiş-i felevât gibi zâhib ü nâbit ve şeref-i
me’âd ve devlet-i beka vü lika ana gayrı sabittir dediler. Ve bunlar, hükema-i mu’teberin
arasında sefâletle meşhur ve felsefeleri gayet rekâketle ma’ruftur. (bunlar
sefil adamlar ve felsefeleri de zayıftır)
“Beşeri
takat” insanın sınırlarını belirler, bu
Yunan felsefesine de bir meydan okumadır.
o
Mücerred:
Maddeden ari, ayrı bir yerde bulunan bir gerçeklik küresi var, muhdes.
o
âlem-i
mücerredat: çeşitli
alemlerden biri.
İyi
ve kötünün günah ve sevabı olacak ki ahlaki davranışlarımızın bir anlamı olsun.
Tanrı’nın varlığı
o
hükema-i
ilahiyyin (metafizikçiler) : İbn-i Sina (Şifada olabilir) dediğine göre
felsefeyi mevcut cihetinden ele alınırsa ilm ü tabiyyün (fizikçiler) ortaya
çıkar. Ama varlık açısından felsefi problemleri ilahiyyun olarak ayırıyor. Bu
ayrım İbn-i Sina’dan başlıyor.
o
Haşayişiyyun
: öldükten sonra ot, böcek olacaklarına,
toprağa karışacaklarına inananlar. Öbür
dünya inancı olmayanlar.
“Ma’lûm
ola ki çün eczâ-yı beden anâsır-ı mütezâddeden müterekkeb ve harabe-i cesed
ecsâm-ı mütehâlifetü’t-tabâyi’den müterettebdir. Ve kudret-i Mübdi’-i Hakîm ü
Sâni’-i Alîm umûr-ı muhtelifeden cem’ü telfîk ve eşya-yı mütezadde nazm u
tevfîk (arabuluculuk) edip bedeni ecza-yı
müteferrikadan mü’ellef ve ruh-ı hayvani ve hararet-i gariziyye ile müste’add
(bilgi alma) u müşerref etmekle nefs-i natıkaya kesb-i kemal alet müretteb ve
kat’-ı tarik-i sa’âdet için mürekkeb eyledi. Ve çün bu azdad kahr-ı (zorlayarak)
ilahi ile makhur ve hayyizinden müfarık ve cüz’-i beden olmakta kasr-ı rabbani ile
maksur olmuşlardır, lâbüdd bu kahr (zorlayarak) dayim-i ebedi ve bâki-i
sermedi olmak mümkin değildir, belki bi’l-ahere ecza-yı anasırdan her birisi
ahyaz-ı asliyyesini tâlib ve emkine-i tab’iyyesinde hârib olup ukde-i terkib-i
inhilale mayil ve vusla-i ictima’u ittisal bi’l-külliyye zayil olsa gerek.”
Malum
ola ki beden unsurları birbirlerine zıt parçalardan oluşmaktadır (ateş, hava,
su, toprak). Cenâb-ı Hak birbirine zıt parçalardan oluşturdu, sonra farklı cüzlerden
telif etti. Hayvani nefs ve iç bir hararet, bilgi almaya hazır ve şerefli
kılmakla nefsi natıkaya kemal mertebesine ermesi için alet verdi. Ve bunu da
insanın saadeti elde etmesi için yaptı.
Burada
klasik doğa felsefesinin kuramını uyguladı. Her unsur doğal yerine gider. Bu
unsurları bir arada tutan Cenâb-ı Hakk’ın iradesidir. Bu da ezeli ve ebedi
olmayacak, parçalardan her birisi bulunduğu mekânı isteyecek ve buraya
tutunmayı istemeyecek.
o
Mevalidi
selase: cemadat, nebatat, hayvanat. 3 doğallar. Aklı faal, gökyüzü bunları
meydana getiriyor. (gök tengrı)
o
Mürekkebat-ı
mevalide: denilince mevalide selase akla gelecek.
“Amma
harab-ı diyar-ı cesedden sultan-ı nefse zeval gelmez ve indiras-ı atlal u
dimen-i bedenden gird-i fena konmaz, belki hayme bozulur, amma sultan-ı süvar u
keşti dağılır, lakin re’is derkenar.”
Ceset
ülkesi harab olur ama nefis sultanına bir şey olmaz. Bedene ait yapıların
ortadan kalkması onu yok etmez. Çadır bozulur fakat reis orda durur. Sultan
ruhtur, nefistir, içerde misafirdir; beden çadırdır, bu çadır yıkılacak ama
sultana bir şey olmayacak. Sultan öbür tarafa gidecek.
“Beli
çün nefs-i natıka mücerreddir; mücerrede kaba-yı bekadan gayrı hıl’at olmaz ve
kamet-i ruha eğerçi ceyb-i hudus-ı mücerreddir, lakin damen-i ebeddiyyeti gil-i
zeval ve gerd-i fenadan dolmaz, zira zeval ü fena cism ü cismaniyyata
mülayimdir, damen-i mücerredat har-ı fena ta’allukundan beri ve çehre-i
ruhaniyyat gerd-i zeval uruzundan salimdir. Ve Hace Nasir Tusi imtina’-ı fena
ve devam ü bekayı nefs-ı natıkaya delil irad eyledi, amma bir ihtimali
tatvilden havf edip nakl etmedik.”
Nefsi
natıka mücerreddir, maddeye bitişmediğine göre yok da olmaz.
“Amma
hülasa-i kelam ve hasıl-ı meramı oldur ki her şey ki kabil-i fena ve
mütehammil-i adem ba’de’-vücud ola, elbette ol şey bir mahalde hall olmak
gerek, suver ü a’raz gibi. Mesela cismin
arazları, levni (rengi) gibi,
rayihası gibi zeval ü fena bulur ve
suver-i cismiyye vü nev’iyye daha ki heyulada hulul etmişlerdir- zayil ü fani
olur (yok olurlar). Zira görürüz bir cisimden levni gidip bi-levn kalır ve
mahalden bir suret gidip suret-i uhra gelir. Amma bir şey ki hall olmayıp
mahz-ı (mutlak) mahall ola, heyula gibi yahud ne hall ve ne mahall ola,
mücerredat gibi(maddeden ari), asla anlara vücudundan sonra fena gelmez (yok olmaz) ve adem
ba’de’ı-hudus ki fena andan ibarettir- anlara arız olmaz. (oluş ve yok
oluşun dışındadırlar)”
Var
olduktan sonra her şey yok olabilir. Bir şeyin varlıktan sonra yok olması, o
şeyin mahalde olmasını gerektirir. Mahal
ve hal ilişkisi, cevher ile araz ilişkisi gibidir. Bardak ‘mahal’se içinde olan
çay ‘hal’dir.
Cismi
suret; heyula+ 3 boyuttur.
Suver: formlar, suretin çoğulu.
nev’iyye:
türsellik
Bir
suret farklı bir surete girebilir. Araz maruzat, hal mahalle, cevhere hulul
eder. Bir şey mutlak hal ise mutlak mahaldir. ve suver-i cismiyye vü
nev’iyye de yok olur heyulada oldukları için diyor burada ama bu tehlikeli
bir yorum. Çünkü cismiyye de neviyye de yok olmaz çünkü mahiyet yok olmaz,
sadece biz yokoluruz, bireyleri yok olur. Sureti cismiyyenin kendisi aklı
faalde durur.
“Ve
müte’emmil-i sadık ve müteffekkir-i hâzık (usta)
–ki ahval-i âlem-i kevn ü fesada nigeran ve peyk-i nazarı kevçe –i atvar-ı hal’
u lebse güzeran ola alim ü vakıf olur ki
fena –ki alem-i unsuride şâyi’ü müştehirdir (yaygın bir söylentidir)–
heman â’raz-u suvere muhtass u münhasırdır. Amma â’razın zevali mu’ayen ve hususen
zikr ettiğimiz misalden zahir ü mübeyyendir; amma suverin (formlar)
fenası kevn ü fesad (oluş bozuluşa)haletinde mukarrerdir. Ve “fesad”
ıstılah-ı hukemada heyula bir sureti çıkarıp; “kevn” suret-i uhra giymekle
müfesserdir. Mesela unsur-ı âb (su unsurı) tebhir olup (buharlaşıp)
havaya inkılab eylese suret-i hava’iyye gelmesi “kevn” ve suret-i mâ’iyyenin
gitmesi (su suretinin ortadan kalkması) “ fesad” dır. Ve “hal’”`u “lebs”ü
“istihale” lafzından ıstılah-ı hukemada bu mana muraddır. Bu surette münkalib
olan (dönüşen) mâ , münkalebün
ileyh havanın heyulası birdir, amma suret_i âb-ki fani oldu, suret-i havaya ki
hadis oldu, mugayirdir (değişir). Pes suret gah hadis gah fani olduğu
zahirdir. Heyula ki halette baki ve iki surete dahi mülakidir (birleşir).
Ve çün nefs-i natıka ne surettir ne arazdır, belki mücerreddir, pes anın zeval
ü fenası mümteni’ ve bekası sermeddir(ebedidir), belki helak-ı beden
nefse nisbet bir sâni’a zeval-i alet ve fârise ziya’-ı merkeb gibidir.”
Doğru
düşünen bir usta, bu oluş ve bozuluşlara vâkıftırlar. Arazların ortadan
kalkması renginin değişmesi gibidir. Ama suverin (formların) bozulması kevn i
fesada (oluş bozuluşa ) konudur. Burada kev ve fesada yeni bir tanım yapıyor.
Fesad:
islamı hukemada heyula bir sureti
çıkartacak (yılanın kabuk değiştirmesi gibi) , kevn ise yeni bir suret giyerek
oluşmasıdır.
Mesela
su unsuru, buharlaşıp sureti havaya girmesi suretinin değişmesidir kevn; su
suretinin ortadan kalkması ise fesadtır. Çok yeni bir tanım yaptı burada. Gerçi
bu tanım Aristotalesçilere İbni Sinacılara pek aykırı bir tanım değil. Bu
verilen örnekte dönüşen su, dönüştüğü şey buhar ve ikisinin heyulası
birliktedir. Suretleri değişse de heyulaları aynıdır. Suretleri fani olurlar
baki olurlar bu değişir ama heyula her iki surette de vardır. Hatta heyula 3-4
surete de girebilir. Nefis ne surettir ne arazdır; mücerreddir. Dolayısıyla yok
olmaz bekası ebedidir. Hiçbir zaman zevale uğramayacaktır. Nefi natıkayı da
sermedi olarak düşünüyor.
Makam-ı
Salis Nefs-i Nâtıka-i İnsaniyyenin Kuvvetlerin Beyan ve Sâyir Hayvanat
Kuvâsından Temyiz Etmektir
o
Burada
nebati hayvani ve insani nefsi anlatıp onların kuvvelerini verecek.
“Ma’lum
ola ki “nefs” hukema katında üç nesneye itlak olunur. Birisi nefs-i nebati,
birisi nefs-i hayvani, birisi nefs-i insanidir. Eğerçi bizim maksudumuz bu
kitapta nefsi insanidir fakat amma nefs-i nebati vü hayvaniyye dahi fi’l-cümle
işaret edelim ki ıstılah-ı hukemaya bir mikdar vukuf hâsıl olup nefs-i insaniye
mezid-i izah dahi ola.”
Nefsin
üç anlamı vardır. Bitkisel, hayvani ve insani nefs. Hukemanın terimlerine bir
miktar vakıf olup insan nefsini daha iyi anlamış olalım.
Evvela
Nefs-i Nebati
“Her
cisim ki nâmî (büyümek) ola,
nebat gibi, hayvan gibi, insan gibi, anda mevcuddur. Ve şol cism ki câmid (donmuş)
olup nümuvvdan hâlî ola, besayıt-ı anasır ki ateş ve âb ve hava ve turabdır,
anlar gibi ve ma’deniyyat ve mürekkebat-ı gayr-ı tamme gibi, anlarda nefs-i
nebati ma’dum u mefkundur ve cisimde olan havass (duyarllık) u âsâr-ı
tagdiye (beslenme) gibi, tenmiye (büyüme)gibi ve anların levazımı
cümlesi nefs-i nebatiye müstenid ve nefs-i nebati anlara mebde’ü illettir.”(
bütün bunların ilkesi nebati nefisdir; besleniyoruz, büyüyoruz,çoğalıyoruz hep
bununla alakalı)
Bitki
hayvan insan büyür (nami, nümuvv). Donmuş olan büyümeyen taş gibi, Ateş, su
hava ve toprak gibi, madenler gibi, bazı gök olayları.
mürekkebat-ı
gayr-ı tamme ( formlarını
sürdüremeyen evrendeki oluşumlar) yıldırım şimşek, oluşuyor ama büyüme yok.
““tagdiye”
diye ana derler ki gıda kendi suretinden çıkıp mugtedi, a’ni gıda-hor olan
cisim suretine girip andan cüz’ ola. Ve bu tagdiyenin nebat u hayvan u insanda
vücudu lazımdır. Mesela nebatatta ecza-yı ma’iyye vü turabiyye ki –gıda-yı
nebattır- urukundan (damarlarından)
sirayet edip nebat-ı mugtedinin suretine girip andan cüz olur. ve kezalik insan
u hayvanda gıda-yı me’kul mideye, mideden kebide, kebidden a’zaya varıp hazmı
tâmm ile münhazım olup hayvan-ı mugtediden cüz olur.”
Tagdiye
: Bir gıdayı yiyen kişide o gıda o kişini
suretine gidiyor. Beslenmek hem bitkide hem hayvanda hem de insanda vardır.
Mesela su, toprak bitkinin gıdasıdır; onun damarlarından girip beslenen
bitkinin suretinden bir parça oluyor. Aynı şekilde insan ve hayvanda gıda
mideye gelir, oradan ciğere, oradan azalara varıp tam bir erimeyle hazm edilmiş
olup hangi hayvan yemişse onun parçası olur.
“Ve
“tenmiye” ve “nümuvv” ana derler ki cism-i nami eğer nebat eğer hayvan eğer
insan aktar- selasesinde ( üç
boyutunda), yani tulünde (uzunluğunda )ve arzında(genişliğinde)
ve umkunda(derinliğinde), tenasüb-i tabi’i (doğal oran orantı) üzere
mütezâyid ola. Ve bu kuvvet-i tenmiye ahir-i ömre dek baki vü mümtedd olmaz,
belki bu ziyadenin –ki ana avamm “büyümek” derler- mikdar-ı muayyen ve zeman-ı
mukadderi vardır ki ol zemana vasıl olduktan sonra kuvvet-i tenmiye vâkıf olup
amelden kalır. Ve ana hukema “sinn-i vukuf” derler. Ve ol, insanda yiğirmi dört
yaşına varacak vâkıf olup min ba’din nümuvv üzerine artmaz. Amma simn ki-
semizliktir- nümuvv değildir, zira aktar-ı selasete olmaz. İnsan ne kadar semin
olsa tulunden hardal kadar ziyade olmaz. Ol sebepten simn, nümuvv add olunmaz.
Amma tagdiye ahir-i ömre dek bâki ve bi-zevaldir, zira nebat u hayvan u insanın
gıdasız bekası muhaldir.”
Büyüme
ona derler ki, ister bitki, hayvan, insan olsun; üç boyutunda doğal bir oran
orantıyla olur. Bu büyüme ölünceye kadar olmaz, belli bir döneme kadar olur. Belirli
bir miktarı ve zamanı vardır. O zamana ve mekâna ulaştığında artık duru ve
kalır. Hukema ona durma, olgunluk yaşı derler. Ama Kilo almak büyümek demek
değildir, üç boyutlu olmaz. Ama beslenme ahir ömre kadar devam eder çünkü
gıdasız hayatını sürdüremezler.
“Ve
bu nefs ki cism-i nâmide sabittir, suret-i nev’iyyesidir, zira hukema zâhib
oldular ki her cismin eğer basit eğer mürekkeb eğer feleki eğer unsuri elbette
bir suret-i nev’iyyesi vardır ki anınla sâyir envâ’ından mümtaz ve havass u
âsarına ol suret mebde’ü illettir. Pes cism-i nâmide suret-i nev’iyyeye –ki
mebde’i âsâr-ı muhtassa ve havass-ı lazımesidir. Nefs-i nebati dediler.”
Bitkisel
nefs bitkide sabittir onun sureti nev’iyyesidir. Bitkinin suretini bu
nefs verir. Nefis suret vericidir. İnsana da insan suretini nefs-i natıka
veriyor. Cisimlerin hepsinin bir suret-i
nev’iyyesi vardır. Diğer türlerden ayrılır ve özelliklerine mebde teşkil eder.
Bedenin bir fonksiyonudur nefs, her şeyi yönetiyor. Bu nedenle büyüyen cisimde
formel suret, birbirlerine balıdırlar buna da nefsi nebati derler.
İkinci
ki Nefs-i Hayvanîdir
“Her
hayvanda nâtık u gayr-ı nâtık mevcuddur ve hayvan olmayan cism-i nâmide,
nebatat gibi, mefkuddur. Ve hayvanın havass-ı lazimesi (gerekli duyuları),
hayat gibi, his gibi, hareket bi’l-irade gibi, bu nefs mebde’ü sebebdir ve
hayvanatın suret-i nev’iyyesidir.”
İster
insan olsun ister diğer hayvanlar, nefsi hayvani vardır. Ama aşağısında yoktur.
Bir nefs yukarı katılır ama aşağı katılamaz yani bitkide bu hayvani nefs yok.
Hiyerarşi var. Bitkisel nefiste olan tagdiye, tenmiyye ve nümuvv burada hayvani
nefse aktarılıyor ve orada yeni leyler çıkıyor. Hayat (canlılık), his (duyu,
algı), iradeyle hareket oluyor. Hayvanın bu da türsel suretidir.
Bitkiler
hayy anlamında canlı değiller, irade olması lazım, olabilmesi için yerini irade
edip değiştirebilmeli.
Üçüncü
ki Nefs-i İnsanidir
“Nev’i
insana mahsus u mukarin (bitişik)
ve nev’i insan sâyir envâ-ı hayvanattan
bu nefs ile mümtaz u mübayindir. Ve insan havassı ki gayr-ı enva-ı hayvanat ve
ecnas-ı nebatatta yokdur, ta’akkul-i külliyat (tümelleri düşünmek )ve
nutk u dıhk(gülmek) gibi, cümlesinin mebde’ü illeti bu nefsdir. Ve bu
nefslerin her irisinin niçe kuvvetleri vardır ve ol kuvvetler dahi niçe ef’ale
sebeb ü mebdedir.”
İnsan
türüne has ve ona bitişik ve diğer hayvanlardan bu nefsle ayrılıyor. İnsanın hassaları; tümelleri düşünmek,
düşünmek ve gülmek. Tüm insani şeyler buradan gelir. Hayvanlar da tekilleri
(cüzi) idrak eder ama insan külliyatını idrak ediyor. Kavramsal düşünebiliyor
insan. Bu nefslerin de kuvvetleri var bu da belli davranışların nedenidir.
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder