İHSAN FAZLIOĞLU İLE AHLÂK-I ALÂ’Î OKUMALARI DERS NOTLARI-XII

İHSAN FAZLIOĞLU İLE AHLÂK-I ALÂ’Î OKUMALARI DERS NOTLARI-XII


o   Nefs  hakkında altı bap açılmıştı. İlk dördü geçen derste açıklanmıştı, bugün son ikisi açıklanacak.

5. Emr-i Hâmis Nefs Bi’z-zat Müdrik ve âlat ile mutasarrıf idüğidir (s.59)

“Çün sabıkan mâ’lûm oldu ki nefs kendisini idrak eyler, idrak ettiğin dahi idrak eyler. Ve câyiz değildir nefs kendisini âletle idrâk eyleye, zirâ şey’le nefsi mabeyninde âlet tahallül etmek mümkin değildir. Ve hukemâ ki “akl ve âkıl ve ma’kûl mütehhidir” derler, muradları bu ma’nâdır, yâni nefsin kendisini idrak etmesi vasıta ile değildir demektir. Amma nefsin âlât ile mutasarrıf olduğu zâhirdir. Mesela âlet-i basar ile idrâk-i mubsarât (görülenler) ve âlet-i sem’ ile idrâk-i mesmû’at (işitilen) eyler ve alâ hâzihi’l-kıyas ki kuvvet-i müdrikeden zahir olur ve bu tasarruf ilmidir. Ve bir tasarruf dahi eder, ol odur ki idrakten sonra tahrik-i a’dâb u azalât eyler ve bu tahrik sebebiyle bedenden ef’âl-i müte’addide zuhur eyler. Ve bu, tasarruf-ı tahrîkîdir ki kuvvet-i muharrikeden sâdır olur ve bu veçhile sâdır olan ef’âle “ef’âl-i ihtiyarriye” derler. Ve bu ef’âlin keyfiyyet-i sudûru ve kemiyyet-i mebâdî vü esbâbı ilm-i tabî’îde beyan olunur.”
Bardağı gözle görüyor, sesi kulağıyla duyuyor insan; lakin nefsin kendini idraki aletle olmaz, doğrudan olur. Klasik felsefede Aristo’dan gelen bir mantık vardır. Aristo’ya göre Tanrı kendini düşünen bir varlıktır. Hem düşünen kendisi hem düşünce kendisi, hem de düşüncenin nesnesi kendisi. Sonrasında bu İslam felsefesinde ‘ittihatü’ül-akl vel ma’kûl vel akîl’ -akl edenle ma’kulun birlikteliği denmiştir. Ama nefs göz vasıtasıyla görür, kulak vasıtasıyla işitir. Nefs,  idraki sadece duyu organlarıyla yapmaz; bir tasarrufu daha vardır ki bu sinirler ve kaslar iledir. Bu tasarruf bedeni hareket ettirici tasarruftur.  Nefs bedeni tahrik eder harekete geçirir, buradan fiiller sadır olur. Bu fiillere nefsin istediği ‘hayırlı fiiller’ denir.

6. Emr-i Sâdis Nefs Havâss ile Mahsûs olmadığıdır
“Çün nefs cism ü cismani değil idüği zahir oldu, pes havâss ile mahsus olmadığı dahi zahirdir, zîrâ havass ile (duyularla) mahsus olan (hissedilen)  ya cismdir ya cismanidir. Çün nefs-i nâtıka cism ü cismaniyyetten mücerred ü mu’ârrâdır, pes mahsus olmak dâyiresinden münezzeh ü müberradır:

Zan rûy be-çeşmem ten-i cânân nenumâyed
Cânest ten-i nâzuk-i û cân nenumayed

[ o yüzden gözüme cananın teni görünmez; onun nazik teni candır, can ise görünmez.]”
Nefsi biz duyularla algılayamıyoruz, çünkü nefs cismani değil.  Düşünen nefsin de cisimden ari olduğunu biliyoruz.
Makam-ı Sânî ( Nefs-i Nâtıkanın Ba’de Müfârakati’l-Beden Bâki Olduğun Beyanındadır)
o   Öldükten sonra nefsin devamı ve bireysel nefis mi değil mi, bir de hesap konusunu içerir.
“Çün nefs-i nâtıka ta’rif ve ta’rifinin kuyûdu fevâyidine tevkif ol mikdar ki tâkat-i beşeriyye (beşerin gücü yettiği boyunca) ana vasıl ola- bu umûr-ı muzkûre ile ana tenbîh ü i’lâm hâsıl oldu, pes şimden geri nefs-i natıkanın (düşünen nefsin) vücudu helâk-ı bedenle zâyil ve inniyyeti-i zâtı inhidâm-ı bünyâd-ı cesed ile bâtıl olmayıp belki de bâde müfârakati’l-beden(bedenden ayrılma) dâim ü bâkî( zaman ve mekânda kayıtlı olmayacak) ve âlem-i mücerredata muttasıl u mülaki olup ebede’l âbidîn (ezeli olarak, sonsuzca yaşayacak ) zümre-i hâlidinden olduğın beyan edelim ki bizim matlubumuza azim nâfi’olduğundan (bizim asıl amaçladığımız konuda açısından önemlidir)    gayrı hikmet ü şeri’atte asl-ı celil ve meram-ı mühimmdir (çok önemlidir), zira sa’adeti uhreviyyenin sübutu ana mübtenâ ve semerât-ı haşr-ı rûhanî bu secereden müctenadır (ahiret hayatımız ruha buna bağlı). Ve kâffe –i hükema-i ilahiyyin (tüm metafizikçikler,) ve amme-i felasife-i tabi’yyin (çoğu fizikçiler) bu semte mayil ve bu kavle kayil olmuşlardır (kabul ederler). Ve hükemadan bu mezhebe muhalif kimesne yoktur illa firak-ı tâbî’yyinden bir şirzime-i mezmume (zemn edilmiş bir zümre) ve fırka-i mahrume ki menazil-i hikmet ve felsefe-i hakkaya râh bulmayıp beyâbân- tabi’atta üftâde-i çâh oldular ve anlara “Haşayişiyyun” dahi derler (otçular), zira insanı ki hülasa-i âlem ve halifetullah-i’l-a’zamdır, haşayiş-i felevât gibi zâhib ü nâbit ve şeref-i me’âd ve devlet-i beka vü lika ana gayrı sabittir dediler. Ve bunlar, hükema-i mu’teberin arasında sefâletle meşhur ve felsefeleri gayet rekâketle ma’ruftur. (bunlar sefil adamlar ve felsefeleri de zayıftır)
“Beşeri takat” insanın sınırlarını belirler,  bu Yunan felsefesine de bir meydan okumadır.
o   Mücerred: Maddeden ari, ayrı bir yerde bulunan bir gerçeklik küresi var, muhdes.
o   âlem-i mücerredat: çeşitli alemlerden biri.
İyi ve kötünün günah ve sevabı olacak ki ahlaki davranışlarımızın bir anlamı olsun. Tanrı’nın varlığı
o   hükema-i ilahiyyin   (metafizikçiler) : İbn-i Sina (Şifada olabilir) dediğine göre felsefeyi mevcut cihetinden ele alınırsa ilm ü tabiyyün (fizikçiler) ortaya çıkar. Ama varlık açısından felsefi problemleri ilahiyyun olarak ayırıyor. Bu ayrım İbn-i Sina’dan başlıyor.
o   Haşayişiyyun : öldükten sonra ot, böcek olacaklarına, toprağa karışacaklarına  inananlar. Öbür dünya inancı olmayanlar.

“Ma’lûm ola ki çün eczâ-yı beden anâsır-ı mütezâddeden müterekkeb ve harabe-i cesed ecsâm-ı mütehâlifetü’t-tabâyi’den müterettebdir. Ve kudret-i Mübdi’-i Hakîm ü Sâni’-i Alîm umûr-ı muhtelifeden cem’ü telfîk ve eşya-yı mütezadde nazm u tevfîk (arabuluculuk) edip bedeni ecza-yı müteferrikadan mü’ellef ve ruh-ı hayvani ve hararet-i gariziyye ile müste’add (bilgi alma) u müşerref etmekle nefs-i natıkaya kesb-i kemal alet müretteb ve kat’-ı tarik-i sa’âdet için mürekkeb eyledi. Ve çün bu azdad kahr-ı (zorlayarak) ilahi ile makhur ve hayyizinden müfarık ve cüz’-i beden olmakta kasr-ı rabbani ile maksur olmuşlardır, lâbüdd bu kahr (zorlayarak) dayim-i ebedi ve bâki-i sermedi olmak mümkin değildir, belki bi’l-ahere ecza-yı anasırdan her birisi ahyaz-ı asliyyesini tâlib ve emkine-i tab’iyyesinde hârib olup ukde-i terkib-i inhilale mayil ve vusla-i ictima’u ittisal bi’l-külliyye zayil olsa gerek.”
Malum ola ki beden unsurları birbirlerine zıt parçalardan oluşmaktadır (ateş, hava, su, toprak). Cenâb-ı Hak birbirine zıt parçalardan oluşturdu, sonra farklı cüzlerden telif etti. Hayvani nefs ve iç bir hararet, bilgi almaya hazır ve şerefli kılmakla nefsi natıkaya kemal mertebesine ermesi için alet verdi. Ve bunu da insanın saadeti elde etmesi için yaptı.
Burada klasik doğa felsefesinin kuramını uyguladı. Her unsur doğal yerine gider. Bu unsurları bir arada tutan Cenâb-ı Hakk’ın iradesidir. Bu da ezeli ve ebedi olmayacak, parçalardan her birisi bulunduğu mekânı isteyecek ve buraya tutunmayı istemeyecek.
o   Mevalidi selase: cemadat, nebatat, hayvanat. 3 doğallar. Aklı faal, gökyüzü bunları meydana getiriyor. (gök tengrı)
o   Mürekkebat-ı mevalide: denilince mevalide selase akla gelecek.

Amma harab-ı diyar-ı cesedden sultan-ı nefse zeval gelmez ve indiras-ı atlal u dimen-i bedenden gird-i fena konmaz, belki hayme bozulur, amma sultan-ı süvar u keşti dağılır, lakin re’is derkenar.”
Ceset ülkesi harab olur ama nefis sultanına bir şey olmaz. Bedene ait yapıların ortadan kalkması onu yok etmez. Çadır bozulur fakat reis orda durur. Sultan ruhtur, nefistir, içerde misafirdir; beden çadırdır, bu çadır yıkılacak ama sultana bir şey olmayacak. Sultan öbür tarafa gidecek.
Beli çün nefs-i natıka mücerreddir; mücerrede kaba-yı bekadan gayrı hıl’at olmaz ve kamet-i ruha eğerçi ceyb-i hudus-ı mücerreddir, lakin damen-i ebeddiyyeti gil-i zeval ve gerd-i fenadan dolmaz, zira zeval ü fena cism ü cismaniyyata mülayimdir, damen-i mücerredat har-ı fena ta’allukundan beri ve çehre-i ruhaniyyat gerd-i zeval uruzundan salimdir. Ve Hace Nasir Tusi imtina’-ı fena ve devam ü bekayı nefs-ı natıkaya delil irad eyledi, amma bir ihtimali tatvilden havf edip nakl etmedik.”
Nefsi natıka mücerreddir, maddeye bitişmediğine göre yok da olmaz.

“Amma hülasa-i kelam ve hasıl-ı meramı oldur ki her şey ki kabil-i fena ve mütehammil-i adem ba’de’-vücud ola, elbette ol şey bir mahalde hall olmak gerek, suver ü a’raz gibi.  Mesela cismin arazları, levni (rengi) gibi, rayihası gibi zeval ü  fena bulur ve suver-i cismiyye vü nev’iyye daha ki heyulada hulul etmişlerdir- zayil ü fani olur (yok olurlar). Zira görürüz bir cisimden levni gidip bi-levn kalır ve mahalden bir suret gidip suret-i uhra gelir. Amma bir şey ki hall olmayıp mahz-ı (mutlak) mahall ola, heyula gibi yahud ne hall ve ne mahall ola, mücerredat gibi(maddeden ari), asla anlara vücudundan sonra fena  gelmez (yok olmaz) ve adem ba’de’ı-hudus ki fena andan ibarettir- anlara arız olmaz. (oluş ve yok oluşun dışındadırlar)”
Var olduktan sonra her şey yok olabilir. Bir şeyin varlıktan sonra yok olması, o şeyin mahalde olmasını gerektirir.  Mahal ve hal ilişkisi, cevher ile araz ilişkisi gibidir. Bardak ‘mahal’se içinde olan çay ‘hal’dir. 
Cismi suret; heyula+ 3 boyuttur.
Suver: formlar, suretin çoğulu.
nev’iyye: türsellik
Bir suret farklı bir surete girebilir. Araz maruzat, hal mahalle, cevhere hulul eder. Bir şey mutlak hal ise mutlak mahaldir. ve suver-i cismiyye vü nev’iyye de yok olur heyulada oldukları için diyor burada ama bu tehlikeli bir yorum. Çünkü cismiyye de neviyye de yok olmaz çünkü mahiyet yok olmaz, sadece biz yokoluruz, bireyleri yok olur. Sureti cismiyyenin kendisi aklı faalde durur.

“Ve müte’emmil-i sadık ve müteffekkir-i hâzık (usta) –ki ahval-i âlem-i kevn ü fesada nigeran ve peyk-i nazarı kevçe –i atvar-ı hal’ u lebse güzeran ola alim ü  vakıf olur ki fena –ki alem-i unsuride şâyi’ü müştehirdir (yaygın bir söylentidir)– heman â’raz-u suvere muhtass u münhasırdır. Amma â’razın zevali mu’ayen ve hususen zikr ettiğimiz misalden zahir ü mübeyyendir; amma suverin (formlar) fenası kevn ü fesad (oluş bozuluşa)haletinde mukarrerdir. Ve “fesad” ıstılah-ı hukemada heyula bir sureti çıkarıp; “kevn” suret-i uhra giymekle müfesserdir. Mesela unsur-ı âb (su unsurı) tebhir olup (buharlaşıp) havaya inkılab eylese suret-i hava’iyye gelmesi “kevn” ve suret-i mâ’iyyenin gitmesi (su suretinin ortadan kalkması) “ fesad” dır. Ve “hal’”`u “lebs”ü “istihale” lafzından ıstılah-ı hukemada bu mana muraddır. Bu surette münkalib olan (dönüşen)  mâ , münkalebün ileyh havanın heyulası birdir, amma suret_i âb-ki fani oldu, suret-i havaya ki hadis oldu, mugayirdir (değişir). Pes suret gah hadis gah fani olduğu zahirdir. Heyula ki halette baki ve iki surete dahi mülakidir (birleşir). Ve çün nefs-i natıka ne surettir ne arazdır, belki mücerreddir, pes anın zeval ü fenası mümteni’ ve bekası sermeddir(ebedidir), belki helak-ı beden nefse nisbet bir sâni’a zeval-i alet ve fârise ziya’-ı merkeb gibidir.”
Doğru düşünen bir usta, bu oluş ve bozuluşlara vâkıftırlar. Arazların ortadan kalkması renginin değişmesi gibidir. Ama suverin (formların) bozulması kevn i fesada (oluş bozuluşa ) konudur. Burada kev ve fesada yeni bir tanım yapıyor.
Fesad: islamı hukemada  heyula bir sureti çıkartacak (yılanın kabuk değiştirmesi gibi) , kevn ise yeni bir suret giyerek oluşmasıdır.
Mesela su unsuru, buharlaşıp sureti havaya girmesi suretinin değişmesidir kevn; su suretinin ortadan kalkması ise fesadtır. Çok yeni bir tanım yaptı burada. Gerçi bu tanım Aristotalesçilere İbni Sinacılara pek aykırı bir tanım değil. Bu verilen örnekte dönüşen su, dönüştüğü şey buhar ve ikisinin heyulası birliktedir. Suretleri değişse de heyulaları aynıdır. Suretleri fani olurlar baki olurlar bu değişir ama heyula her iki surette de vardır. Hatta heyula 3-4 surete de girebilir. Nefis ne surettir ne arazdır; mücerreddir. Dolayısıyla yok olmaz bekası ebedidir. Hiçbir zaman zevale uğramayacaktır. Nefi natıkayı da sermedi olarak düşünüyor.

Makam-ı Salis Nefs-i Nâtıka-i İnsaniyyenin Kuvvetlerin Beyan ve Sâyir Hayvanat Kuvâsından Temyiz Etmektir
o   Burada nebati hayvani ve insani nefsi anlatıp onların kuvvelerini verecek.
“Ma’lum ola ki “nefs” hukema katında üç nesneye itlak olunur. Birisi nefs-i nebati, birisi nefs-i hayvani, birisi nefs-i insanidir. Eğerçi bizim maksudumuz bu kitapta nefsi insanidir fakat amma nefs-i nebati vü hayvaniyye dahi fi’l-cümle işaret edelim ki ıstılah-ı hukemaya bir mikdar vukuf hâsıl olup nefs-i insaniye mezid-i izah dahi ola.”
Nefsin üç anlamı vardır. Bitkisel, hayvani ve insani nefs. Hukemanın terimlerine bir miktar vakıf olup insan nefsini daha iyi anlamış olalım.

Evvela Nefs-i Nebati
“Her cisim ki nâmî (büyümek) ola, nebat gibi, hayvan gibi, insan gibi, anda mevcuddur. Ve şol cism ki câmid (donmuş) olup nümuvvdan hâlî ola, besayıt-ı anasır ki ateş ve âb ve hava ve turabdır, anlar gibi ve ma’deniyyat ve mürekkebat-ı gayr-ı tamme gibi, anlarda nefs-i nebati ma’dum u mefkundur ve cisimde olan havass (duyarllık) u âsâr-ı tagdiye (beslenme) gibi, tenmiye (büyüme)gibi ve anların levazımı cümlesi nefs-i nebatiye müstenid ve nefs-i nebati anlara mebde’ü illettir.”( bütün bunların ilkesi nebati nefisdir; besleniyoruz, büyüyoruz,çoğalıyoruz hep bununla alakalı)
Bitki hayvan insan büyür (nami, nümuvv). Donmuş olan büyümeyen taş gibi, Ateş, su hava ve toprak gibi, madenler gibi, bazı gök olayları.
mürekkebat-ı gayr-ı tamme ( formlarını sürdüremeyen evrendeki oluşumlar) yıldırım şimşek, oluşuyor ama büyüme yok.

““tagdiye” diye ana derler ki gıda kendi suretinden çıkıp mugtedi, a’ni gıda-hor olan cisim suretine girip andan cüz’ ola. Ve bu tagdiyenin nebat u hayvan u insanda vücudu lazımdır. Mesela nebatatta ecza-yı ma’iyye vü turabiyye ki –gıda-yı nebattır- urukundan (damarlarından) sirayet edip nebat-ı mugtedinin suretine girip andan cüz olur. ve kezalik insan u hayvanda gıda-yı me’kul mideye, mideden kebide, kebidden a’zaya varıp hazmı tâmm ile münhazım olup hayvan-ı mugtediden cüz olur.”
Tagdiye : Bir gıdayı yiyen kişide o gıda o kişini suretine gidiyor. Beslenmek hem bitkide hem hayvanda hem de insanda vardır. Mesela su, toprak bitkinin gıdasıdır; onun damarlarından girip beslenen bitkinin suretinden bir parça oluyor. Aynı şekilde insan ve hayvanda gıda mideye gelir, oradan ciğere, oradan azalara varıp tam bir erimeyle hazm edilmiş olup hangi hayvan yemişse onun parçası olur.

“Ve “tenmiye” ve “nümuvv” ana derler ki cism-i nami eğer nebat eğer hayvan eğer insan aktar- selasesinde ( üç boyutunda), yani tulünde (uzunluğunda )ve arzında(genişliğinde) ve umkunda(derinliğinde), tenasüb-i tabi’i (doğal oran orantı) üzere mütezâyid ola. Ve bu kuvvet-i tenmiye ahir-i ömre dek baki vü mümtedd olmaz, belki bu ziyadenin –ki ana avamm “büyümek” derler- mikdar-ı muayyen ve zeman-ı mukadderi vardır ki ol zemana vasıl olduktan sonra kuvvet-i tenmiye vâkıf olup amelden kalır. Ve ana hukema “sinn-i vukuf” derler. Ve ol, insanda yiğirmi dört yaşına varacak vâkıf olup min ba’din nümuvv üzerine artmaz. Amma simn ki- semizliktir- nümuvv değildir, zira aktar-ı selasete olmaz. İnsan ne kadar semin olsa tulunden hardal kadar ziyade olmaz. Ol sebepten simn, nümuvv add olunmaz. Amma tagdiye ahir-i ömre dek bâki ve bi-zevaldir, zira nebat u hayvan u insanın gıdasız bekası muhaldir.”
Büyüme ona derler ki, ister bitki, hayvan, insan olsun; üç boyutunda doğal bir oran orantıyla olur. Bu büyüme ölünceye kadar olmaz, belli bir döneme kadar olur. Belirli bir miktarı ve zamanı vardır. O zamana ve mekâna ulaştığında artık duru ve kalır. Hukema ona durma, olgunluk yaşı derler. Ama Kilo almak büyümek demek değildir, üç boyutlu olmaz. Ama beslenme ahir ömre kadar devam eder çünkü gıdasız hayatını sürdüremezler.
“Ve bu nefs ki cism-i nâmide sabittir, suret-i nev’iyyesidir, zira hukema zâhib oldular ki her cismin eğer basit eğer mürekkeb eğer feleki eğer unsuri elbette bir suret-i nev’iyyesi vardır ki anınla sâyir envâ’ından mümtaz ve havass u âsarına ol suret mebde’ü illettir. Pes cism-i nâmide suret-i nev’iyyeye –ki mebde’i âsâr-ı muhtassa ve havass-ı lazımesidir. Nefs-i nebati dediler.”
Bitkisel nefs bitkide sabittir onun sureti nev’iyyesidir. Bitkinin suretini bu nefs verir. Nefis suret vericidir. İnsana da insan suretini nefs-i natıka veriyor.  Cisimlerin hepsinin bir suret-i nev’iyyesi vardır. Diğer türlerden ayrılır ve özelliklerine mebde teşkil eder. Bedenin bir fonksiyonudur nefs, her şeyi yönetiyor. Bu nedenle büyüyen cisimde formel suret, birbirlerine balıdırlar buna da nefsi nebati derler.

İkinci ki Nefs-i Hayvanîdir
Her hayvanda nâtık u gayr-ı nâtık mevcuddur ve hayvan olmayan cism-i nâmide, nebatat gibi, mefkuddur. Ve hayvanın havass-ı lazimesi (gerekli duyuları), hayat gibi, his gibi, hareket bi’l-irade gibi, bu nefs mebde’ü sebebdir ve hayvanatın suret-i nev’iyyesidir.”
İster insan olsun ister diğer hayvanlar, nefsi hayvani vardır. Ama aşağısında yoktur. Bir nefs yukarı katılır ama aşağı katılamaz yani bitkide bu hayvani nefs yok. Hiyerarşi var. Bitkisel nefiste olan tagdiye, tenmiyye ve nümuvv burada hayvani nefse aktarılıyor ve orada yeni leyler çıkıyor. Hayat (canlılık), his (duyu, algı), iradeyle hareket oluyor. Hayvanın bu da türsel suretidir.
Bitkiler hayy anlamında canlı değiller, irade olması lazım, olabilmesi için yerini irade edip değiştirebilmeli.

Üçüncü ki Nefs-i İnsanidir
“Nev’i insana mahsus u mukarin (bitişik) ve nev’i insan sâyir  envâ-ı hayvanattan bu nefs ile mümtaz u mübayindir. Ve insan havassı ki gayr-ı enva-ı hayvanat ve ecnas-ı nebatatta yokdur, ta’akkul-i külliyat (tümelleri düşünmek )ve nutk u dıhk(gülmek) gibi, cümlesinin mebde’ü illeti bu nefsdir. Ve bu nefslerin her irisinin niçe kuvvetleri vardır ve ol kuvvetler dahi niçe ef’ale sebeb ü mebdedir.”
İnsan türüne has ve ona bitişik ve diğer hayvanlardan bu nefsle ayrılıyor.  İnsanın hassaları; tümelleri düşünmek, düşünmek ve gülmek. Tüm insani şeyler buradan gelir. Hayvanlar da tekilleri (cüzi) idrak eder ama insan külliyatını idrak ediyor. Kavramsal düşünebiliyor insan. Bu nefslerin de kuvvetleri var bu da belli davranışların nedenidir. 

***
 Ders Notları için Yasemin SÖZMEZ'e teşekkür ederim.
***
2015-2016 Dönemi Dersleri










2016-2017 Dönemi Dersleri

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Popular Posts