İHSAN FAZLIOĞLU İLE AHLÂK-I ALÂ’Î OKUMALARI DERS NOTLARI-XVIII
(Sayfa 73, son
paragraf)
***
2015-2016 Dönemi Dersleri
Her hayvan kanat, hızlı koşma, kaslar, tırnak vb. kendi
yaşamını sürdürecek şekilde Hikmet-i İlahi gereği donatılmıştır. Son paragrafta
misal olarak arı verilmiştir. Hayrete düşürecek şekilde önemli oluşundan
bahsedilir. Arı peteğini altıgen (müseddes) inşa eder. Daire, üçgen ya da
dörtgen olsaydı ne tür eksikliklerin olacağının anlatılıp bu şekilde oluşunun
Cenab-ı Hakk’ın verdiği ilhamla olduğu söylenir. Kısaca ilimleri olmamakla
birlikte bu şekilde donanmış olması Cenab-ı Hakk’ın bunlara verdiği ‘talim-i
amel’ ya da ilham gereğidir. Her hayvanın kemali kendi içerisine içkindir.
Allah tarafından potansiyelleri onlara derc edilmiştir. Her şey onlarda genetik
kodlarıyla depolanmış vaziyettedir. Hayvanları onları gerçekleştirirler ve onu
aşacak bir şey yapmazlar. Kur’an’da geçen “Biz arıya ilham ettik” bu anlama
gelir demek ister.
(Sayfa 74, ilk
paragraf)
Bu hayvan dünyasındaki yapıdır.
Ufuk kavramından hareketle anlatırsak hayvanların en üstünde at- maymun- fil
vardır. Atın rüya görmesi, maymunun dış görünüşü ve alet edevat kullanması,
fillerin akrabalık ilişkileri ve ölülerine tören yapmaları söz konusudur. Kargada 5 yaşındaki bir çocuğun zihnine
sahiptir. 4’e kadar sayabilir, problem çözebilir. İnternette bununla ilgili
yapılmış deneyler vardır. Tuti (papağan) konuşması bakımından benzetilir ama o
konuşmaz sadece taklit eder.
Endonezya’da nesnas denilen
insanımsı varlıklar hala bulunmaktadır. Pek üzerinde durulmamaktadır.
Razi’nin nesnaslardan bahsettiğini
biliyoruz. 6, 7 çeşit insan varlığı var, homo sapiens en gelişmiş diğerlerini
yok ediyor. Savaş izleri bulunmaktadır. Karışımın çok az olduğu Endonezya bölgesinde bulundukları
söyleniyor. Belki o nedenle bugün hala orada varlardır. Razi bunlardan ayetin
yorumuyla (belki buna ek olarak kadim bilgiyle çünkü insan hafızası hemen
unutmaz) bahsetmektedir. Mitolojilerde bulunanlarda bunların abartılmış hali
olabilir.
Burada kastedilen (enva-i
hayvanat) evrim dönüşüm değildir. Baklava dilimi gibidir. Bunlar insan
değildir. Sınırdakiler Kuzey kavimleriyle Ekvator kavimleridir. Türkler kuzeyde
(Ruslar kastedilir), Ekvatorda Hint, Zenc ve Berberiler bulunur. Bunlar
insanlığın en ednasdır. En üstü de 4.iklimde bulunan orta dünyadır. Yunan,
Kuzey Afrika, Mısır, İran havzası, orta Hindistan’ın kuzeyi, Çin bölgesindeli
insanlardır. İnsanlarda kendi içerisinde sınıflandırılmıştır ( edna/ efdal).
Kuzey ve Ekvator kavimleri fehm ve zekada hayvana karib, itidalden
nasipsizdirler. Kuzeyde burudet (soğukluk), Ekvator’da hararet (sıcaklık) itidali bozmaktadır. Bu
tanımlama ontolojik olarak değil iklimseldir, farklı bölgelere gidip orada
yaşamlarını sürdürülerse itidale kavuşurlar. Cahız buna örnektir. 4 sıvının
karışımı denge durumu olan itidalden uzak olanlar için behaim (vahşi hayvan)
tanımı kullanılır. [ Moğallarda su kutsaldır, kaplar yıkanmaz, hijyen yoktur.
Dolayısıyla yaşama devam edenler en dayanıklılarıdır. Türkler içinde böyledir,
banyo bile yapmazlar. ]
İbn Haldun Mukaddime’sinde ufuk
meselesini çok tafsilatlı anlatır. İmkan olarak ifade eder. Şartlar tahakkuk
ettiğinde bu imkan mümküne dönüşür. Dolayısıyla Bağdat ya da Yunanistan’dan bir
grup insan Kuzeye yerleştirildiğinde 1, 2 nesil sonra onlarında itidali
bozulacaktır. Bu durum için “ictimaü’ş-şerait imtinaü’l-mevani”, olumlu şartlar bir araya gelip olumsuz
şartlar ortadan kalkacaktır ki o zaman itidal oluşur denir.
Kınalızade nesnası simurg gibi gerçekte olmayan varlıklar olduğunu düşünür.
(Bakara 39 bağlamında yeryüzünde bozgunculuk çıkaracak varlıklar mı
yaratacaksın diye soran meleklerin bunu nesnas gibi aklı/nutku olmayan
insanımsı varlıklardan hareketle sordukları söylenmektedir.)
Kadı Said, en faziletli
kavimlerin Keldaniler ( Mezapotamyalılar), Hintliler, İbraniler, Farslar,
Romalılar, Yunanlılar olduğunu, ilme katkı yapmamakla birlikte var olanlar
Türkler ve Çinliler diğerleri behaimdir demektedir.
(Sayfa 74, son
paragraf)
Bu taksimat insanın tercihi değil, mizacındandır. İçtiği
sudan, iklimden, yaşadığı coğrafyadan, yediği yemekten kaynaklanır. Bir de
insandaki kemalin, erdemliliğin ihtiyari olan tarafı vardır.
1. Fehm ve Hads: Akli temyiz ve üstü olarak faydalı, zararlı olanı
birbirinden ayıran, daha üstünü anlamak, sezmek (hads) vardır. Bunlar sanat erbabı,
terziler, tabiplerdir.
2. Nazari Akıl: Sudurun kaynağından faydalanarak kabiliyetlerini
geliştirirler.
3. Enbiya- Evliya: Burada bulunanlar ilhamla bilgiyi alırlar. En
üstte peygamberler bulunur. Cebail ile muhatap olur şeriati, kanunları alırlar
ve insanlara aktarırlar. (Ukul-u mücerred, nüfus-u mkaddes/ Kozmolojideki
akıllar ve onların kutsal nefisleridir.)
(Sayfa 75, 2.
paragraf)
Burada yeni bir tartışma başlar. Melekler mi insanlar mı daha
üstündür tartışılmıştır. 2 görüş vardır.
1. İnsan melekten üstündür.
2. İnsan meleğin altındadır ama sınıflandırma vardır. İnsanın
üst ufku insan-ı kâmil yani peygamberler ve evliyalardır. Aynı zamanda meleğin
de alt ufkudur insan-ı kâmil.
Bu iki görüş arasında da tartışma vardır. Hz. Peygamber
meselesini çözemezler. İnsan da olsa onu meleğin altında kabul edilemez. Bu
nedenler teoriyi değiştirirler. İnsanın turabi tarafı, meleki tarafı
vardır. İnsan nefsi tarafını yenme
becerisini gösterebildiği için melekten üstündür. Meleğin mücadelesi, savaşı
yoktur.
! Teolojik kabullenmemiz sistem içerisinde izah edilmek
durumundadır.
Tüm hükema, metafizikçiler ve bazı mütekellimine göre melekler
üstündür. İnsan-ı kamil bunun ufkudur. İbn Yemin’in şiirinden iktibas
yapılmıştır. Buraya göre insan meleğin altındadır.
Nübüvvet makamının 4 tane olduğu söylenir.
1. Makam-ı nübüvvet
tabaka-i enbiya.
2. Makam-ı risalet
tabaka-i rüsül-i izam.
3. Makam-ı
ulu’l-azm mine’r-rusul.
(4’lü: Nuh, Hud, İbrahim, Muhammed. 5’li: Nuh, İbrahim, Musa, İsa, Muhammed.)
4. Makam-ı
hatmiyyet. (Hz. Muhammed) Bu
makam, “Levlake levlake le-ma halektu’l-eflake” (Sen olmasaydın, âlemleri
yaratmazdım) sözüne (uydurma hadis) dayandırılır. Bu hadisin melekleri
insanlardan üstün tutanları yerle bir ettiği söylenir. Hadise kaynak olarak
Keşfü’l-Hafa gösterilmiştir. Acluni’nin de hadis olmasa da anlamının doğru
olduğunu söylemiştir.
! Zinhar doğru değildir. Cenab-ı Hakk’ın yaratma illeti
peygaber bile olsa bir insan olamaz. Bu şekilde bir kabulun sebebi diğer
dinlerin etkisidir.
(Sayfa 77, 2.
paragraf)
Gelenekte insan efdal ile esfel arasında giden bir sarkaçtır.
Ekmel insan en uçta, esfel en aşağıdadır.
Burada da tabiattan ayrı ama benzer olarak insanlarda baklava gibi
dizilmektedir. İnsanın ademi olan tarafı onu ednaya, esfele çeker. Bir de
ihtiyari, akli tarafı vardır. O da onu ekmele çeker. İnsanın trajedisi de tam
olarak budur. İnsan aklı ve iradesini kullanarak ekmel olmaya çalışmalıdır.
Birçok engel bulunur. İnsan meleklik tarafını besler, oraya ağırlık verirse
melekten bile üstün olur. Çünkü melek böyle bir çatışma yaşamaz. Onların zaten
ademi bir tarafı yoktur, elinde olmayan bir şey yüzünden övünmenin anlamsızlığı
gibi melek için de durum böyledir, onu üstün kılmaz, ona hayırdan başka bir şey
yapmak düşmez. Tam tersine hayvani tarafımıza ağırlık verirsek de hayvandan
bile daha aşağıda oluruz. Buradaki dikotomi önemlidir. Nasıl ki hayvan
tarafımızı bırakıp melek tarafımızı tercih etmek bizi melekten üstün kılıyorsa
hayvan tarafını tercih edip melek tarafımızı öldürdüğümüzde ceza olarak
hayvandan bile aşağıda oluruz. Hayvanın suçu yok çünkü o hayvan, meleğinde bir
avantajı yok zaten melek. Platon’un dediği gibi insan arada bir varlıktır. Hz.
Ali’ye nispet edilen bir sözdeki gibi insan “beynehuma” (iki arada bir derede)
bir varlıktır. Bu aradaki durum aynı zamanda bir güçtür. Tercih ettiği şey
doğrultusunda özel olarak ödüllendirilip cezalandırılacaktır. İnsanoğlu bir
macundur hangi tarafı seçerse ona göre daha iyi ya da daha kötü olur.
(Sayfa 77, son
paragraf)
Hayvanlarla insanları mukayese ettiğimizde hayvanların
yemeleri, içmeleri, giyimleri, kuşamları hepsi tabiidir. Tabiat onlara bunu
verir. Hatta üremek için nikah akdine, bile gerek yoktur. Savunma silahları
dahi onlara doğal olarak verilmiştir. İnsana gelince ihtiyacı olan her şeyi
aklı ile temin etmek zorundadır, başka bir gücü yoktur. Pişirmeyince yemeği,
terzilik yapmayınca giysisi olmaz. Silahlarını da insan kendisi yapar, doğuştan
ona verilmez. Hayvanların nasıl ki her şeyi onlara doğal olarak verilmiştir,
kemallikte onların tabiatında içkindir. Doğan hayvan gayret ve çaba olmaksızın
yürür, eğitilmez. Bazı hayvanlar için eğitim yapılır ama bu da doğaldır. İnsan
için durum farklıdır. İnsanlar her şeylerini kendi kendilerine elde etmeye
çalıştıkları gibi kemalat için de gayret ederler. Hayvanlarınki vehbi,
insanlarınki kesbidir. İnsanın tüm yapılarını tamamlamak kendi elindedir. Aklı
ve fikri ile doğru bir tercihte bulunup doğru yolda doğru yöntemle ilerlerse
kemalata ulaşır, Cenab-ı Hakk’a yakın olur.
Mesele kendilik idrakinde düğümlenir. Kendilik idrakinizde bir
kanaatiniz yoksa başka şeyleri bilmenize gerek yoktur. Bütün bu serüven her gün,
her an yaşanmaktadır. İnsan her gün cennetten kovulur, nüzulü yaşar. Ani ve
ferdidir bu seyir. Bir kere insan olunmaz, insan olmak, insan kalmak için
direnmek gerekir. O kadar kolay bir iş değildir. Her gün yeniden bu savaşı
verir, yeniden atılır, yeniden şeytanla mücadele eder. Bu sistem de şeytan
ademi tarafımızdır. Fiziğimizi metafiziğimize secde ettirmemiz lazımdır. Bütün
bunlar insan içinde cereyan eder. Hayvani tarafı meleki tarafına, maddi
tarafını manevi tarafına secdeyi sen ettireceksin. Her gün ve her olayda bu
gerilimi yaşarsın. Şeytanın secde etmesi demek seni uruçtan alıkoyan fiziki,
ademi, maddi, bedeni tarafının melek tarafına uymasıdır. Eğer secde etmezsen
gittikçe bozulur, tabiatına yenilmiş esfel-i safilin olursun. “Nefis kendine
bırakılırsa sürekli bayağı kalır, erdemlere yönlendirilirse hevesle ilerler.”
Hz. Peygamber şu şekilde dua etmiştir, “Ya Rabbi beni göz açıp kapayıncaya
kadar nefsimle baş başa bırakma.” Bu şu anlama gelir, şeytanla kılıç
tokuşturulmaz. Sufilere göre çok tehlikeli bir iştir. Bu nedenle büyük
konuşmamak lazımdır. Her iddiamızda Allah imtihan etmesin demek lazımdır.
Burada kimseden yardım beklemeyeceksin. Topluca ahlaklı olunmaz. Cemaatle bile
namaz kılınsa da herkes namazını kendi kılar. İslam dini atomiktir. Bu atomlar
birlikte harmoni hareketi yapabilirler ama her atom kendinden sorumludur.
Ahlakta da b böyledir, topluca ahlaklı olunmaz.
İnsanın yaratılıştan hem meyli hem de kabiliyeti vardır. Meyli
doğasından, kabiliyeti zihnidir. İnsanın yaratılışında hem ademi hem meleki
tarafı vardır. Sadece tabiatında değil aklında da vardır. Akıl da şeytanca ve
melekçe çalışabilir. İnsan ne yapmalıdır, bunu nasıl yönlendirmelidir? Tabi ve
akli, meleki yöne meyledip şeytani yönden uzaklaşması dengeyi sağlaması nasıl
olacaktır? Burada şöyle bir açıklama yapar. Tarih boyunca bu 2 şekilde
yapılmıştır.
1. Taltif ve
Tergib 2.
Terhib Ve Tehdit
Din de, toplum da, aile de, anne baba da bunu yapar. Bir
insanı bir iş yapmaya yönlendirirsin, ödül verirsin. Başka birini de korkutur,
tehdit dersin. Cennet, cehennem, sevap, günah bütün bunlar bu iki sınıf
içindedir. Cennet ve cehennem içimizdedir, orada yaşarız. Gerçekliği ayrı bir
konudur. Kelam kitaplarının semiyat bahislerine bakıp amenna ve saddekna deyip
o konuyu kapatırız. Gidip gelen olmadığı için ona iman edip geçeriz.
Semerkandi, öyle esma-i hüsna sayarak iş yapamazsınız. Esmaların hepsi lafızdır.
Bu lafzın medlulünü ancak Cenab-ı Hakk’ın mahlûkatına geri giderek idrak
edebilirsiniz diyor. Hiçbiri muhtas, somut değildir. Cenab-ı Hakk’ın Rahim
olduğunu nasıl anlayacaksın, celil, cemal olduğunu anlamak için kâinattaki
tecelligahına, mazharlarına gideceksin diyor. İbn Arabi’yi eleştiriyor. Esmanın
tecelligahı evrendir, kâinattır. Mevcudata geri dönüp onları akletmediğin
müddetçe esma boş bir lafızdır der. Şu anda Müslümanlar elfaz üzerinden hareket
ediyor. Esma üzerinden konuşup duruyor. Bugün tasavvuf spritüal bir materyalizm
yaratıyor. Batı’da ise materyalizm tasavvuf üretmiştir. İkisi de denge
durumundan uzaktır. Her şeyin mistik, ruhi gibi gözüküp oldukça maddi olması
durumu. Bir şey aşırı pratize edildiğinde içi boşaltılıp forma dönüşür. Namaz
mesela hiçbir etkisi kalmadığını namazın ardından kötülük yapılmasında görürüz.
Bu söylem teorik açıdan değil pratik açıdan geçerlidir. Tarihsel düzlem
içerisinde pratize edilen tasavvuf bir forma dönüşmüş ve spritüal bir
materyalizm yaratmıştır. Tasavvufun kendisi değildir, tam tersine tasavvuf dik
durmanın, maddenin içerisinde mananın dik durmasının diğer adıdır. Şehre,
lükse, tefessühe, çürümeğe direnmenin adıdır. Günümüzde tam tersine yanmayan
kefen, dua satılmaktadır. Tasavvuf olmasa İslam toplumu çürür. Direnme imkânını
tasavvuf verir. Temel problem her şeyin yerli yerinde yapılmayışıdır.
Tasavvufun anlamını yitiren uygulamalar vardır. Öyleyse ne yapmalıyız? Her iki
yöntem var. İnsanı terhib ve tehdit önemlidir.
Çorumlu Rüştü Efendi, “iyi olan şeyi uyandırmak (uyutmamak)
lazım” demiştir. İnsanda kötülük sürekli hareketlidir vehimle alakalı olduğu
için. Akıl soyuttur vehim somuttan hareket eder. O nedenle onu bastırmak
gerekir. Hiçbir şey yapmasan da hareket eder. Ama iyilik akıl işidir, şuur
halinde olmayı gerektirir. Kötülük daha somutluğa yakın bir şey olduğu için
sürekli kıpırdar. İyiliği kıpırdatmak gerekir. İyi, melaike tarafımızı sürekli
dikkati gerektirir. Kötü doğası gereği kıpır kıpırdır, iyilik için yakaza hali
gerektirir. İblisin uykusu yoktur.
Ders Notları için Zeynep ÇAKMAK'a teşekkür ederim.
***
2016-2017 Dönemi Dersleri
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder