Bir kültürü ya da herhangi bir felsefî metni anlamak için onun varlık
sınıflandırmasını iyi tespit etmek lazım. Bu bazen açıktır bazen gizlidir ama
alttan bir varlık taksimatı hep gider. Klasik kültürün ister İslâm olsun ister
Yunan olsun en güçlü taraflarından biri konuştukları herhangi bir nesnenin o
varlık taksimatındaki yerini çok net bir şekilde bilmeleridir. Örneğin yargı
nedir dediklerinde yargının varlığa kadar giden taksimatı ellerindedir. Yargı
nedir; tasdik ve tasavvur; ilim, ilim nedir keyfiyettir; keyfiyet nedir nefsin
keyfiyetidir; nefsin keyfiyeti nedir? İşte oradan varlığa gider. Dolayısıyla
hiçbir zaman mecaz, kinayeyle konuşamazsın. Geleneğimizdeki her görüşün farklı
varlık varlık taksimatları vardır. Kelamcılarınki farklı, Sufilerin/Ariflerinki
farklı, İşrakilerinki farklıdır. Burada yani Ahlaki Alaide kullanılan taksimat daha
çok Meşşai geleneğinkidir. Meşşailer vücûdu üçe ayırır: Vacip, mümkün ve
mümteni. Bu taksim-i aklîdir yani kendi aklımızla bu ayrıma gideriz. Taksimi
aklinin dışında taksim-i zatîde vardır ve burada taksimatı akıl cihetinden
değilde varlık cihetinden yapılır. Geleneğimiz yapılan taksime göre lafız kullanmaktadır.
Yani taksimu’l ulûm, tasnifu’l ulûm, tertîbu’l ulûm gibi.
Varlığı vacip olan varlık tektir ve Tanrıdır. Mümkün varlıklar ise zaman-mekan
içerisinde olan her şeydir. Tanrının dışındaki her şey zaman mekan içre mümkün
varlıktır. Bu yüzden alem imkan içindedir. Mümkün varlıklar üçe ayrılır: Basit,
mürekkep ve mütegayyir. Aslında mütegayyir diye bir kategori yok. Meseleyi
anlamak için böyle bir isimlendirme yapmamız mümkün. Basit ikiye ayrılır. Mücerred ve maddi (heyûlânî).
Basit nedir? Mürekkep olmayan yani daha alt birimlere bölünmeyendir. Başka
mantıksal tabirle üst cinsi olmayan basittir. Mesela varlık basittir çünkü üstü
yoktur. Onu nispet edebileceğimiz başka bir üst yoktur. Mesela kalem
mürekkeptir çünkü cisim, madde gibi nispetleri vardır. Aynı şekilde insan da
mürekkeptir. İnsanın da nispet edilebileceği üst cinsleri vardır. Bir varlığı
tasnif ederken yukarı doğru veya aşağı doğru inilebiliyorsa o mürekkeptir,
değilse basittir. Basitler mücerred ve maddi olarak ayrılır. Mücerred ne demek?
Herhangi bir maddesi olmayan. Herhangi bir maddesi derken bunların maddesi
biraz farklı biliyorsunuz. İki tane madde var burada [Maddi/heyûlânî taksimi].
Bir esir bir de anasır-ı erbaa. Esir de bir maddedir. Burada madde ve
heyulânîyi eş anlamda kullandım ama birbirinden farklı kullanımları. Onu da
biraz sonra bahsedeceğim. Ay-üstü dünya esirden yapılmıştır ve esir
maddedir ama heyûlâ değil. Mücerred
üçtür: Ukul, nüfus, eflâk. Akıllar Logos’un [tezahürleri]. Nüfus esir maddesine akıl
değdiği zaman. Eflâk da onu oluşturan yapının adı. Ukul müessirdir, nüfus
müdebbirdir, eflak muharriktir. Müessir ne demek tesir eden. Buna kelamcılar
karşı çıkıyor. Tanrı’dan başka müessir olur mu? Bunlar ikincil derecede müessir
olduğunu söyleyeceklerdir. Müdebbir (nüfus) ukul içeri girip idare ediyor.
Müdebbir idare etmek demektir. Mesela bizim nefsimiz bedenimizin müdebbiridir.
Bir de muharrik hareket ettiriyor; felekler gökyüzündeki nesneleri hareket
ettirdiği için. Mütegayyir demek basit ve mürekkep arasında sürekliliği olmayan
yani itidali olmayan, itidal noktası olmayan demektir. İtidal noktası olmazsa sûret
olmaz. Bir sûret alması lazım. Bütün gökyüzü olayları mütegayyirdir. Şimşek,
bulutlar gibi olayların itidal noktaları olmadığı için suret alamıyorlar ve
bunun sonucu olarakda sürekli değişim içindelerdir. Mürekkep olan nedir? Mürekkepler ikiye
ayrılır: Ulvi, sufli. Ulviler; kevakib, nücum yani gezegenler ve yıldızlar.
Nücum kevakibi de içeren bir şekilde kullanılır ama Arapçada kevkeb daha
hareketli olanlar nücum daha çok sabit olanlar için kullanılır. Bugün de aynı
şekilde çıplak gözle baktığınız zaman yıldızların hareket ettiklerini göremeyiz.
İçinde bulunduğumuz güneş sistemi içerisinde güneşten başka yıldız yok.
Güneşten sonraki en yakın yıldız o kadar uzaktadır ki biz onun hareketini
algılayamayız. Bize sabit gibi görünür. Dolayısıyla o dönemin şartlarında yıldızları
sabit gördükleri için sabit kabul etmişlerdir. Yıldızlarında hareket ettiğini
insanoğlu çok geç dönemde tesbit edebilmiştir.
Sufli olanlar ise: Meadin, nebatın, hayvanat ve insan. İnsan suflinin
içerisinde. Bu mücerredlere melekleri cinleri de yazanlar oluyor tabii ama bu
bizim konumuz değil şu anda. Melâike de mücerreddir (Mukarrebûn melekleri). Kelamcılar
vücûdu ikiye ayırır: Kadîm, hâdis. Kadîm Tanrı, hâdis her şey. Bütün mümkinât
hâdisin içerisinde dolayısıyla onlar da mücerred de yok. Hâdisi de ikiye
ayırırlar: Cevher, âraz. Ceher: Atom, âraz: her şey. Çok daha sadedir ve çok
daha moderne yakındır kelamcıların taksimatı. Meşşailer külfetli bir ayrım
yapıyorlar. Burada mürekkep dediğimiz her şey bu basitlerin karışımından
oluşuyor. Burada esas olan iki tane: Akıl (Logos) ve heyûlâ. Bugün
kullandığımız anlamda madde. Bu ikisi esas. Bunlar sarmaş dolaş bir evin
içerisinde. Sadece tezahürleri farklı oluyor. Buradan gidersek bunlar karışıyor
mürekkep ortaya çıkıyor. Bu mürekkep nasıl ortaya çıkıyor? Gayet basit: Devamlı
bir karışım var, bugünkü Kuantum çorbası gibi sürekli devam ediyor. Bugün hala
karışım var. Meşhur uydumuz var Faal Akıl yukarı doğru Akıllar var ve bu
akıllar Tanrı’ya kadar gidiyor. Şimdi bu feyz, feyezan âlemi devamlı yayın
yapıyor ve bu karışım belirli noktalarda itidal noktalarına (bu noktalar çok
çeşitli, binlerce ki bunlara itidal noktaları diyoruz. Radyodaki frekansa
benzetebilirsiniz bunu) denk geliyor. Bu itidal noktaları burayı iyi anlamamız
lazım çünkü birazdan nebat ve hayvanatı anlatırken bunların dağınık olmadığını
göreceksiniz. Baklava dilimi dediğimiz hadise burada çıkacak ortaya. Sürekli
itidal noktalarına frekans geliyor ve bir yapı ortaya çıkıyor. Diyelim ki geldi
karafatma çıktı, geldi tilki çıktı. O karışıma denk geliyor. O itidal noktası
istikrarı sağlıyor. Aslında nokta dediğimiz şey mizaç. Bu mizaç belli bir
itidal noktasına ulaştığında burada elbise yani suret giyecek hale geliyor.
Karafatma oluyor. Yukarısı sadece varlık veriyor. Diğer her şeyin imkanı
burada. Buna istidat, teheyyü, kabil olmak (bir şey almaya kabil) deniliyor.
Bir oluşum meydana geliyor ve buna nevi suret diyoruz. Türsel suret yani hayvan
mı olacak bitki mi bunlardan hangisi olacak? Bu koca bir mekanizma, fabrika
gibi çalışıyor. Eğer bu itidal olmazsa ya da dağılırsa suret de gidiyor. Yapı
bu şekilde. İki bin yıl bu sistemle devam etmiş insanlar. Bu sistem
bilindiğinde nedensellik bu sistem içerisinde çalışıyor. Gazâlî’nin eleştirisi
bu sistemin yarattığı nedenselliğe bir eleştiri olacak. Bu bilinmezse
Gazâlî’nin eleştirisi de anlaşılamaz.
Bir de cisim teorisini verelim. Meşşai sistemde cisim ikiye ayrılır.
Tabii ve tâlimî. Tâlimî matematiksel cisim demektir. Tâlim kelimesi matamatadan
geliyor. Yunancada orta demektir onun için matematik bilimlerinin bir adı da
ulûm-u evsattır. İkincisi öğrenme ve öğretme demek, üçüncüsü de daha sonra
kazanılan riyâzî anlamı spor demektir. Matematikte kullanılan uzunluk,
derinlik, genişlik bu bir cisimdir. Şimdi burayla ilgilenmeyeceğiz. Tabii cisim
yani ister ay-üstü ulvi cisim olsun -ulvi olunca buna cirim diyoruz sufliye
cisim diyoruz. Bu da mesela çok önemlidir. Türkçede de kullanıyoruz “cürmün
kadar yer yakarsın”. Cirim-ecram, cisim-ecsam. Gökyüzü olunca genelde cirim denir.
Mesela ‘Jupiter cirmi’ ama cisim hepsi için kullanılır. Boyut anlamında
kullanılır. Tabii cisim özellikle sufli olan bunda da var ama unsurları farklı
olunca farklı tezahür ediyor. Katmanlıydı, heyûlâ en altta olacak demiştik. Bu
ya esirdir ya da dört unsurdur. Burda bir farklılık, esirse ulvi oluyor, dört
unsursa sufli oluyor. Üstte de suret-i cismiyye olacaktı. Cisimsel suret, üç
boyut bu ikisine birlikte madde diyoruz. Metindeki madde de bu demek. Niçin
madde? Biliyorsunuz madde; medde, yemuddu, meadde uzanan, yayılan demek. Yani
üç boyutta yayılan (extention). Buraya madde diyoruz. Madde spesifik olarak bu
anlamda. Sûret-i cismiyyenin kaynağı nedir? Bu sorunun cevapları noktasında
tartışmalar vardır. Heyûlanın da içinde olduğu içten mi kaynaklanıyor bu da
başka bir yerden mi geliyor tartışmalı. Bunun (sûret-i cismiyye) üstünde sûret-i
neviyye vardı. Bu nereden geliyor? Aslında evren esas itibariyle bu ikisinden
oluşur. Ve burada hiçbir ayrım yok. Çünkü bütün evren sûret-i cismiyyedir.
Türleri kaldırdığımız zaman evrende herhangi bir ihtilaf, fark var mıdır?
Bitki, hayvan, maden onları kaldırdığımızda, dümdüz yaptığımızda bu sistemde
iki şey kalır: madde (yani heyûla ve sûret-i cismiyye). Sûret-i neviyye (türsel
sûret) nereden gelecek? Farkları o yaratıyor. Tekrar bir önceki şemaya döndük.
Uydumuzdan gelecek. Buradan feyz taşıyor [Faal Akıl]. Bu Vâhibu’s-sûver yani
sûret veren bu nevi sûreti veriyor. Aynı zamanda Vâhib-i ilm. İlim de buradan
alınıyor. Nevi sûretler buradan geliyor ve bu homojen olan evreni heterojen
dağıtıyor, parçalıyor. Çeşitli farklılıklara dönüşüyoruz. Bu sûret-i neviyye bu
yapının itidaline göre geliyor. Burada da itidal var. Eğer belirli itidal
noktaları olmazsa bu neviyye bir yere girmez. İtidal demek niseb demek yani nispet.
Belirli nispette oranlar ortaya çıkıyor ve geliyor oraya. Sonra şekil ortaya
çıkıyor ve sonra da arâzlar var. Bu da nevilerin içindeki farklılaşmalar.
Mesela biz bitkiden, hayvandan ayrıyız ama biz de kendi aramızda ayrıyız. Kendi
aramızdaki ayrımlarımız nevi/türsel sûretlerimizden değil şekillerimizden ve
arâzlarımızdan kaynaklanıyor. Bu nevi sûret itidallerden ve dışarıdan geliyor
ama bu tabii cismin özelliği. Ulvi cisimlerde arâz ve bizim anladığımız anlamda
şekil yoktur. Onlarda yalnız tek bir sûret var (sûret-i neviyye). Çünkü hayvan,
bitki gibi ayrılmıyor orada. Kevâkib, nücûm hepsi aynı. Cevherler bu sistemde
kaça ayrılıyordu? İkiye ayrılıyor: Esir ve dört unsur. Bir heyûlâ var, iki
sûret var (tabii cisim, diğerleri vehmi kabul edildiği için) bizimle birlikte
cisim oluşacak nevi sûret, üçüncüsü cisim. İlk ikisi birlikte oluşuyor cisim
ortaya çıkıyor ama burada sûreti bud’i (boyutsal) ve nevi olan şeklinde iki
türlü düşüneceğiz. Bunların ikisi de cevher. Sonra tabii cisim ortaya çıktı. Bu
işin “zemini”. Buraya iki şey daha katmamız lazım: Dört nefis, müdebbir olacak
ve beş akıl, müessir olacak. Bütün sistemin esas alfabesi budur. Şu kesim
[Heyûla/dört unsur, sûret/nev’i/bud’i, ve tabii cisim] işin maddesi, burası da
[Nefs/Müdebbir ve Akıl/Müessir] işin manası Logos yani. Sistem bu şekilde.
Bütün evren bütün varlık tabakaları bu şekilde çalışıyor, iskeleti budur, diğeleri
ayrıntıdır.
Ahlâk-ı Alâ’i, Hatime-i
Mukaddime-Son Bölüm
Bir âlem-i unsurî, unsurlar âlemi yani sufli âlem. Âlem-i unsurî dört
unsurun olduğu âlem. İki mürekkebat âlemi. Yeni bir tabir ekledi buraya ekmelü
eşref. Maddi olanda ekmel ve eşref olmaz. Ekmel ve eşrefi Logos itidalde
verecek. İtidalde en iyi olan en ekmeldir ve en eşreftir. Nispeti yani iyi
karıştığı zaman. Tabii cisim, cisim olması haysiyetiyle/bakımından (haysiyet
bir şeyin mahiyetidir aynı zamanda) farklılık var mı? Hiçbiri birbirinin üstüdür,
aşağısıdır da diyemezsin. Tek bir tanımı vardır ve hepsi de heyûlâya mukavimdir
(mukavim kelimesi çok önemli kurucu olan fasıl anlamında. Mukavvim kurucu unsur
bir de mütemmim var bunlar birbirine karıştırılmamalıdır. Mukavvim bir şeyin
mahiyeti, o olmadan olmaz kurucu unsuru. Mükemmil kemale erdirici). Bir şeyin
faslı onun mahiyetidir. İnsanın mahiyeti nedir düşünmek, onun kurucu unsurudur.
Dört unsura sûreti neviyye verildi ve birbirinden ayrışmaya başladılar.
Tefavut, farklılaşmak. Bir fark ama bu maddi bir farkdır anlama dayanan bir
erdemlilik değildir. Henüz bu dört unsur eşitlik, paralellik, benzerlik
makamındadır. Henüz daha farklılık yok. İhtilat karışım demektir. İmtizac aynı
şekilde. Terkipler ortaya çıkıp bunlarda itidale yakın olduğu zaman, itidaldeki
yakınlığına göre yukarıdan mizac gelince farklılaşmak ve tefazu yani fazilete
göre dizilmek hasıl olur. İtidali hakiki gerçek itidal mürekkepte bulunmaz. Ne
kadar itidale yüksek olursa o kadar eşref, ekmel ve kendinden daha aşağıda
olandan yukarıda olur. Mesela bitkiler madenlere göre, hayvan bitkiye göre daha
efdaldir. Buradaki efdaliyet dini, ahlaki açıdan değil aldığı sûretler
bakımındandır. Hayvanların da kendi içlerinde efdaliyeti ve ekrabiyeti var.
Karafatma ile maymun ya da deniz anası ile fil aynı değildir. Fakat bu
tehlikeli bir nokta insanlarda da aynı şeyi yapacak. İnsanlar topyekûn
hayvanlardan daha efdal ama insanların da kendi arasında bir efdaliyet ve
eşrefiyeti olacak. Ne kadar tehlikeli bir noktaya gidiyor aslında. Bir nesnenin
ne kadar itidali artarsa Cenab-ı Hakk’a o kadar yakınlığı olacak. O kadar kâmil
bir sûret alacak ve uydudan o kadar güzel şey aşağıya gelecek. Faal Akıl’dan ya
da en son Tanrı’dan. İtidal ne kadar hazırsa yukarıdan alınan sûret ve
özellikler ona göre değişecek aşağıda sürekli bir şeyler değişiyor ve oradan
sürekli geliyor. Bu bir mukaddimedir yani daha sonraki bütün akıl
yürütmelerimiz buna dayanacak anlamındadır. Bunun özeti; evren bir cisimdir.
Burada basitten mürekkebe doğru bir gidiş vardır, bu mürekkeplerde belli
imtizaçlar/itidal noktalarına ulaştıklarında yukarıdan sûret alırlar ve bu
itidal ne kadar iyiyse gelecek sûret de o kadar iyi olacaktır. Unsuri cisimler
basit ve mürekkep olmak üzere ikiye ayrılır. Çünkü ulvilerde mürekkep olmaz.
Basit dörttür. Dört unsur çünkü. Biri ateş ki yakıcıdır, kurudur ve hayyizi
tabiisi yani uzayda bulunduğu mekan, doğal yer. Kelam mekanı hayyiz, hayyizi
mekan yerine kullanır. Tam tersidir. Mekan kevn, kainat mekan evrenin içi
demek. Dışarıda mekan yok çünkü. Aristoteles bardak örneğini verir. İçeriden
kuşatan yer suyun mekanıdır, evrenin mekanı da bu iç bükey alan hepsi mekan.
Hayyiz o mekan içerisinde o nesnenin kapladığı yer. Dört unsuru sıralarken
ateş, hava, su ve toprak olarak sıralanır. Biribirine girgin bu felekler
birbirinden çok ayrı değil. Fakat alttaki yukarı çıkamaz, yukarıdaki aşağıya
iner. Çünkü bunlar karışacak ki ortaya bir şey çıksın. İkincisi havadır. Mekanı
ateşin hemen altıdır. Zira izafî anlamda hafiftir. Suya göre hafiftir. Ateşe
göre ağırdır. Üçüncüsü sudur. Soğuk ve ıslaktır. Doğal alanı havanın
altındadır. O da izafî olarak ağırdır toprağa göre ağır değildir ancak havaya
göre ağırdır. Dördüncü topraktır ki mutlak anlamda ağırdır. Ağırlıkta en
aşağıda olmayı gerektirir. Bunları da felek olarak kabul edenler vardır. Ateş
feleği hava feleği, su feleği ve toprak feleği. Bunlar basitler. Mürekkep iki
kısımdır. Sureti mürekkep terkibini ya istikrarlı bir şekilde koruyacak ya da
koruyamayacak. Koruyamıyorsa mütegayyir korursa hakiki mürekkep. Tam olmayan
mürekkep. Gökyüzü olayları gibi, kar gibi, bulutlar gibi. Eğer bir itidal
noktasını uzun zaman korursa ona tam mürekkep denir. Ve üç cinse ayrılır:
Maden, nebat, hayvan. Bunlara üç çocuk derler. Hayvan cinsinin insan türü.
Cinsimiz hayvan türümüz insan. Hep öyleydi ve hiç itiraz edilmedi tarih
boyunca. O zaman efdaliyet dört mertebededir. Maden ve nebat ve hayvan ve
insan. Her tür de kendi içerisinde basamaklıdır. Yani cinsin nevinin bazıları
diğerlerinden daha efdaldir. Ama bunlar birbirinden kopuk değildir birbirine
yakındırlar. Yani bir cinsin en alttaki, alttaki cinsin en üstündekine
yakındır. Baklava dilimi denilen bu. Yani bitkinin en efdali hayvanın en
ednasına yakındır. Hayvanın en efdali insanın en ednasına yakındır. Madenin en
efdali hayvanın en ednasına yakındır. Değerek gidiyorlar buna fevkani yani üst
üste yığılmak diyoruz, ufk. Şimdi madenin ufku diyecek. İbn Haldun’da da var.
Madenin ufku, hayvanın ufku, insanın ufku. İnsan devam ediyor mu? Kemâl.
“Not:Bir biyolog evrim
sürecinde ara form biziz diyor. Hala insan olmadı diyor yani biz geçişiz. Yeni
bir düzen kurulacaksa yapılması gereken ilk şey insanı tanımlamaktır. Yeni bir
insan tanımı yaratmak zorunludur. Bütün dünyada böyle oldu. İslam’da,
Hıristiyanlık da, modernizm de bunu yaptı. Yani insanın tanımı değişmeden
sistem değişmez. İnsan yeniden tanımlanmaya çalışılıyor. Şuna kâniler: Tevrat
bir mitolojidir ancak Yahudi siyaseti buradan türetilebilir. Bir din olarak
görmüyorlar ama bütün siyasetlerini oradan türetiyorlar. Tasavvufun arayışı da budur.
İnsan bitmedi ve tekâmülü devam ediyor. Tasnifler de buna göre yapılıyor. Velî,
Kutup. Orada da bir taksimat var. Muttaki olan daha yakındır gibi müslümanlar
arasında da insan kendi içerisinde taksimata tabi tutuluyor. “
Bitkinin en üstünü olan hayvanın en ednasına bitişik olduğu için
özellikleri de birbirine girgindir. İnsana yakın olan, hayvanın ufku olan
diyelim ki maymun, insanın en ednasıyla, ki onlar Kutuplarda ve Kuzeyde
yaşayanlardır, onlarla ortak özellikleri vardır. Mesela mercan madenlerin ufkudur.
Fakat hayvanların en altındakine benziyor. Orada bir geçiş var. Bu madendir ama
bu büyür küçülür (mercanlar), ve bitkiye yakın olur. Hurma, bir kutsiyet atfedilir, duyuyor ve
iradi hareket ediyor, dişi ve erilliği var. Dişi sadece kendi sevdiği hurmadan
tohum alıyor. Diğerini kabul etmeyip kapanıyor. Hurmanın intiharı diye bir şey
var. Aşık olan hurma eğer kendi sevdiği hurma ağacından döl alamazsa kendini
kapatıp öldürüyor. Böyle yorumlamışlar. Bu da ışk özellikleridir. Hayvanda bu
olur.
“Not: Atom altı atom tamamlanması diye bir
şey var. Atomlar varlığını sürdürebilmek için yarışıyorlar. Yani o itidal
noktasına gelip süreklilik sağlayabilmek için yarışıyorlar ve kendilerini
tamamlamaya çalışıp varlığa tutunmaya çalışıyorlar. Yoksa kaybolup gidecekler. Tanrı
mahiyeleri varlığa çağırır, elbisesini giyen varlığını devam ettirir, giyemeyen
dağılır gider.”
En alt hayvan İsfencâttır yani
deniz anası diyorlar buna. Hayvanın nefsi özelliği havâs ve iradî hareket.
Bunlar birden çıkmıyor hayvanlarda. Mesela deniz anasında sadece hareket var.
Çünkü iradi olarak hareket etmiyor. Bitkilerden niçin daha efdaller? Çünkü
hareketleri, hisleri, duyuları var ve talebi gıda için bir yerlere gidiyorlar.
Daha sonra bir üst seviyede hayvanlara bakıyorsun aslan, kedi, köpek gibi
bunların gazabi kuvvetleri var. Ve her birine kendini korumak, belalardan
uzaklaşmak için kuvvetine uygun alet
verilmiştir. Bazılarının tırnakları, bazılarının pençeleri vardır. Bir sürü
çeşit, hepsi sayılıyor. Eğer bu tür kuvvetlerden eksikse zarardan kaçınmak ve
kendini korumak için bazı aletleri var mesela kanat, hızlı koşmak. Kısaca biraz
tefekkür edersek ister kara ister deniz ister hava olsun hayvanların hepsine
kendine uygun bir özellik verilmiş olduğunu görürüz.
***
Ders Notları için Zeynep Nur Ünügür'e teşekkür ederim.
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder