İHSAN FAZLIOĞLU İLE AHLÂK-I ALÂ’Î OKUMALARI DERS NOTLARI-XVII

İHSAN FAZLIOĞLU İLE AHLÂK-I ALÂ’Î OKUMALARI DERS NOTLARI-XVII


Bir kültürü ya da herhangi bir felsefî metni anlamak için onun varlık sınıflandırmasını iyi tespit etmek lazım. Bu bazen açıktır bazen gizlidir ama alttan bir varlık taksimatı hep gider. Klasik kültürün ister İslâm olsun ister Yunan olsun en güçlü taraflarından biri konuştukları herhangi bir nesnenin o varlık taksimatındaki yerini çok net bir şekilde bilmeleridir. Örneğin yargı nedir dediklerinde yargının varlığa kadar giden taksimatı ellerindedir. Yargı nedir; tasdik ve tasavvur; ilim, ilim nedir keyfiyettir; keyfiyet nedir nefsin keyfiyetidir; nefsin keyfiyeti nedir? İşte oradan varlığa gider. Dolayısıyla hiçbir zaman mecaz, kinayeyle konuşamazsın. Geleneğimizdeki her görüşün farklı varlık varlık taksimatları vardır. Kelamcılarınki farklı, Sufilerin/Ariflerinki farklı, İşrakilerinki farklıdır. Burada yani Ahlaki Alaide kullanılan taksimat daha çok Meşşai geleneğinkidir. Meşşailer vücûdu üçe ayırır: Vacip, mümkün ve mümteni. Bu taksim-i aklîdir yani kendi aklımızla bu ayrıma gideriz. Taksimi aklinin dışında taksim-i zatîde vardır ve burada taksimatı akıl cihetinden değilde varlık cihetinden yapılır. Geleneğimiz yapılan taksime göre lafız kullanmaktadır. Yani taksimu’l ulûm, tasnifu’l ulûm, tertîbu’l ulûm gibi.



Varlığı vacip olan varlık tektir ve Tanrıdır. Mümkün varlıklar ise zaman-mekan içerisinde olan her şeydir. Tanrının dışındaki her şey zaman mekan içre mümkün varlıktır. Bu yüzden alem imkan içindedir. Mümkün varlıklar üçe ayrılır: Basit, mürekkep ve mütegayyir. Aslında mütegayyir diye bir kategori yok. Meseleyi anlamak için böyle bir isimlendirme yapmamız mümkün.  Basit ikiye ayrılır. Mücerred ve maddi (heyûlânî). Basit nedir? Mürekkep olmayan yani daha alt birimlere bölünmeyendir. Başka mantıksal tabirle üst cinsi olmayan basittir. Mesela varlık basittir çünkü üstü yoktur. Onu nispet edebileceğimiz başka bir üst yoktur. Mesela kalem mürekkeptir çünkü cisim, madde gibi nispetleri vardır. Aynı şekilde insan da mürekkeptir. İnsanın da nispet edilebileceği üst cinsleri vardır. Bir varlığı tasnif ederken yukarı doğru veya aşağı doğru inilebiliyorsa o mürekkeptir, değilse basittir. Basitler mücerred ve maddi olarak ayrılır. Mücerred ne demek? Herhangi bir maddesi olmayan. Herhangi bir maddesi derken bunların maddesi biraz farklı biliyorsunuz. İki tane madde var burada [Maddi/heyûlânî taksimi]. Bir esir bir de anasır-ı erbaa. Esir de bir maddedir. Burada madde ve heyulânîyi eş anlamda kullandım ama birbirinden farklı kullanımları. Onu da biraz sonra bahsedeceğim. Ay-üstü dünya esirden yapılmıştır ve esir maddedir  ama heyûlâ değil. Mücerred üçtür: Ukul, nüfus, eflâk. Akıllar Logos’un [tezahürleri]. Nüfus esir maddesine akıl değdiği zaman. Eflâk da onu oluşturan yapının adı. Ukul müessirdir, nüfus müdebbirdir, eflak muharriktir. Müessir ne demek tesir eden. Buna kelamcılar karşı çıkıyor. Tanrı’dan başka müessir olur mu? Bunlar ikincil derecede müessir olduğunu söyleyeceklerdir. Müdebbir (nüfus) ukul içeri girip idare ediyor. Müdebbir idare etmek demektir. Mesela bizim nefsimiz bedenimizin müdebbiridir. Bir de muharrik hareket ettiriyor; felekler gökyüzündeki nesneleri hareket ettirdiği için. Mütegayyir demek basit ve mürekkep arasında sürekliliği olmayan yani itidali olmayan, itidal noktası olmayan demektir. İtidal noktası olmazsa sûret olmaz. Bir sûret alması lazım. Bütün gökyüzü olayları mütegayyirdir. Şimşek, bulutlar gibi olayların itidal noktaları olmadığı için suret alamıyorlar ve bunun sonucu olarakda sürekli değişim içindelerdir.  Mürekkep olan nedir? Mürekkepler ikiye ayrılır: Ulvi, sufli. Ulviler; kevakib, nücum yani gezegenler ve yıldızlar. Nücum kevakibi de içeren bir şekilde kullanılır ama Arapçada kevkeb daha hareketli olanlar nücum daha çok sabit olanlar için kullanılır. Bugün de aynı şekilde çıplak gözle baktığınız zaman yıldızların hareket ettiklerini göremeyiz. İçinde bulunduğumuz güneş sistemi içerisinde güneşten başka yıldız yok. Güneşten sonraki en yakın yıldız o kadar uzaktadır ki biz onun hareketini algılayamayız. Bize sabit gibi görünür. Dolayısıyla o dönemin şartlarında yıldızları sabit gördükleri için sabit kabul etmişlerdir. Yıldızlarında hareket ettiğini insanoğlu çok geç dönemde tesbit edebilmiştir.
Sufli olanlar ise: Meadin, nebatın, hayvanat ve insan. İnsan suflinin içerisinde. Bu mücerredlere melekleri cinleri de yazanlar oluyor tabii ama bu bizim konumuz değil şu anda. Melâike de mücerreddir (Mukarrebûn melekleri). Kelamcılar vücûdu ikiye ayırır: Kadîm, hâdis. Kadîm Tanrı, hâdis her şey. Bütün mümkinât hâdisin içerisinde dolayısıyla onlar da mücerred de yok. Hâdisi de ikiye ayırırlar: Cevher, âraz. Ceher: Atom, âraz: her şey. Çok daha sadedir ve çok daha moderne yakındır kelamcıların taksimatı. Meşşailer külfetli bir ayrım yapıyorlar. Burada mürekkep dediğimiz her şey bu basitlerin karışımından oluşuyor. Burada esas olan iki tane: Akıl (Logos) ve heyûlâ. Bugün kullandığımız anlamda madde. Bu ikisi esas. Bunlar sarmaş dolaş bir evin içerisinde. Sadece tezahürleri farklı oluyor. Buradan gidersek bunlar karışıyor mürekkep ortaya çıkıyor. Bu mürekkep nasıl ortaya çıkıyor? Gayet basit: Devamlı bir karışım var, bugünkü Kuantum çorbası gibi sürekli devam ediyor. Bugün hala karışım var. Meşhur uydumuz var Faal Akıl yukarı doğru Akıllar var ve bu akıllar Tanrı’ya kadar gidiyor. Şimdi bu feyz, feyezan âlemi devamlı yayın yapıyor ve bu karışım belirli noktalarda itidal noktalarına (bu noktalar çok çeşitli, binlerce ki bunlara itidal noktaları diyoruz. Radyodaki frekansa benzetebilirsiniz bunu) denk geliyor. Bu itidal noktaları burayı iyi anlamamız lazım çünkü birazdan nebat ve hayvanatı anlatırken bunların dağınık olmadığını göreceksiniz. Baklava dilimi dediğimiz hadise burada çıkacak ortaya. Sürekli itidal noktalarına frekans geliyor ve bir yapı ortaya çıkıyor. Diyelim ki geldi karafatma çıktı, geldi tilki çıktı. O karışıma denk geliyor. O itidal noktası istikrarı sağlıyor. Aslında nokta dediğimiz şey mizaç. Bu mizaç belli bir itidal noktasına ulaştığında burada elbise yani suret giyecek hale geliyor. Karafatma oluyor. Yukarısı sadece varlık veriyor. Diğer her şeyin imkanı burada. Buna istidat, teheyyü, kabil olmak (bir şey almaya kabil) deniliyor. Bir oluşum meydana geliyor ve buna nevi suret diyoruz. Türsel suret yani hayvan mı olacak bitki mi bunlardan hangisi olacak? Bu koca bir mekanizma, fabrika gibi çalışıyor. Eğer bu itidal olmazsa ya da dağılırsa suret de gidiyor. Yapı bu şekilde. İki bin yıl bu sistemle devam etmiş insanlar. Bu sistem bilindiğinde nedensellik bu sistem içerisinde çalışıyor. Gazâlî’nin eleştirisi bu sistemin yarattığı nedenselliğe bir eleştiri olacak. Bu bilinmezse Gazâlî’nin eleştirisi de anlaşılamaz.
Bir de cisim teorisini verelim. Meşşai sistemde cisim ikiye ayrılır. Tabii ve tâlimî. Tâlimî matematiksel cisim demektir. Tâlim kelimesi matamatadan geliyor. Yunancada orta demektir onun için matematik bilimlerinin bir adı da ulûm-u evsattır. İkincisi öğrenme ve öğretme demek, üçüncüsü de daha sonra kazanılan riyâzî anlamı spor demektir. Matematikte kullanılan uzunluk, derinlik, genişlik bu bir cisimdir. Şimdi burayla ilgilenmeyeceğiz. Tabii cisim yani ister ay-üstü ulvi cisim olsun -ulvi olunca buna cirim diyoruz sufliye cisim diyoruz. Bu da mesela çok önemlidir. Türkçede de kullanıyoruz “cürmün kadar yer yakarsın”. Cirim-ecram, cisim-ecsam. Gökyüzü olunca genelde cirim denir. Mesela ‘Jupiter cirmi’ ama cisim hepsi için kullanılır. Boyut anlamında kullanılır. Tabii cisim özellikle sufli olan bunda da var ama unsurları farklı olunca farklı tezahür ediyor. Katmanlıydı, heyûlâ en altta olacak demiştik. Bu ya esirdir ya da dört unsurdur. Burda bir farklılık, esirse ulvi oluyor, dört unsursa sufli oluyor. Üstte de suret-i cismiyye olacaktı. Cisimsel suret, üç boyut bu ikisine birlikte madde diyoruz. Metindeki madde de bu demek. Niçin madde? Biliyorsunuz madde; medde, yemuddu, meadde uzanan, yayılan demek. Yani üç boyutta yayılan (extention). Buraya madde diyoruz. Madde spesifik olarak bu anlamda. Sûret-i cismiyyenin kaynağı nedir? Bu sorunun cevapları noktasında tartışmalar vardır. Heyûlanın da içinde olduğu içten mi kaynaklanıyor bu da başka bir yerden mi geliyor tartışmalı. Bunun (sûret-i cismiyye) üstünde sûret-i neviyye vardı. Bu nereden geliyor? Aslında evren esas itibariyle bu ikisinden oluşur. Ve burada hiçbir ayrım yok. Çünkü bütün evren sûret-i cismiyyedir. Türleri kaldırdığımız zaman evrende herhangi bir ihtilaf, fark var mıdır? Bitki, hayvan, maden onları kaldırdığımızda, dümdüz yaptığımızda bu sistemde iki şey kalır: madde (yani heyûla ve sûret-i cismiyye). Sûret-i neviyye (türsel sûret) nereden gelecek? Farkları o yaratıyor. Tekrar bir önceki şemaya döndük. Uydumuzdan gelecek. Buradan feyz taşıyor [Faal Akıl]. Bu Vâhibu’s-sûver yani sûret veren bu nevi sûreti veriyor. Aynı zamanda Vâhib-i ilm. İlim de buradan alınıyor. Nevi sûretler buradan geliyor ve bu homojen olan evreni heterojen dağıtıyor, parçalıyor. Çeşitli farklılıklara dönüşüyoruz. Bu sûret-i neviyye bu yapının itidaline göre geliyor. Burada da itidal var. Eğer belirli itidal noktaları olmazsa bu neviyye bir yere girmez. İtidal demek niseb demek yani nispet. Belirli nispette oranlar ortaya çıkıyor ve geliyor oraya. Sonra şekil ortaya çıkıyor ve sonra da arâzlar var. Bu da nevilerin içindeki farklılaşmalar. Mesela biz bitkiden, hayvandan ayrıyız ama biz de kendi aramızda ayrıyız. Kendi aramızdaki ayrımlarımız nevi/türsel sûretlerimizden değil şekillerimizden ve arâzlarımızdan kaynaklanıyor. Bu nevi sûret itidallerden ve dışarıdan geliyor ama bu tabii cismin özelliği. Ulvi cisimlerde arâz ve bizim anladığımız anlamda şekil yoktur. Onlarda yalnız tek bir sûret var (sûret-i neviyye). Çünkü hayvan, bitki gibi ayrılmıyor orada. Kevâkib, nücûm hepsi aynı. Cevherler bu sistemde kaça ayrılıyordu? İkiye ayrılıyor: Esir ve dört unsur. Bir heyûlâ var, iki sûret var (tabii cisim, diğerleri vehmi kabul edildiği için) bizimle birlikte cisim oluşacak nevi sûret, üçüncüsü cisim. İlk ikisi birlikte oluşuyor cisim ortaya çıkıyor ama burada sûreti bud’i (boyutsal) ve nevi olan şeklinde iki türlü düşüneceğiz. Bunların ikisi de cevher. Sonra tabii cisim ortaya çıktı. Bu işin “zemini”. Buraya iki şey daha katmamız lazım: Dört nefis, müdebbir olacak ve beş akıl, müessir olacak. Bütün sistemin esas alfabesi budur. Şu kesim [Heyûla/dört unsur, sûret/nev’i/bud’i, ve tabii cisim] işin maddesi, burası da [Nefs/Müdebbir ve Akıl/Müessir] işin manası Logos yani. Sistem bu şekilde. Bütün evren bütün varlık tabakaları bu şekilde çalışıyor, iskeleti budur, diğeleri ayrıntıdır. 

               Ahlâk-ı Alâ’i, Hatime-i Mukaddime-Son Bölüm

Bir âlem-i unsurî, unsurlar âlemi yani sufli âlem. Âlem-i unsurî dört unsurun olduğu âlem. İki mürekkebat âlemi. Yeni bir tabir ekledi buraya ekmelü eşref. Maddi olanda ekmel ve eşref olmaz. Ekmel ve eşrefi Logos itidalde verecek. İtidalde en iyi olan en ekmeldir ve en eşreftir. Nispeti yani iyi karıştığı zaman. Tabii cisim, cisim olması haysiyetiyle/bakımından (haysiyet bir şeyin mahiyetidir aynı zamanda) farklılık var mı? Hiçbiri birbirinin üstüdür, aşağısıdır da diyemezsin. Tek bir tanımı vardır ve hepsi de heyûlâya mukavimdir (mukavim kelimesi çok önemli kurucu olan fasıl anlamında. Mukavvim kurucu unsur bir de mütemmim var bunlar birbirine karıştırılmamalıdır. Mukavvim bir şeyin mahiyeti, o olmadan olmaz kurucu unsuru. Mükemmil kemale erdirici). Bir şeyin faslı onun mahiyetidir. İnsanın mahiyeti nedir düşünmek, onun kurucu unsurudur. Dört unsura sûreti neviyye verildi ve birbirinden ayrışmaya başladılar. Tefavut, farklılaşmak. Bir fark ama bu maddi bir farkdır anlama dayanan bir erdemlilik değildir. Henüz bu dört unsur eşitlik, paralellik, benzerlik makamındadır. Henüz daha farklılık yok. İhtilat karışım demektir. İmtizac aynı şekilde. Terkipler ortaya çıkıp bunlarda itidale yakın olduğu zaman, itidaldeki yakınlığına göre yukarıdan mizac gelince farklılaşmak ve tefazu yani fazilete göre dizilmek hasıl olur. İtidali hakiki gerçek itidal mürekkepte bulunmaz. Ne kadar itidale yüksek olursa o kadar eşref, ekmel ve kendinden daha aşağıda olandan yukarıda olur. Mesela bitkiler madenlere göre, hayvan bitkiye göre daha efdaldir. Buradaki efdaliyet dini, ahlaki açıdan değil aldığı sûretler bakımındandır. Hayvanların da kendi içlerinde efdaliyeti ve ekrabiyeti var. Karafatma ile maymun ya da deniz anası ile fil aynı değildir. Fakat bu tehlikeli bir nokta insanlarda da aynı şeyi yapacak. İnsanlar topyekûn hayvanlardan daha efdal ama insanların da kendi arasında bir efdaliyet ve eşrefiyeti olacak. Ne kadar tehlikeli bir noktaya gidiyor aslında. Bir nesnenin ne kadar itidali artarsa Cenab-ı Hakk’a o kadar yakınlığı olacak. O kadar kâmil bir sûret alacak ve uydudan o kadar güzel şey aşağıya gelecek. Faal Akıl’dan ya da en son Tanrı’dan. İtidal ne kadar hazırsa yukarıdan alınan sûret ve özellikler ona göre değişecek aşağıda sürekli bir şeyler değişiyor ve oradan sürekli geliyor. Bu bir mukaddimedir yani daha sonraki bütün akıl yürütmelerimiz buna dayanacak anlamındadır. Bunun özeti; evren bir cisimdir. Burada basitten mürekkebe doğru bir gidiş vardır, bu mürekkeplerde belli imtizaçlar/itidal noktalarına ulaştıklarında yukarıdan sûret alırlar ve bu itidal ne kadar iyiyse gelecek sûret de o kadar iyi olacaktır. Unsuri cisimler basit ve mürekkep olmak üzere ikiye ayrılır. Çünkü ulvilerde mürekkep olmaz. Basit dörttür. Dört unsur çünkü. Biri ateş ki yakıcıdır, kurudur ve hayyizi tabiisi yani uzayda bulunduğu mekan, doğal yer. Kelam mekanı hayyiz, hayyizi mekan yerine kullanır. Tam tersidir. Mekan kevn, kainat mekan evrenin içi demek. Dışarıda mekan yok çünkü. Aristoteles bardak örneğini verir. İçeriden kuşatan yer suyun mekanıdır, evrenin mekanı da bu iç bükey alan hepsi mekan. Hayyiz o mekan içerisinde o nesnenin kapladığı yer. Dört unsuru sıralarken ateş, hava, su ve toprak olarak sıralanır. Biribirine girgin bu felekler birbirinden çok ayrı değil. Fakat alttaki yukarı çıkamaz, yukarıdaki aşağıya iner. Çünkü bunlar karışacak ki ortaya bir şey çıksın. İkincisi havadır. Mekanı ateşin hemen altıdır. Zira izafî anlamda hafiftir. Suya göre hafiftir. Ateşe göre ağırdır. Üçüncüsü sudur. Soğuk ve ıslaktır. Doğal alanı havanın altındadır. O da izafî olarak ağırdır toprağa göre ağır değildir ancak havaya göre ağırdır. Dördüncü topraktır ki mutlak anlamda ağırdır. Ağırlıkta en aşağıda olmayı gerektirir. Bunları da felek olarak kabul edenler vardır. Ateş feleği hava feleği, su feleği ve toprak feleği. Bunlar basitler. Mürekkep iki kısımdır. Sureti mürekkep terkibini ya istikrarlı bir şekilde koruyacak ya da koruyamayacak. Koruyamıyorsa mütegayyir korursa hakiki mürekkep. Tam olmayan mürekkep. Gökyüzü olayları gibi, kar gibi, bulutlar gibi. Eğer bir itidal noktasını uzun zaman korursa ona tam mürekkep denir. Ve üç cinse ayrılır: Maden, nebat, hayvan. Bunlara üç çocuk derler. Hayvan cinsinin insan türü. Cinsimiz hayvan türümüz insan. Hep öyleydi ve hiç itiraz edilmedi tarih boyunca. O zaman efdaliyet dört mertebededir. Maden ve nebat ve hayvan ve insan. Her tür de kendi içerisinde basamaklıdır. Yani cinsin nevinin bazıları diğerlerinden daha efdaldir. Ama bunlar birbirinden kopuk değildir birbirine yakındırlar. Yani bir cinsin en alttaki, alttaki cinsin en üstündekine yakındır. Baklava dilimi denilen bu. Yani bitkinin en efdali hayvanın en ednasına yakındır. Hayvanın en efdali insanın en ednasına yakındır. Madenin en efdali hayvanın en ednasına yakındır. Değerek gidiyorlar buna fevkani yani üst üste yığılmak diyoruz, ufk. Şimdi madenin ufku diyecek. İbn Haldun’da da var. Madenin ufku, hayvanın ufku, insanın ufku. İnsan devam ediyor mu? Kemâl.
Not:Bir biyolog evrim sürecinde ara form biziz diyor. Hala insan olmadı diyor yani biz geçişiz. Yeni bir düzen kurulacaksa yapılması gereken ilk şey insanı tanımlamaktır. Yeni bir insan tanımı yaratmak zorunludur. Bütün dünyada böyle oldu. İslam’da, Hıristiyanlık da, modernizm de bunu yaptı. Yani insanın tanımı değişmeden sistem değişmez. İnsan yeniden tanımlanmaya çalışılıyor. Şuna kâniler: Tevrat bir mitolojidir ancak Yahudi siyaseti buradan türetilebilir. Bir din olarak görmüyorlar ama bütün siyasetlerini oradan türetiyorlar. Tasavvufun arayışı da budur. İnsan bitmedi ve tekâmülü devam ediyor. Tasnifler de buna göre yapılıyor. Velî, Kutup. Orada da bir taksimat var. Muttaki olan daha yakındır gibi müslümanlar arasında da insan kendi içerisinde taksimata tabi tutuluyor. “
Bitkinin en üstünü olan hayvanın en ednasına bitişik olduğu için özellikleri de birbirine girgindir. İnsana yakın olan, hayvanın ufku olan diyelim ki maymun, insanın en ednasıyla, ki onlar Kutuplarda ve Kuzeyde yaşayanlardır, onlarla ortak özellikleri vardır. Mesela mercan madenlerin ufkudur. Fakat hayvanların en altındakine benziyor. Orada bir geçiş var. Bu madendir ama bu büyür küçülür (mercanlar), ve bitkiye yakın olur.  Hurma, bir kutsiyet atfedilir, duyuyor ve iradi hareket ediyor, dişi ve erilliği var. Dişi sadece kendi sevdiği hurmadan tohum alıyor. Diğerini kabul etmeyip kapanıyor. Hurmanın intiharı diye bir şey var. Aşık olan hurma eğer kendi sevdiği hurma ağacından döl alamazsa kendini kapatıp öldürüyor. Böyle yorumlamışlar. Bu da ışk özellikleridir. Hayvanda bu olur.
“Not: Atom altı atom tamamlanması diye bir şey var. Atomlar varlığını sürdürebilmek için yarışıyorlar. Yani o itidal noktasına gelip süreklilik sağlayabilmek için yarışıyorlar ve kendilerini tamamlamaya çalışıp varlığa tutunmaya çalışıyorlar. Yoksa kaybolup gidecekler. Tanrı mahiyeleri varlığa çağırır, elbisesini giyen varlığını devam ettirir, giyemeyen dağılır gider.”
 En alt hayvan İsfencâttır yani deniz anası diyorlar buna. Hayvanın nefsi özelliği havâs ve iradî hareket. Bunlar birden çıkmıyor hayvanlarda. Mesela deniz anasında sadece hareket var. Çünkü iradi olarak hareket etmiyor. Bitkilerden niçin daha efdaller? Çünkü hareketleri, hisleri, duyuları var ve talebi gıda için bir yerlere gidiyorlar. Daha sonra bir üst seviyede hayvanlara bakıyorsun aslan, kedi, köpek gibi bunların gazabi kuvvetleri var. Ve her birine kendini korumak, belalardan uzaklaşmak için  kuvvetine uygun alet verilmiştir. Bazılarının tırnakları, bazılarının pençeleri vardır. Bir sürü çeşit, hepsi sayılıyor. Eğer bu tür kuvvetlerden eksikse zarardan kaçınmak ve kendini korumak için bazı aletleri var mesela kanat, hızlı koşmak. Kısaca biraz tefekkür edersek ister kara ister deniz ister hava olsun hayvanların hepsine kendine uygun bir özellik verilmiş olduğunu görürüz.


***
Ders Notları için Zeynep Nur Ünügür'e teşekkür ederim.
***
2015-2016 Dönemi Dersleri










2016-2017 Dönemi Dersleri

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Popular Posts