İhsan Fazlıoğlu: "Türkistan'ın felsefe-bilim tarihindeki serüveninin ana-çizgileri"

İhsan Fazlıoğlu: "Türkistan'ın felsefe-bilim tarihindeki serüveninin ana-çizgileri"


Şurada sunulmuştur: "Orta Asya'da Müslüman Bilginlerin Müsbet Bilimlere Katkıları", Orta Asya'da İslam Uluslararası Sempozyumu 
[Oş Devlet Üniversitesi ile Türkiye Cumhurıyeti Diyanet Vakfı], 
20-21 Mayıs 2004.

-Bildiri Metni-

Tarih, yalnızca 'ibret' değil, aynı zamanda 'kuvvet' devşirilecek bir alandır. Bu nedenle insan tarihte yalnızca 'geçmişini' değil 'geleceğini' de arar; geleceğini nasıl ve ne şekilde kuracağını tespit eder; bu kurma eylemine yön verir, amaç tayin eder. Geçmişten hareket ederek geleceği kurma eyleminin başarısının ilk şartı ise geçmişe ilişkin 'doğru bilgi'dir; ancak bu şart yerine getirildikten sonradır ki, geleceğe ilişkin öngörüler sıhhatli olabilir; amaçların gerçekleşmesi sağlanabilir. Öyleyse, kısaca dendikte tarih, insan bilincine muhtevasını verir; çünkü 'şuur maziyle kaimdir'.
Bu gerekçelerle kısaca Türkistan dediğimiz Orta-Asya medeniyet-kültür havzasının, insanoğlunun doğayı, kısaca evreni bilme serüvenindeki yeri ve katkısı nedir biçimindeki bir soruyu sormak ve yanıtlamak; esasen Türkistan'ın gelecekte insanoğlunun doğayı ve evreni bilme seyr ü seferindeki yeri ne olacaktır sorusunu sormak ve yanıtlamak; en azından bu ikinci sorunun yanıtlarının ipuçlarını aramak ve bulmak demektir.
Her kültür havzasının Varlık'a, var-olan'a ve insan'a ilişkin bir soru sorma ve yanıt verme uslubu, tarzı vardır. Bu uslub ve tarz büyük oranda o kültür havzasının mensup olduğu daha üstteki bir medeniyet havzasının çerçevesi tarafından belirlenir. Kültürlerin mensup oldukları medeniyet havzalarının çerçeveleri içerisinde sorulan sorulara verdikleri yanıtların tecessümü o kültürün maddî suretini oluştur; başka bir deyişle her kültürün ait olduğu medeniyet çanağı içerisindeki anlam/değer-dünyası cisimleşerek o kültürün maddîleşmesini sağlar.
Tarihe bakıldığında Türkistan'ın mensup olduğu değişik medeniyet havzalarının mevcut olduğu görülür: Çin, Hint, İran, vb... Ancak Türkistan'ın büyük katkısı İslam medeniyeti içerisinde gerçekleşmiştir. Bu katkı, siyasî, iktisadî, askerî, dinî ve ilmî sahaların hemen hemen hepsini kuşatır. Öyleyse bu sunum çerçevesinde sorumuzu şu şekilde belirleyebiliriz: Türkistan'ın İslam medeniyeti içerisinde felsefe-bilim, bahusus fen-bilimleri sahasındaki katkıları nelerdir?
Bir medeniyet havzasına dahil olmak aynı zamanda o medeniyet havzasının da size dahil olması demektir. Bu nedenle 'alınan' ile 'verilenin' karşılıklı olduğu rahatlıkla söylenebilir. 'Alınan ile verilen' de malumat, bilgi ve yorum biçiminde üç farklı sferde gerçekleşir. Bu üç farklı seviye tarihî süreç içerisinde, şekerin suyun içerisinde erimesine benzer şekilde, birbirine katıp karışır; ayrışması, doğrudan hissî işaret ile gösterilmesi oldukça zordur. Ancak 'ana-hatların' belirlenmesi, başka bir deyişle 'malumat' yerine 'verilen'in baskın olduğu çizgilerin tebarüz ettirilmesi mümkündür. Öyleyse yukarıdaki soru, daha da özelleştirilerek şu şekilde sorulabilir: Türkistan'ın İslam medeniyeti içerisinde felsefe-bilim, bahusus fen-bilimleri sahasındaki katkılarının ana-çizgileri nelerdir?
Türkistan kökenli alimlerin İslam medeniyeti içerisinde gelişen felsefe-bilim'e en önemli katkısı Akdeniz merkezli, ana köklerini Eski Mısır ile Mezopotamya'da bulan; ancak Yunan ile Helenistik dünya üzerinden İslam medeniyetine aktarılan Hermetik-Pitagoryen mistik-teolojik içerikli matematik yapma anlayışını tasfiye etmesi; en azından etmeye çalışmasıdır. Böyle bir amaç kavramsal çerçevesini, elbette İslam medeniyetindeki "ister haricî ister zihnî olsun var-olanlar dünyasını büyüden ve ara varlıklardan temizlemek" ile "Tanrı'dan başka mutlak neden yoktur" biçiminde özetlenebilecek iki ana-ilkede bulur. Harizmî'nin ondalık konumsal sayı sistemini, Hind dünyasından alınmış, dolayısıyla kültürel olarak İslam coğrafyasında mevcut herhangi bir zihnî içeriğe sahip olmayan harflerle/rakamlarla yapması, herşeyden önce sayı ile onların tersimi/temsili olan rakamları, içerisiksiz ve yalnızca kendileriyle belirli niceliksel işlemler yapılabilen fonksiyonel unsurlar haline getirmiştir. Böyle bir sayı ile rakam anlayışı herşeyden önce pratik anlamdaki aritmetik'i güçlendirmiş; bu tarz bir aritmetik, içerisindeki nümerik analizin imkanlarını artırmış, kısaca algoritmik hesabın, yani süreksiz nicelik üzerinde icra edilen düzenli hesap yapma tekniğinin kurulmasını sağlamıştır.
Ondalık konumsal sayı anlayışı üzerinde kurulu bir algoritma için doğal ve tam sayıların yanında rasyonel sayıların da ifade ve temsili önem arzeder. İslam matematiğinde, rasyonel sayıların ifadesinde, astronomi ile trigonometride geçerli Babil kökenli altmış tabanlı sayı sistemi yanında, hesap sahasında kullanılan, ana fikri Eski Mısır matematiğinden alınan birim kesir anlayışı oldukça yetersiz ve karmaşık bir yapı arzetmekteydi. Başka bir deyişle ondalık konumsal sayı sistemi içerisinde kurulmuş ondalık kesirlerin elverişli bir ifade ve temsili mevcut değildi. Denebilir ki, İbrahim İklidisî, Abdülkahir el-Bağdadî, el-Nesevî gibi pek çok matematikçinin gayretleri yanında Samav'el tarafından irrasyonel bir sayının 'n. kökünü' hesaplamak için geliştirilen ancak hem ifade hem de temsil yetersizliğinden daha sonraki matematikçiler tarafından takip edilmeyen 'ondalık kesir' fikrinin de kaynağı Türkistan'dır. Samav'el'in Azarbeycan ile Anadolu'da uzun süre kalması bu fikrin kaynağına işaret ettiği gibi, daha sonra Uluğ Bey tarafından kurulan, ve başhocalığını ünlü Osmanlı matematikçi-astronomu Musa Kadızade'nin yaptığı Semerkand Medresesi'nde çalışan büyük matematikçi-astronom Cemşid el-Kaşî'nin bu konudaki araştırmaları da ondalık kesir fikrinin kaynağınınTürkistan olduğunu gösterir. Nitekim İslam matematik'ini çok iyi bilen Bizans matematikçileri bu kesir sistemine 'Türk kesri' adını vermekteydiler. Ondalık kesirlerin Arap dünyasında yazılan matematik eserlerinde bulunmaması; daha sonra telif edilen Osmanlı muhasebe matematik kitaplarında belirli örneklerinin görülmesi; yine Sultan III. Murad döneminde Takiyüddin Rasıd'ın dünya bilim tarihinde ilk defa trigonometrik ve astronomik cedvelleri ondalık kesirleri kullanarak hazırlaması Bizanslı matematikçilerin fikirlerini destekleyen örnekler olarak zikredilebilirler.
Yukarıda özetlenen algoritmik anlayış yalnızca hesap biliminin değil; aynı zamanda bu sistemin mucidi Harizmî tarafından 'bilinmeyen nicelik'i tespit etme ilkesine göre kurulan cebir biliminin de temelidir. Harizmî yalnızca aritmetiksel niceliği değil, ayrı bir nücelik türü olarak tanımladığı cebirsel niceliği de içeriksiz, fonksiyonel unsurlar olarak düşünür. Böyle bir cebirsel nicelik tasavvuru da kendisi üzerinde algoritmik süreçlerin icra edilmesine izin verir. Harizmî'nin kurduğu cebir bilimine en erken katkı yine Türkistan kökenli olan ve 'Türkoğlu' nisbesiyle tarihe geçen İbn Türk tarafından yapılmıştır. İbn Türk Harizmî'nin denklem çözümlerinin geometrik temsillerini inceltmiş; özellikle 'karmaşık sayı' [müstahil] veren kökün tespitinin geometrik gösterimini vermeyi başarmıştır. Cebir bilimi, algoritmik temeli nedeniyle, tarihî süreç içerisinde özellikle çok-terimlilerin hesabında görüldüğü üzere, aritmetikleştirilmiştir. Bu süreçte cebrin aritmetikleştirilmesinde Türkistan kökenli matematikçilerin de büyük rolleri olmuştur.
Şimdiye kadar özetlendiği şekliyle ondalık konumsal algoritmik hesap sisteminin dayandığı 'sayı' anlayışı, zamanla Aristoteles-Eukleides mirasından tevarüs edilen, "birliklerden kurulu çokluk" biçimindeki sayı tanımının değişmesine neden olmuştur. Altın-Orda Devleti'nde telif edilip Özbek Han'ın Kırım valisi Tuluk-temür Beg'e sunulan müellifi meçhul Tuhfetu'l-hisab adlı eserde Harizmî'ye nispet edilen sayı tanımı ilk örnek olmakla beraber, bu konuda bir gelenek oluşturan ilk kalıcı ciddi teşebbüs ünlü matematikçi-optikçi Kemaledin el-Farisî'nin hocası Cemaleddin el-Türkistanî tarafından el-Alaiyye fi'l-hisab adlı matematik eserinde verilmiştir. Aynı zamanda bir filozof olan Türkistanî'nin bu sayı tanımı şarihi Ali el-Ğarbî ile Mehmed Şah Fenarî tarafından devam ettirilmiş, özellikle Semerkand matematik-astronomi okulunun önemli bir üyesi, Uluğ Bey ile Musa Kadı-zade'nin öğrencisi Ali Kuşçu tarafından formüle edilmiş; daha sonra öğrencisi Fenari-zade Ali Çelebî ile Katib Alaeddin Yusuf'ça tartışılmıştır. 'Sayma' kavramına dayanan bu tanım "sayılan/sayılabilen herşey sayıdır" ilkesini esas alır. XIX. yüzyılın sonu ile XX. yüzyıl başında Husserl ve Frege tarafından tekrar ele alınan klasik Aristoteles-Eukliedes sayı tanımı ve üzerindeki tartışmaların içerikleri, Cemaleddin Tüskistanî ile takipçilerinin çabalarının ne kadar önemli olduğunu göstermektedir. Şüphesiz böyle bir sayı tanımın elde edilmesinde Harizmî çizgisinin önemli bir yeri olduğu gibi; bu şekildeki bir sayı tanımı da Harizmî sistemine kavramsal bir taban sağlamıştır. Bunun da ötesinde 'sayma' kavramına dayalı bir sayı tanımı ve anlayışı hem Hermetik-Pitagoryen çizgiyi dışlar hem de matematik ile doğa arasındaki ilişkide niceliksel ifadelere ve temsillere daha çok imkan verir. İşte bu nedenlerledir ki bilim tarihinde ilk defa hermetik-pitagoryen sayı ilahiyatına düşmeden sayılar teorisi yapılabileceğini gösteren ve böyle bir sayı anlayışına dayalı olarak iş gören İbn Fellus lakablı Mardinli İsmail bir Türk matematikçidir ve Türklerin yoğun olarak bulunduğu coğrafyada yaşamıştır.
Türkistan zihniyetinin hermetik-mistik-pitagoryen muhtevadan bağımsız 'nesnenin doğrudan tasvirine' dayalı bilme anlayışının en büyük temsilcisi hiç şüphesiz Gazneliler devrinin büyük ismi Beyrunî'dir. Aritmetik, geometri, trigonometri, konikler, astronomi, eczacılık, madenler, mineraller, coğrafya, bilim ve düşünce tarihi başta olmak üzere pek çok sahada verdiği eserlerinde ilmî metodoloji ile bilimsel ahlak apaçık bir biçimde mevcuttur. Başta hocası İbn Irak olmak üzere İbn Sina ve daha bir çok bilginle girdiği mektuplaşmalar ile yaptığı ortak bilimsel çalışmalarda, nesneye bağlı kalma, tarafsızlık, tecrübeye isnad yanında güçlü bir akıl yürütme ve zihniyet tahlili, sağlam tarihî malumat, kısaca nesne ile mutabakatı olan bilgi üretmek esas olmuştur. Beyrunî'nin bu ilkelere uygun olarak kaleme aldığı Asaru'l-bakiye ile Tahkik ma-li'l-hind adlı çalışmaları felsefe-bilim tarihinde bilinen en kapsamlı iki büyük bilim ve düşünce tarihi çalışmasıdır.
Türkistan kültür havzasının, İslam medeniyeti içerisinde cari olan ilmî paradigmanın ilkelerine uygun olarak matematiksel zihniyete yaptığı yukarıda özetlenen katkılar sonuçları itibariyle büyük tesir uyandırmıştır. Benzer zihniyetin astronomi bilimi için de geçerli olduğu söylenebilir. Astronomi tarihinde bilinen en uzun astronomi rasadını elli yıl süre ile Bağdad'da yürüten Amacuroğularının Türkistan kökenli olması bir tasadüf değildir. Bu tavır felsefî tahlil yanında nesne ile doğrudan temas ve aracısız muhatab olma ilkesinin bir sonucudur. Nitekim Ferğanî'nin hem dakik gözlemleri hem de bu dakik gözlemlere dayalı olarak kaleme aldığı nazarî astronomi eserleri aynı ilkeye dayanırlar. Öyle ki, Ferğanî'nin ay rasad kayıtları, Batı Avrupa'da XVIII. yüzyılda bile kullanılmıştır.
'Nesnenin doğrudan tasviri' ilkesine dayalı Türkistan ilim zihniyetinin en iyi göstergesi bu bölgelerde kurulan felsefe-bilim tarihinin en büyük ve en uzun süreli rasadhaneleridir. Bağdad ile Dımeşk'te kurulan rasadhanelerde görev alan Türkistan kökenli astronomlar yanında Gazneliler ile Selçuklular Devletlerin'de kurulan rasadhaneler; Azarbeycan'daki Merağa rasadhanesi ve Semerkand'da inşa edilen rasadhane bu zihniyetin dışavurumları olarak görülebilirler. Bu rasadhanlerde üretilen yeni rasad aletleri, bu aletlerin matematiksel tavsirleri, geliştirilen gözlem ve hesap teknikleri, astronomi eğitimi ile yetiştirlen astronomlar ve nihayet kaleme alınan pek çok eser ile hazırlanan zicler hiç şüphesiz felsefe-bilim tarihinin en büyük eserleri arasında yer alırlar. Anlatılanlara en güzel örnek olarak Semerkand rasadhanesinde hazırlanan Zic-i Uluğ Bey verilebilir. Uzun yıllar bütün bir İslam coğrafyası yanında Hind, Çin ve Avrupa'da kullanılan bu eser astronomi tarihinin en önemli eserlerinden birisi olarak kabul edilebilir. Bu kabul yalnız eserin içerdiği gözlemsel verilere değil; aynı zamanda astronomi bilimindeki matematiksel hesaplamalarda getirdiği yeniliklere de dayanır.
Türkistan bölgesinin diğer önemli bir katkısı mevcut bilgi birikimini nesiller arası aktarıma sokmak; ve nesilleri bu bilgi birikimine göre yetiştirmektir. Nitekim hem Naci Ma'ruf hem de Barthold 1064'de başlanıp 1066'da tamamlanan Bağdad Nizamiye Medresesi'nden 165 yıl önce Türkistan'daki şehirlerde pek çok medresenin inşa edildiğini belirtmektedir. Bu durum Türklerin kurumsallaşmaya önem verdiklerini; nesillerin yetişmesini sağlayacak maddî ortamları oluşturduklarını ve bilgiyi merkez-çevre ilişkisini dikkate alarak toplumsallaştırdıklarını göstermektedir.
Özet olarak dendikte, Türkistan bölgesinin İslam medeniyetinde vücud bulan felsefe-bilimin zihniyetine katkısı 'nesnenin doğrudan tasviri' ilkesi ile bu ilkenin gerektirdiği unsurlarda vuku bulmuş; bu tavır Eski Mısır, Mezopotamya, Yunan ve Helenistik mirasdan tevarüs edilen hermetik-pitagoryen-mistik unsurların ayıklanmasını kolaylaştırmış; bütün alt dalları ile algoritmik bir matematiğin kurulmasına yardım etmiştir. Aynı ilkeye göre inşa edilen astronomi bilimi ile rasadhanelerin ve rasad aletlerinin gelişmesi mümkün olmuş; medreselerle de mevcut ilmî birikim nesiller arası aktarıma sokularak bilginin toplumsallaşması sağlanmıştır. Bu kabuller, özellikle, Uluğ Bey'in ölümünden sonra İstanbul'a göç eden Semerkand matematik-astronomi okulunun üyeleri eliyle Osmanlı Ülkesi'nde cisimleşmiştir.

"Orta Asya'da Müslüman Bilginlerin Müsbet Bilimlere Katkıları", 'Orta Asya'da İslam' Uluslararası Sempozyumu [Oş Devlet Üniversitesi ile Türkiye Cumhurıyeti Diyanet Vakfı], Oş/Kırgızistan, 20-21 Mayıs 2004.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Popular Posts