İhsan Fazlıoğlu: "Varlık'ın Bir Dili Olarak Şiir"

İhsan Fazlıoğlu: "Varlık'ın Bir Dili Olarak Şiir"




Varlık, nefs el-emr'dir yani kendi olan, kendi kalan, kendiyle olan, kendi için kalan, kısaca kendinde şeydir? Varlık'ın kâmin ve zâhir oluşu; kumûnu ya da zuhûru O'nunla muhatab olan insan cihetindendir . Bundan dolayıdır ki Sûfîlerin "varlık vehmîdir" demeleri ancak ve ancak "var-olan vehmîdir" yani Varlık'ın zuhûru vehmîdir anlamındadır. Denebilir ki burada kullanılan vehmî sıfatı bile zuhûrla değil, zuhûrun idrakiyle alakalıdır. Çünkü insan ilk elde Varlık'ın zuhûruyla temâsını "duyu organları" yani aklın vücûd-i hâricîye uzanan âletleri vâsıtasıyla sağlar. Bu âletlerin vücûd-i aynîde yani belirli bir mekanda [dolayısıyla zamanda] tecessüm etmiş hüviyetlerden derleyip toparladığı "izlenimleri" müdrikede işlemesi neticesinde ortaya çıkan, zihinde teşekkül eden "resim", zuhûr-i aynî'nin zihindeki ikincil bir zuhûru [zuhûr-i zihnî], kısaca bir kopyasıdır; bundan dolayı da vehmîdir.
Bizim bu şekilde anladığımız Varlık insanlık tarihi boyunca farklı şekillerde kavranmıştır . Kendinde-şeyle muhatab olan insan, öncelikle onu ikiye bölmüş, kâmin ve zâhir diye ikiye ayırmıştır. Kumûn tarafına subûtiyet yüklemiş; böylece kâmini sâbitle eş-anlamlı kılmıştır. Subûtiyetin karşısına, sanki onunla bir zıddiyet oluşturuyormuşcasına, zuhûru yani tağayyuru koymuştur. Böylece insan kendisinin yapay bir şekilde inşâ ettiği bu bölümlemeyi, yine kendisi, hakikatte de öyleyimişcesine, Varlık'a yüklemiştir. Böyle bir yanılsama akabinde insan, yani bu taksimi "verili bir axiom" kabul ettikten sonra "iki yakayı" bir araya getirme [felsefî düşünce, bilim, vb?] cehd ü gayreti içerisine girmiştir.
Bu şekilde bölümlenmiş bir Varlık tasavvuru içerisinde insan, herşeyden önce, Varlık'la iletişim kurabileceği, konuşabileceği bir "dil"i aramaya başlamıştır. Kimilerine göre bu dil bi-zâtihi Varlık'ın ve insan'ın derinliklerinde olan, her iki "kendinde-olan"ın kendisine göre telif edildikleri bir dildir; kimilerine göre bu dil yalnızca Varlık'ta mündemiç ve insan tarafından keşfedilmeyi, öğrenilmeyi bekleyen bir dildir; kimilerine göreyse bu dil yalnızca insan tarafından icad edilen ve Varlık'a dayatılan, buyurulan bir dildir.
İnsanlık tarihinde her üç kabulde de esas olan bir dilin olduğu ve Varlık'ın bu dil üzerinden, bu dil vasıtasıyla kavranabileceği, kısaca söylendikte, bu dille ve bu dilde temsil edilerek, bu dile tercüme edilerek Varlık'la konuşulabileceğidir. İşte bu gerçeği farkeden insan tarih boyunca Varlık'a iletişim kurabilmek için pek çok dil kullanmıştır. Tüm bu dillerde ortak-olan ana özellik ise "ölçülebilirliktir"? Ölçülü-olan, ölçülebilen yani nazm? Tarih boyunca kullanılan pek çok dil içerisinde merkezî bir yer edinen, daha doğru dendikte, Akdeniz Medeniyetleri bağlamında belirleyici olan, birbirleriyle çatışan, kapışan ve dövüşen iki temel dil mevcuttur. Bu dillerden birincisi Varlık'ı bir "göl" gibi düşünür; sâf mekânî olan bu Varlık geometriktir; ve noktalardan, doğrulardan mürekkeptir. Varlık'ı bir "yapı" olarak tasavvur eden bu dil, Varlık'ı hendesî dile tercüme eder; onunla bu dil üzerinden konuşur. Bu dilde esas olan göze görünen Varlık'ın hendesî noktalara, doğrulara aktarımıdır. Bu şekildeki bir dile dökülen Varlık, üzülmez, sevinmez, sevmez ve nefret etmez? Ne serttir, ne yumuşak? O yalnızca hendesî kalıplara dökülmüş suretlerdir. Bittabi burada işaret edilen hendesî dil yalnızca temsil değeri güçlü olması hasebiyle tercih edilmiştir. Esasen tüm aritmetik, geometrik, kategorik, cebirsel vb? dillerin hemen hemen tamamı hendesî dilin özelliklerini taşırlar. Burada ilginç olan "söz" anlamı güçlü "logos"un hendesî alfabeyle yazılmasıdır. Ancak bu dil yine de harflerden vazgeçememiştir; çünkü hendesî nokta ve doğrular daima harflerle temsil edilmiştir ve edilmektedir; tıpkı aritmetik dilin alfabesi olan rakamların tüm kadim toplumlarda birer alfabe olmaları gibi? Öyleki modern soyut cebrin harflere sığınması bile bu hakikatin insan kollektif bilnçaltından bir taşması gibidir? Bu dilin en önemli özelliği sınırlaması, tanımlaması, kavramsallaştırması, belirlemesi vb., kısaca hadler koymasıdır. Bundan dolayıdır ki bu dilin iki önemli üyesi olan geometrik ve kategorik altdillerde en önemli zihin faaliyeti tanımlamadır [Tarîf, hadd vb..].
Bu dillerden ikincisi Varlık'ı bir "nehir" gibi düşünür; mekânî olduğu kadar zamanî de olan bu Varlık yalnızca gözle idrak edilmez; beş duyu yanında tüm insânî edimler onunla ilişki içerisindedir. Bi-zâtihi insan, insan olma değerini zaten bu Varlık'ın bir parçası olmakla, herdem O'nunla ilişkide bulunmakla kazanır. Bu Varlık hüzünlenir, sevinir; sever ve nefret eder; yeri gelir sertleşir yeri gelir yumuşar? Bu Varlık söze gelir, dili şiirdir; bu Varlık ses verir dili müziktir; bu Varlık renge gelir, dili resimdir. Öyleya söz duyulur, ses işitilir, renk görülür? Sözü duyan, sesi işiten, rengi gören bir insan gerekir; Varlık'ın parçası olan bir insan?
Şiir'in muhatab olduğu Varlık, nehir gibi olan Varlık'tır. Böyle bir Varlık, kendisini önceden belirlenmiş bir dile dönüştürmeye çalışan kişiyi muhatab alıp konuşmaz? Esasen verili bir dil üzerinden konuşan kişi, kişi bile değildir; şâirse hiç ? Kişi yoksa sanat da yoktur? Çünkü şiir Varlık'la muhatab olurken O'ndan yalnızca ölçülebilir olanı almaz; O'nda yalnızca ölçülebilir olanı görmez? En az onun kadar Varlık'ta ölçülemez olanı da dikkate alır; gözönünde bulundurur. Şiir sınırlandırmaz, kavramsallşatırmaz, belirlemez, tanımlamaz kısaca had koymaz? Çünkü şiir akıcı olanın biteviye avlanamayacağının farkındadır; zaten akıcı olan bi't-tab ölçülemez olanı içerir. Ölçülemez olan ise doğası gereği sınıra karşı direnir? Tüm Varlık'ı ölçülmez kılmaya çabalar. Öyleki insan cihetinden ama yalnızca insan cihetinden Varlık, cedelî bir çatışma içerisinde ölçülebilir ile ölçülemez olan tezâhür [davranış da denebilir] tarzlarının bir yumağıdır.
Yukarıda özetlenen çerçeve bizi bir noktaya doğru zorladı? Cevap verilmesi gereken bir noktaya doğru: Öyleyse aruz, hece vb? nazım kalıplarının şiirdeki anlamı nedir? Şimdiye kadar söylediklerimiz Varlık'la muhatab olurken insanın büründüğü muhatab olma tarzlarıydı. Şiir bu anlamda Varlık'la "çıplak" bir buluşma gerçekleştirir. Önceden verili bir dilin sınırlarını reddeder. Ancak, bu sınırsız muhatab olma neticesinde devşirdiği "malumatı", bir kere elde ettikten sonra insânî bir dile döker? Dolayısıyla şiirin dili Varlık'la muhatab olurken kendisinden istimdad edilen bir dil değildir. Bu manada şiir dilsizdir ya da öte bir deyişle tüm dilleri konuşur. Öyleyse şiirin dili Varlık'la muhatab olduktan sonra devşirilen malumatın kendisiyle temsil edildiği; başka bir deyişle bir bütün olarak Varlık'tan sağılanın zuhûr mertebesinde insanî olana büründürüldüğü bir dildir; insana bir sunumdur; bir sunuştur. İşte bu manada "aruz", Varlık'tan çıplak olarak elde edilenin arzıdır, arz formülleridir. Öte bir ifadeyle arûz, devşirilen bu malumatın zuhûr kalıplarıdır. Kısaca dendikte, arûz, Varlık'ın zuhûr mertebesinde insânî olana büründürülen dilin alfabesidir. Arûz, Varlık'ın kendisini insana bir arzıdır; sunum tarzlarıdır?
Sonuç olarak, insan Varlık'ın bir parçasıdır. Bundan dolayı, insan Varlık'la hangi dille konuşursa Varlık da o dille cevap verir. Çünkü insanı içermesi hasebiyle Varlık insanın kullandığı, kullanıyor olduğu ve kullanacağı tüm dilleri bilmektedir; tüm bu diller Varlık'da mündemiçtir. Hatta Varlık, insanın kendisiyle konuştuğu bir dilin hem alfabe hem de metin mertebesinde öngördüğü yumağa bürünür. Örnek olarak, aritmetik bir dille yaklaşırsa insan Varlık'a, O da aritmetik bir yapıya bürünür; ona uygun hale gelir? Atomik ise insanın dili, Varlık da atomik bir kisveye bürünür? Bu açıdan tarih içerisinde farklı kişilerin kullandıkları dil ile bu dile dayanarak Varlık hakkında ürettikleri bilgi, bu dil içerisinde kalmak kaydıyla doğruluğunu ve geçerliliğini hâla sürdürmektedir; bu tespit günümüz bilimi için de geçerlidir.
Yukarıdaki düşüncelerimize radikal bir örnek verebiliriz: Bugünkü bilimsel bilgi kendi dilinin sınırları içerisinde ve bu dilin belirli bir gelişim merhalesinde "ay"a ve "uzay"a çıkmıştır. Bu çıkış hem madde hem de suret itibariyle tamamen bugünkü bilimin kullandığı dilin özelliklerini taşır. Benzer şekilde bir Sûfî'nin kendi kullandığı dilin muhtevası içerisinde "göklere" çıkması da aynı şekilde doğrudur. Öyleki hermetiklerin yahut herhangi bir occultist geleneğe mensup kişilerin yine kendi kullandıkları dillerin sınırları içerisinde gerçekleştirdikleri "urûc" ve "nuzûl" eylemleri de hakikat değerleri taşırlar. Burada şu soru sorulabilir: Bu nasıl bilinebilir? Cevap: O dil öğrenilerek? Nitekim teleskopla bir galaksiyi görmek ancak teleskopla belirli bir tarzda "bakma ve görme" eğitimi almakla mümkündür; yani teleskop ancak belirli bir dil içerisinde kullanıldığında "görür"? Bu şekilde ve şartlarda kullanılan bir teleskop yok ise galaksi de yoktur; kısaca Varlık benzer tepkiyi vermeyecek, bu dile bürünmeyecektir? Aynı şekilde bir Sûfî'nin aldığı eğitimi, kısaca kullanılan dilin eğitimi alınmadıkça o Sûfî'nin Varlık'la muhatab olma tarzı da hiç bir zaman kavranılamayacaktır. Şiir de böyledir?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Popular Posts