İhsan Fazlıoğlu: "Üç Boyutlu Bilginin Mücessem Temsili: Osmanlı İlim Geleneği"

İhsan Fazlıoğlu: "Üç Boyutlu Bilginin Mücessem Temsili: Osmanlı İlim Geleneği"


İSAR BÜLTEN
Mayıs 2012, Sayı 5, s. 1.4.

İSAR'ın 2011- 2012 bahar dönemi, İhsan Fazlıoğlu'nun 20 Şubat 2012 tarihinde verdiği "Üç Boyutlu Bilginin Mücessem Temsili: Osmanlı İlim Geleneği" başlıklı açılış dersi ile başladı. İlginin bir hayli yüksek olduğu programda Fazlıoğlu, genelde İslam özelde Osmanlı düşünce tarihini anlamlandırma sürecine dair görüşlerini etkileyici bir üslupla bizlerle paylaştı.
Fazlıoğlu öncelikle, felsefe-bilim tarihi alanında iki tür yaklaşımın çok problemli olduğunu ve bunların bilhassa İslam ilim geleneği söz konusu olduğunda kritik sorunlara yol açabileceğini ifade etti. Bunlardan ilki, mevcut bilimsel buluş ya da gelişmeleri "daha önce bunu biz bulmuştuk" şeklinde değerlendiren, "öncelik" arayışına dayalı bakış açısıdır. Bir diğeri ise, mevcut bilimsel birikim içinde temsil gücü yüksek "kahramanlar yaratma" şeklinde özetlenebilecek anlayıştır. Bu iki perspektife dikkat edilmesi gerektiğini vurgulayan Fazlıoğlu, iyi bir ilim geleneğinin oluşmasının "hesabı verilmiş bir dünya görüşü" ortaya konması ile mümkün olabileceğini söyledi. Bu açıdan Türkiye'de farklı gözüken grupların aslında dünya görüşleri açısından birbirlerinden farkı olmadığını belirtti. Halbuki Fazlıoğlu'na göre İslam, öncelikle bir dünya görüşüdür ve bu hususiyetin tezahürünün ayrı bir önemi vardır. Yani varlığı, doğayı ve insanı yorumlama tarzı ve ilkesel duruş itibariyle İslam kendine has bir özelliğe sahiptir.
Fazlıoğlu'na göre özellikle son yüzyılda bilimde yaşanan değişimler, insanın elde ettiği bilgiye dair görüşlerin yeniden gözden geçirilmesi ihtiyacını ortaya çıkardı. 1924 yılında başlayan ve II. Dünya Savaşı sonrasında daha da keskinleşen bilim felsefesinde insanın bilgi edinme sürecinde pasif olmadığı vurgulandı. Kuantum teorisinin de etkisi ile "insan-gözlemci" olarak insanın doğadan bilgi edinirken aktif konumda olduğu fikri ön plana çıktı. Buna göre bilimsel bilginin de insandan bağımsız olmadığı yani "gözlem-bağımlı" olduğu vurgulandı. Bu fikir yeni gözükse de Fazlıoğlu'na göre, daha önce kelamcılar, hatta Kant bile benzer bir düşünceyi ileri sürmüştü. Buna göre, kısaca, insan zihni, dünyayı yansıtan bir ayna değil, bilginin inşasında etkin bir bileşendir.
Doğaya dair bilgi insandan bağımsız değilken hayata dair bilginin de bağımsız olmadığını vurgulayan Fazlıoğlu, "hayatın bilgisini de biz inşa ediyoruz" şeklinde konuştu. Fakat hayatı, doğada olduğu gibi gözlemleyip açıklamayız; yorumlarız. Fazlıoğlu'na göre hayatın bilgisi "insan-yorumcu"luğa dayanır. Örneğin, ağaçla olan epistemik ilişkimiz onu anlamak veya yorumlamak üzerine değil, açıklamak üzerinedir, zira ağacın varlığında bir katkımız yoktur. Buna karşılık, örnek olarak, Fatih Sultan Mehmet üzerine edindiğimiz bilgi daha çok onu yorumlamaya yöneliktir, zira burada insan faaliyetini anlamlandırma söz konusudur ve varolmasında insan türü olarak katkımız vardır. Özetle insanın doğaya dair bilgisi "gözlem", beşere dair bilgisi "yorum"la iç içedir.
İnsan ve doğaya dair bilgimizin mahiyetine dair bu ufuk açıcı açıklamalarını, Fazlıoğlu'nun bilim tarihinin neden ortaya çıktığına dair görüşlerini belirtmesi takip etti. Ona göre bilim tarihi, doğaya yani "açıklama"ya dayanan bilimlerle, insana yani "anlama"ya dayalı bilimler arasındaki gerilimi çözmek için ortaya konuldu. Bir diğer deyişle tabiat bilimlerinin de manevi (geistig) yönüne vurgu yapıldı. Öte yandan Avrupa bilimine özellikle Avrupa-dışı toplumların yaptığı katkıları ortaya koyma isteği de bilim tarihinin yayılışında etkili oldu.
İhsan Fazlıoğlu konuşmasına, yaptığı bu teorik izahattan sonra, İslam düşüncesi alanında yapılan çalışmalarla ilgili kanaatlerini sunarak devam etti. Müslümanların öz eleştiri yapmaları gerektiğini vurgulayan Fazlıoğlu, sözel anlamda Batıcıları eleştirmelerine rağmen derinlikli ve mefhum düzeyinde bir hesaplaşmanın yapılamadığını bilhassa zikretti. Peki bunu yapamamamızın sebebi nedir? Fazlıoğlu'na göre sorun ne madde ne de malzeme veya kaynak eksikliğidir. Konu temelde insan ve zihniyet problemidir. Bir diğer deyişle ben-idraki, yani kendimizi nasıl tanımladığımızla alakalı büyük bir meselemiz bulunmaktadır.
Ben-idraki problemini tarihsel perspektifle daha da açan Fazlıoğlu, sömürge dönemi sonrası dört farklı ben-idraki tanımlaması ortaya çıktığını söyledi. Bunlardan birincisi, toplumların, kendi tarihî tecrübelerinin içine kapanması şeklinde ortaya çıktı. Bir diğeri, mevcut ben-idrakine düşmanlık yaparak, red ederek yeni bir kimlik inşa etme yönünde zuhur etti. Üçüncü olarak, güçlüye öykünme ve taklit etme usulüyle yeni bir kimlik inşa edildi. Son olarak, kendi tarihî tecrübesini dikkate alarak geleceği inşa etmeye çalışan bir kimlik oluşturma çabası gösterildi. Fazlıoğlu'na göre sonuncusu içlerinde en sağlıklı olanıdır. Fakat tarihi nasıl okuduğumuz sorusu da kimlik inşasında hayati seviyededir ve iki tür problemli tarih okuma tarzına dikkat etmek gerekir. Birincisi anakronizm, yani geçmişi bugünün kavram ve anlayışı üzerinden okumaktır. Daha tehlikeli olan ikinci yaklaşım ise, whiggism, yani geçmişi, sonucu bugünün kavram dünyasını verecek şekilde dizayn etmektir.
Fazlıoğlu, bütün bu anlattıklarına binaen İslam ve Osmanlı düşüncesi ile ilgili fikirlerini izah etti. Fazlıoğlu ilk olarak Osmanlı'ya dair bütün soruların İslam'a ait olduğunu ve cevapların da bu minvalde olması gerektiğini belirtti. Bu nedenle ona göre öncelikle İslam medeniyetinin doğru anlaşılması gerekmektedir. Fazlıoğlu, İslam medeniyeti ve düşüncesinin mevcut çalışmalarda nasıl tasavvur edildiğini şu beş maddede analiz etti: 1) Kadim mirası Batı'ya aktarımcı 2) Bir sonrakinin (yani Batı'nın) kökeni 3) Kendi içinde çatışan ve birbirlerini tekfir eden grup ya da insanların toplamı 4) İslam medeniyetinin eski bir düşünce etkinliği olduğu ve bugün için bir anlam ifade etmediği 5) Bu gelenekteki bütün ekollerin tek bir parça olduğu ve bunun özsel bir dizge ile açıklanabileceği. Fazlıoğlu ise İslam felsefe-bilim tarihini, kendine özgü bir dünya görüşünün ilkeleri çerçevesinde yürütülen beşerî bir "açıklama" ve "anlama" etkinliği şeklinde tanımladı. Malzemesi varlık, tabiat, hayat, tarih veya insan olabilir. Diğer bir deyişle, İslam düşünce tarihi varlık, tabiat ve insana dair açıklama ve yorumların toplamıdır.
İhsan Fazlıoğlu, üç boyutlu düzlemde İslam düşüncesini değerlendirdi. İslam'da tevhid anlayışının üç ana tezahürü olduğunu belirten hocamız, bunlardan ilkinin "tevhid-i rububiyet" olduğunu söyledi. Tevhidin bu yönü, hayatta düzeni temsil eder ve fıkıh ilmini oluşturur. İkinci olarak "tevhid-i uluhiyyet" ise evren tasavvurumuzu şekillendirir ki kelam ilmini oluşturur. Son olarak "tevhid-i vücudiyyet" de metafizik perspektifimizi düzenlemesi itibari ile irfan ilmine tekabül eder. Bu üçlü yapı birbirini tamamlar ve Fazlıoğlu'nun dersin isminde yer alan üç boyutlu yapıdan kastı budur. Özellikle Fahreddin Razi'nin öğrencileri tarafından oluşturulan bu sistem, Osmanlı'da resmi ve toplumsallaşmış perspektifi temsil etmektedir. Fazlıoğlu, bilhassa 1250 yılı sonrasında bu ekollerin doktriner olarak değil perspektif olarak değerlendirildiğini, yani bu perspektiflerin her birinden istifade edildiğini hassaten vurguladı.
Fazlıoğlu'na göre İslam'ın getirdiği en önemli prensiplerden biri ferdiyet, ikincisi de ilahi olan ile beşeri olanın birbirinden ayrılmasıdır. Ona göre, kelamcıların beşerî bilgiyi olasılıklı kabul etmesi, varlığın hakiki fakat bilgisinin insana ait olduğu ve hakikatin ancak tezahürlerinin bilinebileceğine dair görüşleri dikkate alınması gereken hususlardır.
İhsan Fazlıoğlu, bugün insanlığın bilgi ile kurduğu ilişkiye de dikkat çekti. Eskiden insanlığın en önemli problemi doğaya karşı korunmaktı. Fakat bugünkü en önemli sorun, insanın kendi ürettiği bilgiye karşı kendini nasıl koruyacağıdır. Misafirimiz bu açıdan değerden bağımsız bilginin problem teşkil edeceğini de ifade etti. Çözüm, varlık, bilgi ve değer'in yeni bir terkibi ile elde elde edilebilir.
Konuşmasının nihayetinde Fazlıoğlu, bizlere çok önemli tavsiyeler vermeyi de ihmal etmedi. Fazlıoğlu'na göre başkalarına teklifi olmayan hiçbir toplum yaşayamaz. Teklif sahibinin iddiası ve davası olur. Fazlıoğlu'na göre bugün Türkiye'de bilhassa 1980 sonrası yaşanan iki tehlike, teklif ve dava sahibi insanların yetişmesini zorlaştırmaktadır: Bunlardan ilki, İslam'ın bir dünya görüşü olmaktan çıkmaya başlaması, halk seviyesinde mitolojiye, okumuşlar nezdinde ise psikolojiye dönüşmesi; diğeri ise Anadolu ve Balkanlar'da inşa edilen bin yıllık kimliğin erimesi, kişiler arasındaki asabiyetin gevşemesi ve Müslümanların muhafazakar demokratlık kimliğinin kalıplarına sıkışıp kalması... Fazlıoğlu'nun konferans sonrası kendisine yöneltilen soruları cevaplandırması ile de program nihayete erdi.


Değerlendiren: Hasan UMUT

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Popular Posts