İhsan Fazlıoğlu: "İlim aklın ibadetidir"
Anlayış Dergisi (Sayı 15)
Ağustos 2004 |
Musul'da, medresede tatlı bir telaş vardı. Alman Kayseri II. Friedrich'in (1212-1250) felsefe, tıp ve matematik sahasında, cevaplandırılması için Avrupa'dan Eyyubî Sultanı Melik Kamil'e gönderdiği sorulardan, Biladu'ş-Şam alimlerinin çözemediği çok zor bir matematik sorusu, yanıtlanması için Musul valisi Melik Rahim Bedreddin Lu'lu eliyle dönemin en büyük alimi, medresesinde hem hıristiyanlara hem yahudîlere kendi dinlerinin teolojisini, hem de Şafii olmasına karşın Hanefîlere kendi mezheblerinin fıkhını okutan Kemaleddin Musa b. Yunus'a daha önce ulaştırılmış; Friedrich'in elçisi de yanıtı almak üzere şehre giriş yapmıştı. Filozofça yaşadığı söylenen, dünyevî tamahı olmayan derviş meşrebli İbn Yunus oldukça sade giyinirdi. Ancak Kayser'in elçisinin şehre yaklaştığını duyunca kendisi için özel, gösterişli bir elbise hazırlattı. Elçi'nin medreseye yaklaştığı haber verilince ileri gelen hocalar ile öğrencileri karşılamak için gönderdi. Bir süre sonra elçiyle beraber geri dönen hocalar ve öğrenciler gördükleri manzara karşışında şaşırıp kaldılar: Hocaları İbn Yunus, Anadolu ipeğinden dokunmuş çok değerli bir halı'nın üzerinde, tahtvarî bir yerde oturuyor, etrafında yöneticiler ve hizmetçiler saf olmuş duruyordu. Elçi içeri girdi; İbn Yunus yanıtı içeren kağıdı kendisine uzattı; teşekkür eden elçi geldiği gibi medreseden ayrılıp Valilik merkezine geçti. Resmî heyet medreseyi terkeder etmez İbn Yunus üzerindekileri çıkarttı ve tahtvarî yeri kaldırttı. Hocalarını hiç bu şekilde görmeyen öğrencilerinden birisi, Necmeddin Ömer Giridî: "Hocam! Bu bir saat boyunca gördüğümüz ihtişam ve görkemin manası nedir?" diye sorunca, İbn Yunus bir tek kelimeyle cevap verdi: "İlim'dir".
Bu tarihî manzarayı zihnimde, Almanya'da, Frankfurt'daki Goethe Üniversitesi'ne bağlı Arap-İslam İlimler Tarihi Enstitüsü'nde [Institut für Geschichte der Arabisch-Islamischen Wissenchaften] değerli bilgin, ömrünü İslam ilim tarihi çalışmalarına vakfetmiş Fuat Sezgin'le, Türkiye Araştırmaları Literatürü Dergisi'nin Türk Bilim Tarihi'yle ilgili, 4. sayısı için yaptığım röportaj esnasında tekrar hatırladım. Yüzünde hayallerini gerçekleştirmiş bir insanın huzuru okunan, sekizyüz bilim ve teknolojik aletden oluşan müzesini pek çok devlet erkanının ziyaret ettiği, seksen yaşını aşmış Fuat Sezgin'in, iki saati aşkın konuşmada aktardığı, odasındaki duvarda resmi hala asılı duran hocası Hellmut Ritter ile arasında geçen bir konuşma, belki de başarısının sırrını, başka bir deyişle ilmin ihtişamının sırrını veriyordu: "Fuat! Günde kaç saat çalışıyorsun?" Vereceği rakamın tesirinden emin olan Sezgin, tereddütsüz şöyle der: "Onyedi saat Hocam!" Yüzünü ekşiten Ritter "Günde onyedi saat çalışarak alim olamazsın Fuat" diye karşılık verince şaşıran Sezgin: "Peki Hocam! Alim olmam için günde kaç saat çalışmam gerekiyor" diye sorar. Ritter'in yanıtı ilginç, bir o kadar da çarpıcıdır: "Benim hocam günde yirmialtı saat çalışırdı; ben yirmi beş saat çalışıyorum; senin de alim olmak için günde en az yirmi dört saat çalışman gerek". Fuat Sezgin Hoca, konuşmasına şöyle devam etti: "Yakın zamana kadar hocamın bu tavsiyesine uyarak günde yirmi dört saat çalıştım". Bu sözün tecessüm etmiş hali karşımızdaydı: Yayımladığı beşbin cildi aşkın eser, kurduğu Enstitü ve açtığı Müze; kısaca bizzat Fuat Sezgin'in kendisi... Fahreddin Razî'nin en çetrefil eserlerini bir gecede fehmedip tüm Musul alimlerine topluca öğreten, tarihin en büyük cebircilerinden Şerefeddin Tusî'nin talebesi, kendisi de Nasiruddin Tusî, Esiruddin Ebherî ve Alemuddin Kaysar gibi bir sonraki felsefe-bilim hayatını yönlendiren kuşağı yetiştiren, günde bir saat uykuyla yetinen İbn Yunus ile günde yirmi dört saat çalışan Fuat Sezgin, ilmin kazandırdığı ihtişamın birer tarihî göstergesi olarak karşımızdalar. Bu iki isme İstanbullu meslaktaşları, Ahmed Süheyl Ünver de eşlik etmektedir. Kendisini ilerlemiş yaşına karşın devamlı çalışır bulan öğrencileri, tehzip, minyatür gibi Türk sanatlarının büyük ustası, tabib ve tıp tarihi uzmanı Ünver'e: "Hocam! Yaşınız yetmişüç; artık Azrail kapınıza dayandı; nedir bu, devamlı çalışıp duruyorsunuz" diye sorunca, Ünver şu ilginç yanıtı verir: "Azrail yalnızca kapımıza dayanmadı; bir kaç kez gelip gitti". Öğrencileri bu yanıtın arkasındaki 'hikmeti' çekip alabilmek için tekrar sorarlar: "Peki Hocam! Azrail geldiğinde ne oluyordu ki sizi bırakıp gitmek zorunda kalıyordu?" Ünver yine ilmin ihtişamını gösteren, öğrencilerine ders gibi bir cevabı önlerine koyar: "Azrail her geldiğinde şöyle deyip gidiyordu: 'Süheyl! Seni çalışmıyorken bir yakalayayayım, derhal canını alacağım'". Kanunî Sultan Süleyman döneminin büyük müderris-filozofu Taşköprülü-zade muhalled eseri Miftahu's-saade ve misbahu's-siyade adlı çalışmasında bilginin hem dünyevî hem de uhrevî mutluluk'un anahtarı ve hakimiyet'in/efendilik'in ışıkı olduğunu belirttir ve ekler: "İlim aklın ibadetidir". Seleflerimiz bu cümleyi kendilerine ilke edinerek 'bilgi'yle meşgul oldular; çalıştılar; temsil ettikleri hakikatin omuzlarına yüklediği yükü taşıdılar; bu hakikatin hem saadet cihetini hem de siyadet cihetini -gerektiğinde- beraberce ele alıp yürüttüler. Nitekim hem Şeyhu'l-ekber İbn-i Arabî hem de büyük âlim İbn Teymiyye irfan ve ilim vadisinin en ince kıvrımlarında at koştururlar iken saadet'i; Biladu'ş-Şam'da, Anadolu'da, dağlarda gençlere Moğol istilacılarına karşı savaş eğitimi vererek de siyadet'i hedefliyorlardı. Çünkü biliyorlardı ki siyadet'i olmayan bir medeniyetin saadeti de olmaz, olamaz. Aklı, ilmi ve ibadeti 'bir ve aynı' kabul eden bir medeniyet, günde yirmi dört saat çalışan mensupları sayesinde var-oldu, bundan sonra da ancak ve ancak bu şekilde var-olacak... Sözlük anlamında "yoksun olmak, bozulmak, durmak, ihmal etmek, kesilmek, hasara uğramak, felç olmak" gibi pek çok olumsuz mana bulunan tatil kavramı, hiç şüphesiz ne ilim ne akıl ne de ibadet için geçerli olur, aklını tatile gönderen bir medeniyet sürekliliğini muhafaza edemez. Kısaca, akıl'da/akletmede tatil olmaz; ibadet tatil kaldırmaz, ilim tatile çıkmaz. Ya çıkarsa? Bu sorunun yanıtı için, uzun söze ne hacet, mevcut durumuza bakmak yeterlidir: Aklını, ilmini ve ibadetini tatil eden, siyadet'ini ve saadet'ini de tatil etmek zorunda kalır. |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder