İhsan Fazlıoğlu: "Ali Kuşçu'nun Bir Hendese Problemi ve Sinan Paşa'ya Nisbet Edilen Cevabı"

İhsan Fazlıoğlu: "Ali Kuşçu'nun Bir Hendese Problemi ve Sinan Paşa'ya Nisbet Edilen Cevabı"


"Ali Kuşçu'nun Bir Hendese Problemi ve Sinan Paşa'ya Nisbet Edilen Cevabı", Dîvân İlmî Araştırmalar Dergisi, İstanbul 1996/1, s. 85-105.

Ali Kuşçu'nun Bilmece Tarzında Sorduğu Bir Hendese Problemi ve Sinan Paşa'ya Nispet Edilen Cevabı
-Tenkitli Metin ve Çalışma-*




ÖZET
Bu çalışmada Fatih Sultan Mehmed'in huzurunda Ali Kuşçu'nun hendese (geometri) sahasında bilmece tarzında sorduğu bir soruya cevap olarak yazılan ve dönemin alimlerinden Sinan Paşa'ya nisbet edilen bir risale incelenmiştir. Bu çerçevede önce Sinan Paşa'nın hayatı, şahsiyeti ve eserleri kısaca tanıtılmış; özellikle akli ilimler sahasında telif ettiği eserler üzerinde durulmuştur. Daha sonra hendese sahasında kendisine nisbet edilen Risale fi el-Zâviye el-Hâdde İzâ Furidet Hareket Ehad Dıl'eyhâ Tahsilu Zâviye Munferice (Bir Kenarı Hareket Ettirildiğinde Geniş Açı Olan Dar Açı Hakkında Risâle) adlı risalesi ele alınarak adı, otantikliği ve tenkitli metninin hazırlanmasında takip edilen yöntem üzerinde durulmuş, risalenin nüshaları tanıtılmış, tarihi önemi ve muhtevası incelenmiştir. Akabinde risalenin Türkçe tercümesi ve Arapça tenkitli metni verilmiştir.
HAYATI
Sinanuddîn Yusûf b. Hızır Bey b. Celâluddîn, Fatih Sultan Mehmed ve Sultan II. Bayezid devri alimlerindendir. Doğum tarihi hakkında klasik ve modern kaynaklar, 841/1437, 844/1440 ve 845/1441 gibi üç farklı tarih vermektedir. Doğum yeri konusunda ise aynı kaynaklar, Sivrihisar, Bursa ve İstanbul olmak üzere üç değişik mekan zikretmektedir. Sinanuddin Yusuf, Fatih döneminin meşhur alimlerinden ve fetihten sonra İstanbul'un ilk kadısı olan Hızır Bey (863/1459)'in oğludur . Nesebi baba tarafından, bir rivayette Nasreddin Hoca'ya diğer bir rivayette Mevlana'ya kadar çıkartılır. Annesi ise yine Sultan II. Murad ve Fatih Sultan Mehmed döneminin meşhur alimlerinden olan Molla Yegan (öl. 878/1473)'ın kızıdır .
Sinanuddin Yusuf, baba ve anne tarafından devrinin önemli alimlerini yetiştirmiş bir ailenin mensubu olarak iyi bir tahsil gördü. Klasik kaynaklarda ders gördüğü hocaları açık olarak belirtilmiyorsa da ilk hocalarının, Molla Fenari (öl. 834/1431) okulunun iki önemli mensubu olan babası Hızır Bey ve dedesi Molla Yegan olması muhtemeldir. Daha sonraki tahsil hayatını ise, naklî ve aklî ilimler çerçevesi içerisinde, dönemin Molla Hüsrev (öl. 885/1480) , Molla Güranî (öl. 893/1488) ve Hoca-zade Muslihiddîn Mustafa (öl. 893/1488) gibi ulemâsından tamamlamış; özellikle babasının muhitinde bulunan alimlerin sohbetlerinden faydalanarak genç yaşta iyi bir bilgi seviyesine ulaşmıştır.
İstanbul'un fethinden sonra Fatih Sultan Mehmed, babası Hızır Bey'i İstanbul kadısı olarak Bursa'dan İstanbul'a davet ettiğinde Sinanuddin Yusuf 13-16 yaşlarını idrak etmekteydi. İstanbul'da kendini tamamen ilme veren Sinanuddin Yusuf, yirmi yaşları civarında ulema sınıfına katıldı. Hızır Bey'in 863/1459 yılında ölmesi üzerine Edirne'de önce bir medreseye, daha sonra Sultan II. Murad'ın inşa ettirdiği Dar el-Hadîs'e müderris olarak tayin edildi. Fatih Sultan Mehmed'in İstanbul'u bir ilim merkezi haline getirme ve devrinin temayüz etmiş ulemasını İstanbul'da toplama siyasetinin neticesi olarak İstanbul'a çağrıldı. İstanbul'da Sahn müderrisliğine atanmasının yanında "Hace-i Sultanî= Padişah Hocası" unvanını aldı. Fatih Sultan Mehmed'den büyük bir saygı gören Sinanuddin Yusuf, bu tayinden sonra Fatih Sultan Mehmed'in huzurunda yapılan tüm ilmi münazaralarda hazır bulundu. Fatih Sultan Mehmed ile kurduğu samimi ilişki neticesinde 875/1470 tarihinde vezirlik rütbesi ile taltif edildi. Bundan sonra "Hoca Paşa" veya "Sinan Paşa" olarak anılmaya başlandı.
Ali Kuşçu (öl. 879/1474) , Fatih Sultan Mehmed'in daveti üzerine İstanbul'a geldiğinde, Fatih Sultan Mehmed, Sinan Paşa'dan Ali Kuşçu'nun derslerine devam etmesini ve bu sayede riyâzî ilimlerde ilerlemesini istedi. Bunun üzerine Sinan Paşa, talebesi Molla Lütfî (öl. 900/1494) 'yi Ali Kuşçu'nun derslerine gönderdi; daha sonra Sinan Paşa, Molla Lütfi'ye, Ali Kuşçu'dan okuduğu dersleri tekrar ettirterek riyâzî ilimlerdeki bilgisini ilerletti.
Sinan Paşa, 881/1476 senesinde Gedik Ahmed Paşa'nın azl ve hapsolunması üzerine, Fatih Sultan Mehmed tarafından sadarete getirildi; ancak bir seneye yakın süren bu görevinden aynı sene azl edilerek hapsolundu. Sinan Paşa'nın azl ve hapis sebebi kaynaklarda ihtilaf konusu olmakla beraber sebebin Sinan Paşa'yı kıskananların entrikası olduğu söylenebilir. İstanbul'da bulunan ulema Sinan Paşa'nın hapis olayına sert tepki gösterdi ve toplu halde Fatih Sultan Mehmed'e başvurarak Sinan Paşa hapisten salıverilemezse tüm kitaplarını yakarak Osmanlı ülkesini terk edeceklerini bildirdiler. Sonuçta hapisten çıkartılan Sinan Paşa Sivrihisar kadılığına tayin edilerek İstanbul'dan uzaklaştırıldı. Yolda Fatih Sultan Mehmed tarafından gönderilen bir tabib tarafından kötü muameleye maruz bırakılınca İznik'te bulunan Molla İbn Hüsameddin, Fatih Sultan Mehmed'e bir mektup yazarak, Sinan Paşa'ya reva görülen kötü muamelenin derhal kaldırılmasını istedi, aksi takdirde Osmanlı ülkesini terkedeceğini bildirdi, neticede Sinan Paşa, Sivrihisar'a ulaştı ve Fatih Sultan Mehmed ölünceye kadar Sivrihisar'da kaldı. Sinan Paşa'nın azlinden sonra yakın çevresi de görevlerinden uzaklaştırıldı veya İstanbul dışına tayin edildi. Öğrencisi Molla Lütfi de Fatih Sultan Mehmed'in hafız el-kütüb'lüğünden ayrılarak hocası Sinan Paşa ile birlikte Sivrihisar'a gitti.
Sultan II. Bayezid'in 886/1481 yılında tahta çıkmasıyla Sinan Paşa'ya itibarı iade edildi ve vezaret rütbesi geri verildi. Ayrıca yüz akçe yevmiye ile tekrar Edirne Dar el-Hadîs'ine müderris olarak tayin edildi. Bu dönemde Sinan Paşa daha çok tedris ve telif ile uğraştı ve eserlerinin çoğunu, özellikle Türkçe eserlerini bu zaman dilimi içinde kaleme aldı.
Sinan Paşa'nın ölüm tarihi ve yeri hakkında kaynaklarda ihtilaf vardır. Ancak kabul edilen kanaate göre Sinan Paşa son yıllarını huzur içinde İstanbul'da geçirdi, burada 891/1486'da vefat etti ve Ebû Eyyûb el-Ensârî'nin kabri civarında defn edildi .
ŞAHSİYETİ VE ESERLERİ
Klasik kaynaklar Sinan Paşa'nın keskin bir zekaya, güçlü bir kavrayışa ve derin bir anlayışa sahip olduğunu ifade etmektedir. Bu özelliklerin yanında Sinan Paşa'nın özellikle gençliğinde şüpheci (reybi) bir tavrının olduğu ve bu sebeple babası Hızır Bey ile iyi geçinemediği de klasik kaynaklarda belirtilmektedir. Sinan Paşa zamanla bu şüpheci tavrından uzaklaşmış ve tasavvufa meylederek dönemin ünlü mutasavvıfı Şeyh Vefa(öl. 896/1491) 'ya intisab etmiştir.
Osmanlı düşünce geleneğinde Molla Fenarî okulunun bir takipçisi olan Sinan Paşa, felsefi kelam anlayışının temsilcisi olarak kabul edilebilir. Alim olmasının yanında Sinan Paşa zamanın ileri gelen bir edibiydi. Türk edebiyatında nesri ile tanınmış ve nesir sahasında, en güzel örneklerini verdiği seci'li ve süslü nesre "Sinan Paşa uslubu" adı verilmiştir. Sinan Paşa'nın edebiyat sahasında Türkçe kaleme aldığı eserlerinde daha çok tasavvufi bir hava hakimdir. Bunlardan Tazarru'nâme münacaat, Nasihatnâme (Ahlaknâme veya Maarifnâme olarak da bilinir) ahlak ve Tezkiret el-Evliyâ meşhur mutasavvıfların bazılarının menakıpları hakkındadır.
Sinan Paşa fıkıh sahasında Burhânuddîn el-Merğînânî (öl. 593/1197)'nin el-Hidâye adlı furu-ı fıkıhla ilgili eserinin "taharet" kısmının başına bir haşiye kaleme almış , Kelam sahasında Seyyid Şerîf el-Curcânî (öl. 816/1413)'nin, Adudiddîn el-İcî (öl. 756/1355)nin el-Mevâkıf fî İlm el-Kelâm adlı eserine olan şerhinin "cevahir=cevherler" bahsine bir haşiye yazmıştır . Ayrıca felsefe sahasında Risale fi Eşkâl Ellezi Uride fi Havassi Hıkmet el-Ayn fi Bahs el-Cihet adlı bir risalesi mevcuttur .
Riyazi bilimler sahasında Sinan Paşa, Bursalı Kâdî-zâde(öl. 844/1440 civ.)'nin, Mahmûd el-Çağmînî (öl. 619/1221 civarı)'nin el-Mulahhas fi el-Hey'e adlı eserine yazdığı şerhe hacimli bir haşiye kaleme almıştır . Hâşiye Sultan II. Bayezid'e ithaf edildiğine göre 886/1481 tarihinden sonra kaleme alınmış olmalıdır . Kadızadenin Şerh el-Mulahhas kısa adı ile tanınan bu eseri Osmanlı medreselerinde orta seviyeli bir astronomi ders kitabı olarak okutulmaktaydı. Nitekim Sinan Paşa'nın haşiyesinin mukaddimesi incelendiğinde Osmanlı eğitimi açısından önemli sayılabilecek ifadelerle karşılaşıyoruz. Sinan Paşa mukaddimede bu haşiyeyi yazma sebebini şu şekilde izah etmektedir: "...Bu şerhin, ibarelerinin kısa ve çok anlamlı olmasından dolayı bazı konuların muhtevasının incelenmeden anlaşılmasının zor olduğunu görünce her derste (fi kulli dersin) zor konuları açıklamak üzere notlar (evrâk) yazdım, sonra bu notlar kitaba haşiye olacak mikdara ulaştı, ancak notlar öğrencilerin elinde darmadağınıktı, onları topladım..." . Bu cümleler bize Sinan Paşa'nın görev yaptığı medreselerdeki derslerinde Şerh el-Mulahhas'ı okuttuğunu açık olarak göstermektedir .
Kâtib Çelebi, Sinan Paşa'nın Kutbuddin el-Şîrâzî (öl. 710/1310-1311)'nin Nihayet el-İdrak fi Dirayet el-Eflak adlı meşhur astronomi eseri üzerine bir haşiye kaleme aldığını söylüyorsa da bu haşiyenin zamanımıza gelen herhangi bir nüshası tespit edilememiştir . Bazı modern kaynaklarda Sinan Paşa'ya nisbet edilen Risale fi Halli Eşkali Muaddili Mesir el-Utarid adlı eser Ali Kuşçu'nun, Feth el-Fethiyye ise Gulam (Kul) Sinan (öl. 912/1506)'ın eserleridir .
Sinan Paşa'ya ayrıca aşağıda geniş olarak incelenecek bir geometri risalesi nisbet edilmektedir. Bu risale şu başlığı taşımaktadır: Risâle fî el-Zâviye el-Hâdde İzâ Furidet Hareket Ehad Dıla'yha Tahsilu Zâviye Münferice.
Risalenin Nüshaları
Risalenin zamanımıza ulaşan beş nüshası tespit edilmiş ve bu nüshalardan dördü tenkitli metinde kullanılmıştır.
Tenkitli Metinde Karşılaştırılan Nüshalar:
1. Süleymaniye Kütüphanesi, Carullah Efendi, nr. 1465/2, talikle yaprak 89b-90a, 21 satır. Hicri IX. asırda istinsah edilmiştir. Risalede mevcut olan hendesî şeklin çizimi biraz yanlıştır. Tenkitli metinde harfi ile gösterilmiştir.
2. Süleymaniye Kütüphanesi, Laleli, nr. 2233/4, talikle yaprak 60a-b, 19 satır. Hicri X. asırda Mustafa b. Hacı Durmuş el-Kastamonî el-Hanefî tarafından istinsah edilmiştir. Hendesî şekil çizilmemiştir. Tenkitli metinde harfi ile gösterilmiştir.
3. Köprülü, III. Kısım, nr. 721/4, nesihle yaprak 69a-70b, 19 satır. Hicri X. asırda istinsah edilmiştir . Hendesî şeklin çizimi basit ve gelişigüzeldir. Tenkitli metinde harfi ile gösterilmiştir.
4. Dâr el-Kutub, Talat, Riyada, nr. 111/2, yaprak 31b, Hicri 1150 civarında istinsah edilmiştir . Hendesî şeklin çizimi hamiştedir ve çizim yanlışlıklar ihtiva etmektedir. Tenkitli metinde harfi ile gösterilmiştir.
Diğer nüsha:
2. İzmir, Milli Kütüphane, nr. 893/2, talikle yaprak 7b-8b, 19 satır. Hicri 943 yılı civarında istinsah edilmiştir .
Risalenin Adı ve Sinan Paşa'ya Aidiyeti
Sinan Paşa'nın bu risalesinin tespit edilebilen ve yukarıda tanıtılan beş nüshasından hiç birinde risalenin adı verilmemiştir. İzmir nüshası, katalogta Risale fi Beyâni Mese'letin fi el-Hendese adı ile Talat nüshası ise katalogta İcâbe Mese'letin Hendesiyye ismi ile kaydedilmiştir.
Risale'den bahseden ilk kaynak olan Bağdadlı İsmail Paşa ise risalenin adını Risâle fî el-Munferice Tesîruhâ Hâdde Kable en-Tasîre Kâime olarak vermektedir . Ancak eserin muhtevası açısından İsmail Paşa'nın verdiği isim yanlıştır.
Eserin muhtevasından hareketle risaleyi yukarıda zikrettiğimiz gibi Risâle fi el-Zâviye el-Hâdde İzâ Furidet Hareket Ehad Dıla'yhâ Tahsilu Zâviye Münferice olarak isimlendirdik.
Klasik kaynaklarda Sinan Paşa'ya bu adla veya bu muhtevada bir risale nisbet edilmemektedir. Yukarıda da ifade edildiği gibi risaleyi yanlış isimle de olsa ilk defa Sinan Paşa'ya nisbet eden Bağdadlı İsmail Paşa (1339/1920)'dır. Daha sonra Abdülhak Adnan Adıvar, Osmanlı Türklerinde İlim adlı eserinde Köprülü nüshasından hareketle isim vermeksizin risalenin muhtevasını incelemekte ve risaleyi Sinan Paşa'ya nisbet etmektedir . Benzer şekilde Süheyl Ünver, Türk Pozitif İlimler Tarihinden Bir Bahis Ali Kuşci, Hayatı ve Eserleri adlı eserinde Adıvar'ı takip ederek Köprülü nüshasından hareketle risalenin, yine isim vermeksizin, muhtevasını inceletmiş ve bozuk bir tercümesini yaptırtmıştır .
Tenkitli metinde incelediğimiz dört nüshanın dibacesinde eserin Sinan Paşa'ya ait olduğuna dair bir ibare mevcut değildir. Ayrıca risalenin zamanımıza kadar gelen beş nüshasından ikisi kataloglama esnasında Ali Kuşçu'ya nisbet edilmiştir. Bunlardan ilki İzmir nüshası, diğeri de Talat nüshasıdır. Çünkü Talat nüshasında herhangi bir kayıt düşülmeden risale doğrudan başlamaktadır. Bu durum katalog hazırlayanları risaleyi Ali Kuşçu'nun olduğu kanaatine sevk etmiştir. Muhtemelen İzmir nüshası da benzer şekilde bir özelliğe sahiptir ve bu sebeple katalogta doğrudan Ali Kuşçu'ya nisbet edilmiştir.
Carullah nüshasında ise risale Sinan Paşa'nın Şerh el-Mulahhas haşiyesinden sonra gelmiş, ayrıca risalenin üstünde müstensih tarafından "Mevla Sinan Paşa'nın telif ettiği bir risaledir" şeklinde bir kayıt düşülmüştür. Köprülü nüshasının bulunduğu mecmuada ise risale Sinan Paşa'nın "Risâle fi el-Ecvibe" adlı bir risalesinden sonra gelmekte, mecmuanın müstensihi de risaleye "Bu risale merhum Sinan Paşa'nın musannefâtındandır" şeklinde bir ibare ile başlamaktadır.
Risalenin Ali Kuşçu'ya nisbet edilmesinin temel sebebi, risalede hendese sorusu verilirken "Kale Mevlânâ Alâuddîn el-Kuşçî =Mevlânâ Alâuddîn el-Kuşçî dedi" ibaresi ile başlanmış olmasıdır. Yazma eserlerde sıkça kullanılan bu tabir genelde müellife işaret eder. Ancak incelediğimiz risalede bu ibare Ali Kuşçu'nun sorusu verilirken kullanılmıştır; dolayısıyla ibare ile müellif değil soruyu soran kasdedilmektedir. Tenkitli metinde incelediğimiz dört nüshadan, Laleli ve Tal'at nüshalarında, hamdele ve salvele cümleleri ile dibace verilmeksizin risalenin doğrudan "Kale Mevlânâ Alâuddîn el-Kuşçî" ibaresiyle başlaması da bu yanlış anlamaya yardım etmiştir. Ancak soru verildikten sonra "Sultan, bu açıyı hiç bir araştırmaya ve yoruma gerek kalmayacak biçimde kendi beldesinin alimlerinin ve devletinin ileri gelenlerinin tesbit etmesini istedi. Ben de bu problemin çözümü ve tesbiti konusunda Yüce Allah'ın yardımı ile diyorum ki" denilerek sorunun cevabı verilmektedir. Dolayısıyla metinde mevcut olan bu ibarelerden soruyu soran ile cevaplandıranın cevaplıyanın iki ayrı kişi olduğu anlaşılmaktadır. Soruyu soranın Ali Kuşçu olduğu bilindiğine göre cevaplandıranın da, yukarıda yazma nüshalara ve Bağdadlı İsmail Paşa'ya dayanarak verdiğimiz bilgiler ışığında, Sinan Paşa olduğu söylenebilir.
Risalenin Tarihi Değeri
Risalenin dibece kısmı incelendiğinde şöyle bir tablo ortaya çıkmaktadır: Fatih Sultan Mehmed'in huzurunda Ali Kuşçu "bilmece" tarzında bir hendese problemi ortaya atmış, Fatih Sultan Mehmed de bu problemi çözme işini yerli ulemasının üstlenmesini istemiştir. Neticede problemin çözümü için muhtemelen Sinan Paşa zikredilen risaleyi yazmıştır. Fatih'in bu tavrı Semerkant'tan gelen ve bir Osmanlı alimi olan Kadı-zâde'nin talebelerinden Ali Kuşçu ile kendi ülkesinin alimlerini adeta bir yarışmaya teşvik etmesi olarak gözükmektedir .
Hakikatı araştıran üç önemli akım olan Kelamcılar (beyân ehli), Filozoflar (burhân ehli) ve Mutasavvıflar (irfân ehli) arasında bir "muhakemeyi" düşünen Fatih Sultan Mehmed'in İslam Medeniyeti'nin bu üç kesimini kendi zamanında temsil eden alimler arasında devamlı bir tartışma ortamı oluşturduğu ve bunu canlı tuttuğu bilinenen tarihi bir husustur. Molla Zeyrek ile Hoca-zâde arasında kelam sahasında , Hoca-zâde ile Ali el-Tûsi arasında felsefe sahasında , Hoca-zâde ile Ali Kuşçu arasında med-cezir konusunda yapılan mübâhaseler bu konuda örnek olarak zikredilebilir . Fatih Sultan Mehmed mübahaselerde kendi yerli ulemâsının performansını daima dikkatle takip etmiştir. Bu konuda Ali Kuşçu'ya Hocâ-zâde'yi nasıl bulduğunu sorması ve Ali Kuşçu'nun "Acemde benzeri yoktur" ifadesine "Arab'ta da benzeri yoktur" şeklinde cevap vermesi Fatih Sultan Mehmed'in hedefleri hakkında açık bir fikir verebilir . Fatih Sultan Mehmed'in riyâzî ilimlere olan ilgisi de yukarıda zikredilen yapı içerisinde özellikle vurgulanmalıdır. Nitekim Fatih Sultan Mehmed'in özel hocalığını yapmış olan Sinan Paşa, gençliğinde daha çok şer'i ve aklî ilimlerin değişik konuları ile uğraştığını belirttikten sonra riyâzî ilimlere yönelmesini izah ederken bu konuda şunları söylemektedir: "Onun (Fatih Sultan Mehmed'in) tabiatının hikemî (felsefî) ilimlere ve onların bilgisine düşkün olduğunu, ayrıca zihninin bu ilimlere yöneldiğini gördüm. Allah rahmet eylesin, o daima hey'et (astronomi) ilmi ile uğraşmaya, riyâzî ilimlerin tümüne özel bir ilgi göstermeye teşvik ederdi. Ayrıca bu konularda problemler sorarak çokça imtihan yapar, hendese ve hisab sahalarında daima çalışmalar yapılmasını buyururdu. Allah'ın yardımıyla bu ilimlerin çeşitli konularındaki bilgilerimi merhumun desteği ile elde ettim" . İşte Ali Kuşçu'nun hendese sorusuna kendi ulemasının cevap bulmasını istemesi, Fatih Sultan Mehmed hakkında yukarıda çizdiğimiz çerçeve içinde anlam kazanmaktadır.
Sinan Paşa'nın kısa hayat hikayesini verirken riyazi ilimleri Semerkant'tan İstanbul'a gelen Ali Kuşçu'dan, kendisi derslere gitmeksizin, öğrencisi Molla Lütfî vasıtasıyla öğrendiğini belirtmiştik. Bu açıdan Sinan Paşa riyazi ilimlerde dolaylı olarak Ali Kuşçu'nun talebesi sayılabilir. Sinan Paşa'nın bu probleme cevap yazması (ki zamanımıza ulaşan başka herhangi bir teşebbüs tespit edilememiştir) Ali Kuşçu ile aralarında kendisinden kaynaklanan bir "yarışma"nın, belki de bir kıskançlığın olduğunu gösterebilir. Nitekim Ali Kuşçu memleketi Semerkant'a yazdığı bir mektupta İstanbul ulemasının kendisine olan hasedinden şikayet etmektedir . Ayrıca Sinan Paşa'nın incelediğimiz Şerh el-Mulahhas haşiyesinde Ali Kuşçu'dan hiç bahsetmemesi de dikkat çekicidir.
Sinan Paşa'nın risalesinin metni dikkatle incelendiğinde risalenin Ali Kuşçu ve Fatih Sultan Mehmed'in vefatından sonra telif edildiği ortaya çıkmaktadır. Çünkü Sinan Paşa metinde her ikisinden de rahmetle bahsetmektedir. Buna göre şu iki ihtimal ele alınabilir; ya Sinan Paşa cevabı sonradan (muhtemelen Sultan II. Bayezi döneminde) kağıda dökmüştür veya müstensihler daha sonra istinsah esnasında bu cümleleri metne eklemişlerdir. Çünkü nüshalar arasında bu konuda farklılıklar mevcuttur. Mesela, Ali Kuşçu'ya rahmet dileyen cümle Talat nüshasında -geç bir tarihte istinsah edilmesine rağmen- yoktur. Benzer şekilde Fatih Sultan Mehmed'e rahmet dileyen cümle Laleli nüshasında mevcut değildir. Bu bilgiler bize Sinan Paşa'nın büyük bir ihtimalle risaleyi (en azından müsveddesini) Fatih Sultan Mehmed döneminde yazdığını, rahmet dileyen cümlelerin ise daha sonra metne müstensihler tarafından ilave edildiğini göstermektedir .
Risalenin Muhtevası
Yukarıda zikredildiği üzere risale, Ali Kuşçu'nun Fatih Sultan Mehmed'in huzurunda sorduğu "bilmece" tarzındaki hendesî bir probleme Sinan Paşa tarafından verilen çözümü konu alır. Problem "Öyle bir dar açı bulalım ki, bu dar açı, bir kenarı genişleme yönüne doğru hareket ettirildiğinde dik açı olmadan geniş açı olsun" şeklinde ifade edilebilir.
Risalede Sinan Paşa'nın verdiği cevap ise şu şekilde özetlenebilir (bkz. Şekil 1):
Sinan Paşa istenilen açının, ABC dairesinde, bir kenarı DA yayı, diğer kenarı ise DC çapı olan ADC açısı olarak düşünür. Açıktır ki ADC açısı < 'dır. Bu açının dar olduğu Euclides tarafından Usûl'de ispatlanmıştır. Çünkü D noktasından ABC dairesine bir ZD doğrusu teğet olarak alınırsa ZDC açısı olur. Dolayısıyla ZDA açısı ADC açısını 'ye tamamlar. Eğer D noktasını sabit tutarak ADC açısının DC kenarını genişleme yönüne yani B noktasına doğru hareket ettirirsek FDA açısı elde edilir. Bu açı yarım daireden daha büyük bir alanda olduğu için geniş açıdır. Bu açının geniş açı olduğunu da Euclides Usûl'unde ispatlamıştır.
Diğer taraftan Sinan Paşa'ya göre ADC açısını 'ye tamamlayan ZDA açısı Euclides'in Usûl'de ispatladığı gibi iki kenarı da doğru olan her dar açıdan küçüktür. Neticede ADC açısı FDC açısı mikdarı artar. FDC açısı da dar bir açıdır. Dolayısıyla ADC açısı üzerinde ortaya çıkan iki dar açı söz konusu olur. Bunlardan biri ZDA açısıdır ve yukarıda bu açının, iki kenarı doğru olan her dar açıdan daha küçük olduğunun Euclides tarafından ispatlandığı söylenmişti. İkinci açı FDC açısıdır ve bu açı iki kenarı da doğru olduğundan ZDA açısından büyüktür. Dolayısıyla ZDA açısı ADC açısını 'ye tamamlarken FDC açısı, ZDA açısından büyük olduğundan, ADC açısına eklendiğinde ADC açısı dik açı olmadan FDA geniş açısı ortaya çıkar.
Sinan Paşa'ya göre hendesede bir şeyin küçüklükten, ara bir durum olmaksızın, büyüklüğe intikali garib bir durum olarak gözükse de hendesî ispat bu durumun olabileceğini gösteriyorsa akıl bunu tartışmasız kabul etmek zorundadır.
Zikredilen soruyu cevapladıktan sonra Sinan Paşa risaleyi başka bir soru sorarak bitirir: Büyük açı küçük açıyı kapsamasına karşın küçük açı ortaya çıkmadan büyük açının elde edilmesi ve mesafenin parçasının bir kesitinin bütünü öncelemesi nasıl mümkündür? Neticede Sinan Paşa bu ve benzeri soruları cevaplamanın şartının, hikmette sağlam bir bilgisi olan kişinin, açının ve bir kenarının hareketi ile mesafe almasının anlamı üzerinde düşünmesi olduğunu belirtir.
Risalenin Değerlendirilmesi
Sinan Paşa'nın yukarıda özetlenen düşüncelerini anlamak için kullandığı şeklin ve dayandığı kabullerin tarihi geçmişini incelemek gerekmektedir. Onun da risalesinde atıf yaptığı Euclides 'e kadar geri giden bu kabuller Elementler'in III. Kitab'ının 15. teoremine dayanır : "Bir daireye çapının uç tarafından dik olacak şekilde bir doğru çıkıldığında bu doğru dairenin dışında kalır. Bu doğru ile çevre arasında başka bir doğru çizilemez. Ve iki kenarı doğru olan her dar açı, yarım dairenin açıdan daha küçük; çevre ve dik doğrunun (teğet) kuşattığı açıdan da daha büyüktür" .
Euclides herşeyden önce bu ve III. Kitab'ın 16. 17. ve 18 teoremlerinde teğetin özelliklerini incelemektedir. 15. teoride vurgulanan diğer noktalar şöyle özetlenebilir: Yarım bir daire üzerinde ortaya çıkan açının durumu ele alınır ve bu açının her doğru kenarlı dar açıdan daha büyük olduğu, artık olan açının ise her doğru kenarlı dar açıdan küçük olduğu belirtilir. Bu özellikler Sinan Paşa'nın verdiği şekil üzerinde şu biçimde sıralanabilir (bkz. Şekil 1):
1. ZD doğrusu dairenin dışında kalır.
2. ZD doğrusu, D noktasında daireye teğettir.
3. ZD doğrusu ile daire arasında başka bir doğru çizilemez.
4. ZDA açısı iki kenarı doğru olan her dar açıdan küçüktür.
5. ADC açısı, iki kenarı doğru olan her dar açıdan büyüktür.
Sinan Paşa diğer bir teori olarak FDA açısının yarım daireden daha büyük bir alanda ortaya çıktığı için geniş açı olduğunu söyler ve bunun Euclides tarafından ispatlandığını belirtir. Muhtemelen Elementler'inin III. Kitab'ının 30. teoremine yapılan bu atıf bir daire içinde iki kenarı da doğru olan açı için geçerlidir. Bir kenarı dairenin yayı, diğer kenarı doğru olan bir açıdan teoremde bahsedilmemektedir . Burada muhtemelen Sinan Paşa ADC açısı için geçerli olan özelliği FDA açısına teşmil etmiştir.4. ZDA açısı iki kenarı doğru olan her dar açıdan küçüktür.
Euclides'in III. Kitab'ında verdiği 15. ve 30. teoremlerde ortaya çıkan "karmaşık" açılardan, özellikle 15. teoremden daha sonra kendisinin bile geniş olarak incelemediği iki tür açı ortaya çıktı. Birincisi teğet noktası ile yay arasında kalan ve "boynuzumsu" diye isimlendirilen açı, diğeri ise dairenin yayı ile çapı arasında kalan açı. Bu iki tür açı daha sonra gelen Grekli matematikçiler tarafından detaylı olarak ele alınmadı ancak açıların karmaşıklığına dikkat çekildi. Heath, bu iki açının Yunan ve daha sonra gelen Avrupalı matematikçiler tarafından nasıl ele alındığına ilişkin bir tarihçe çalışması yapmıştır. Bu çalışmadan ortaya çıkan sonuca göre tartışma daha çok bu iki açının tabiatına ilişkin olmuş ve bu iki açının gerçek anlamda açı olarak kabul edilip edilemeyeceği ele alınmıştır. Genel kabul bu iki açının gerçek anlamda açı olarak alınamayacağıdır . 4. ZDA açısı iki kenarı doğru olan her dar açıdan küçüktür.
İslam matematik tarihi açısından bu iki açıya ilişkin yaklaşımlar henüz incelenmemiştir. Bu noktada nihai hükmün verilebilmesi için Euclides çevirileri, tahrirler, şerhler ve haşiyeler çerçevesi içinde konunun İslam hendese tarihi kapsamında ele alınıp tartışılması gerekir. Ancak Osmanlı matematiği açısından meseleye baktığımızda Osmanlı medreselerine orta seviyeli (iktisâd rütbesi) hendese ders kitabı olarak okutulan Kadı-zâde'nin Şerh Eşkâl el-Tesîs adlı eserinde açı çeşitleri verilirken, detaya girilmeden, sadece isim olarak zikredilen ve ayrıca şekilleri çizilen açılara baktığımızda hem boynuzumsu hemde daire yayı ile çapı arasında kalan açının gerçek birer açı olarak kabul edildiği görülmektedir. Kadı-zâde özellikle dar ve geniş açının tanımı ve çiziminde bir kenarı yay olan açıyı geniş açı olarak almaktadır .4. ZDA açısı iki kenarı doğru olan her dar açıdan küçüktür.
Bu eseri okuması büyük bir ihtimal olan Sinan Paşa da bu iki açıyı gerçek açı olarak ele alır ve bu kabullerden hareket ederek ortaya atılan problemi çözmeye çalışır. Sinan Paşa'nın ispat basamakları şu şekilde sıralanabilir (bkz. Şekil 1):4. ZDA açısı iki kenarı doğru olan her dar açıdan küçüktür.
1. ZDA açısı< her türlü dar açı
2. ADC açısı <
3. ZDA + ADC =
4. FDC<
4. FDC>ZDA
4. ZDA açısı iki kenarı doğru olan her dar açıdan küçüktür.
5. ZDA + ADC = ise FDC+ADC=FDA>
6. Nitecede ADC açısı dar açı olma durumundan dik açı olmaksızın FDA geniş açısı haline gelir.
Gerçekte dairenin teğeti ile dairenin yayı arasında kalan açı [0, 1] kapalı aralığında bir değere sahiptir, hatta sıfır'a yakındır. Bundan dolayı bu açı gerçek anlamda bir açı olarak bile kabul edilmemektedir ve değeri sıfır olarak alınmaktadır. Diğer taraftan bu açının değeri ile alınan dairenin çapı arasında parametrik bir ilişki vardır, yani dairenin çapının nicelikçe büyümesi ile bu açının değeri küçülür. Dairenin çapı ile yayı arasında oluşan açıya gelince bu açıda derece olarak kabul edilmektedir. Ayrıca Euclides, bu açının her türlü doğru kenarlı dar açıdan büyük olduğunu vurgularken bunu demek istemiştir, yani bu açı dar açı değildir. Neticede, iki kenarı doğru olan FDC açısının, bir kenarı yay ve diğer kenarı doğru olan ZDA açısından büyük olması, ZDA açısının ADC açısına eklenmesiyle ZDC açısının dik olması ve FDC açısının ADC açısına eklenmesiyle ADC açısının geniş açı olması, ADC açısının dik açı olmadan geniş açı olması demek değildir. Burada Sinan Paşa hendesî bir oyun yapmaktadır.
Bilindiği gibi Euclides'ten itibaren hendesede, onun tarafından belirlenen aksiyomatik sisteme dayalı olarak, düzenli bir biçimde, sentetik ve deduktiv yöntem kullanılmıştır. Bu yöntem de hendesî her iddia teorem haline getirilmeye çalışılmış ve aksiyomatik yapıya atıf yapılarak ispatı verilmiştir. İspat esnasında aksiyomatik sisteme bağlılık ve sıkı bir mantık süreci, kısaca tutarlılık dikkate alınmıştır. Bu açıdan, incelenen risalede dikkat edilecek ikinci önemli nokta şudur: Sinan Paşa her ne kadar "hendesî burhan" tabirini kullanıyor ve Euclides'in Usul'une atıfta bulunuyor olsa da tezini ispatlama da kullandığı hendese "burhanî hendese" değil klasik hendesede "el-hendese el-muteharrike" adı ile bilinen ve hendesî şekillerde bir durumdan diğerine geçmede "hareket" kavramını temel alan hendesidir. Bu durum risalede sergilenen hendesî bilgi seviyesinin zayıf olduğunu göstermektedir.
Belirtilmesi gereken diğer bir nokta da Sinan Paşa'nın atıf yaptığı Euclides'in Usul'unun büyük bir ihtimalle Nasiruddin Tusi'nin Tahrir Usul el-Hendese adlı eseri olduğudur. Bu eser Osmanlı ülkesinde daha önce mevcut olabileceği gibi Ali Kuşçu tarafından Semerkand'dan getirilen diğer matematik ve astronomi eserleri arasında da bulunmuş olabilir. Fakat Sinan Paşa, klasik İslam hendese geleneğini takip etmeyip atıflarında kasdettiği "şekl=teori"nin numarasını vermemektedir. Dolayısıyla Euclides'in İslam dünyasında mevcut olan Usul'unun hangi edisyonunu kullandığını tespit etmek oldukça zordur.
Tenkitli Metinde ve Tercümede Takip Edilen Yöntem
Tenkitli metinde asıl hedef, zamanımıza müellif ile ilgisi olan bir metin gelmemişse (müellif nüshası, kıraat ve semâ' kaydı olan vb.), müellif metnini, elde mevcut olan nüshalardan hareketle yeniden kurmaktır.
Bu anlayıştan hareketle risalenin tesbit edebildiğimiz beş nüshasından ulaşabildiğimiz dördünü tenkitli metinde kullandık. Carullah nüshasını, mevcut en eski nüsha olması, ayrıca çok az yanlış ihtiva etmesi dolayısıyla esas metin olarak aldık. Buradan hareketle esas nüshaya göre diğer nüshaların farklarını tespit ettik. Akabinde Arap dili kaideleri, tarihi hendese dili ve risalenin telif edildiği tarihi ortamı dikkate alarak tenkitli metni ortaya çıkardık. Tenkitli metne göre, esas alınan nüsha dahil, diğer nüshaların farklarını dipnot olarak verdik. Yaptığımız ekleri <> içinde yazarak, hazfettiğimiz kelimeleri de dipnotta gösterdik. Nüshaların yapraklarının başlangıçlarını, nüsha rumuzları ve yaprak numaralarını metnin içinde ilk kelimenin hemen yanına yazarak belirttik.
Risalenin Tercümesi
Esirgeyen ve Bağışlayan Allah Adıyla
Bir Kenarı Hareket Ettirildiğinde Geniş Açı Olan Dar Açı Hakkında Risâle
Saltanat ve hükümdarlığının her bir zaviyesinde övülerek ve tesbih edilerek, her şeye yeten gücü alemin her bir bölgesinde yüceltilip kutsanarak zikr edilen o Yüce (Allah), tüm kusurlardan beridir. Onun rahmeti hak olan şeriatın sahibi, mukaddes kitabın taşıyıcısı ve onun tüm aile ve ashabıyla kıyamet gününe kadar onlara uyanların üzerine olsun.
İmdi; bu, kapısı ona yönelenlerin kıblesi, eşiği umutların diyarı, civârı günlerin rahatlığı, bayrağı İslamın direği olan büyük bir zatın kesin ve tam bir işareti, kararlı, azimli bir seçimi ve iradesi ile telifine karar verdiğim ve bir problemi beyan için kaleme aldığım bir risaledir (varaka). Kim onun itaat caddesinden saparsa dar boğazın tam keskin yerinde kalır. Ve kim de itaatinde samimi olursa o dar köşelerden kurtulur. Dünya hala onun adalet ve saltanatıyla mamur olmaya, yeryüzü onun ihsan ve nimetlerinin deryasında yüzmeye devam ediyor.
Mevlânâ Alâuddîn el-Kuşçî -Yüce Allah'ın rahmeti üzerine olsun- Sultanımızın ve hizmetçisi olduğumuz o büyük insanın -Allah ruhununu şâd etsin ve makamını Cennet bahçelerinin en yükseği kılsın- huzurunda dedi ki: "Riyazî ilimlere vakıf olanların bildiği ilginç bir problemimiz var. Bu problem: İki kenarından birinin genişleme yönüne doğru hareket ettiği varsayıldığında, dik açı olmaksızın, dar açı olma durumundan hemen geniş açı olan bir dar açının bulunması mümkündür.
Sultan bu açıyı hiç bir araştırmaya ve yoruma gerek kalmayacak biçimde, kendi beldesindeki alimlerin ve devletindeki ileri gelenlerin tespit etmesini istedi. Ben de bu problemin çözümü ve tespiti konusunda Yüce Allah'ın yardımı ve tevfîki ile diyorum ki:
Zikredilen açı, iki kenarından birini bir yayın ve diğerini çapın kuşattığı dairede varsayılan bir açıdır. Açı, Euclides'in Kitab'ında ispat ettiği gibi ya dardır; ki bu dairenin dışında, bir noktadan daireye teğet olan, çapa dik bir doğrunun çizilmesi ile açıklığa kavuşur. Böylece birliği daire olan bir doğru tarafından kuşatılan açı mikdarı kadar, o açının üzerinde oluşan dik açının fazlalığı ortaya çıkar.
Daire "ABC", merkezi "O", çapı "CD", dış doğru "ZD", teğet noktası "D" ve zikredilen fazlalık "ZDA" açısı olsun; şu şekilde:
Veya iki kenarından biri genişleme yönüne doğru hareket ettirilirse aralarında dik açı olmaksızın geniş açı olur. Bu da, eğer "CD" kenarını -çapı demek istiyorum- "D" noktasını sabit tutarak ve diğer tarafı hareket ettirerek -"C" demek istiyorum- "B" yönüne doğru hareket ettirirsek "FDA" açısı ortaya çıkar, bu da kesinlikle geniştir, çünkü yarım daireden daha büyük olan bir parçanın açısıdır. Euclides bunun geniş açı olacağını ispatlamıştır. Bu, aralarında dik olmadan geniş açı olan bir dar açının iki kenarından birinin bağımsız hareketi ile ortaya çıkmıştır. Bu da bizim istediğimizdir.
Bu durum, Euclides'in ispatladığı probleme bakıldığında açık bir biçimde ortaya çıkar. O problem, zikredilen fazlalığın -"ZDA" açısı demek istiyorum- iki kenarı doğru olan her bir dar açıdan daha küçük olduğudur. "ZD" doğrusu ve çevre arasına başka bir doğrunun girmesi mümkün değildir; tersine varsayılan her doğru elbette dairenin içinde ortaya çıkar.
Doğru düşünebilen herkes "CD" çapıyla çakışan bir doğru varsaydığında ve "C" tarafını "B" yönüne doğru hareket ettirdiğinde, "D" açısının, -varsayılan dar açı demek istiyorum- çap ile doğru arasında ortaya çıkan açı mikdarı kadar -"FDC" açısı demek istiyorum- arttığından şüphe duymaz. Bu açı sıfır varsayılan hangi mertebe üzerinde olursa olsun iki kenarı doğru olan dar bir açıdır. Zikredilen fazlalığın -"ZDA" açısı demek istiyorum- iki kenarı doğru olan her açıdan küçük olduğu kabul edilirse, zikredilen dar açı üzerine fazlalık olan mikdar o açı üzerinde olan dik açının fazlalığından büyük olur. Elde edilen açı -"FDA" açısı demek istiyorum- dik açıdan büyük ve geniş bir açıdır. Ancak bir kenarı çap üzerine çakıştığında dar açı olan, hareket ettirildiğinde aralarında asla dik açı olmaksızın çakışma durumu ortadan kalktığında geniş açı oldu. Bir şeyin tedrici olarak aralarında eşitlik olmaksızın küçüklükten büyüklüğe intikal etmesi oldukça garib olsa da kesin hendesî ispat olduğuna delalet ediyorsa şüphe ve tartışma olmaksızın akıl bunun varlığını kabul etmek zorundadır.
Büyük açı küçük açıyı kapsamasına karşın küçük açı ortaya çıkmadan büyük açının elde edilmesinin ve mesafenin parçasının bir kesitinin bütünü öncelemesinin -yani, parça varsayımlı olursa kesit de varsayımlı olur- nasıl olduğunun açıklanması ve niceliğinin araştırılmasına gelince, hikmette sağlam bigisi ve doğru fikri olan, açının ve iki kenarından birisinin hareketi ile mesafe almasının anlamı üzerinde düşünen kimse için bu gizli değildir. Allah ne güzel Mevlâ ve ne güzel yardımcıdır.
Tenkitli Metin*

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Popular Posts