İhsan Fazlıoğlu: "Ahmed Efendi [Taşköprülü-zâde]"

İhsan Fazlıoğlu: "Ahmed Efendi [Taşköprülü-zâde]"


Kısaltılmış hâli için bkz. ?Ahmed Efendi (Taşköprülü-zâde)?, Yaşamları ve Yapıtlarıyla Osmanlılar Ansiklopedisi, c. I, İstanbul 1999, s. 122-124.

Alim, tarihçi, ansiklopedist ve müderris. Tam adı İsâmuddin Ebû el-Hayr Ahmed b. Muslihiddin Mustafa b. Hayreddin Halil el-Rûmî el-Hanefî'dir. İlk tahsilini, Ankara'da müderris olan babasından aldı. Ailesiyle Bursa'ya döndükten sonra babasından ders almaya devam etti; akabinde İstanbul'da Alâuddin el-Yetîm'den okudu. Bursa Molla Hüsrev Medresesi'nde müderris olan amcası Kıvâmuddin Kâsım ile beraber Bursa'ya dönerek, bizzat amcasından mantık dersleri aldı. Onbeş yaşları civarında, babası Amasya Hüseyniye Medresesi'ne tayin edilince onunla beraber giderek, dil ve mantık ile felsefî ve kelâmî tahsilini tamamladı. Daha sonra, Muhyiddîn el-Fenârî, Muhyiddîn el-Kocâvî gibi devrin önemli âlimlerinden felsefî-kelâmî, matematik, astronomi ve optik âlimi Mirim Çelebi'den de riyâzî eserleri okudu; akabinde döneminin ileri gelen ulemasından muhtelif dinî ilimlerde icâzet aldı.
Tahsilini tamamladıktan sonra, Dimetoka Oruç Paşa Medresesi (1525), İstanbul Mevlâ İbn el-Hâc Hasan Medresesi (1527), Üsküp İshâkiyye Medresesi (1529), İstanbul Kalenderhâne Medresesi (1535-36), İstanbul Vezir Mustafa Paşa Medresesi (1537-38), Edirne Üç Şerefli Medresesi (1539), İstanbul Sahn-ı Semân Medresesi (1539-1540) ve Edirne Bâyezîd Medresesi (1544-45) gibi önemli medreselerde müderrislik yaptı. Bursa kadılığına atandı (1545-1546). Tekrar, Sahn-ı Semân Medresesi müderrsiliğine tayin edildi (1547). Akabinde İstanbul kadısı oldu (1552). 1554 başlarında trahom hastalığına yakalanıp gözlerini kaybedince emekliye ayrıldı. Ömrünün geri kalan kısmını eserlerini tamamlayarak geçirdi. Kabri, Fâtih Câmii civarındaki Aşık Paşa Mahallesindeki Seyyid Velâyet Türbesi civarındadır.
Ahmed Efendi, hem naklî hem de aklî ilimlerde uzman, klasik tabirle bir allâmedir (doctores universales). İlim zihniyeti itibariyle, Davûd Kayserî'yle başlayıp Mollâ Fenârî'yle yerleşen irfânî - kelâmî çizgi ile Ali Kuşçu ve arkadaşları tarafından İstanbul'un fethinden sonra yeniden tanzim edilen Osmanlı ilim anlayışındaki riyâzî - kelâmî çizgiyi şahsında birleştirir. Böylece o, beyânî, burhânî ve irfânî bilgi geleneklerini, Miftâh el-saâde ve misbâh el-siyâde adlı eserinde temsil edildiği şekliyle varlıkça (ontolojik) bir tasnife tâbi tutar. Bu çerçeve içerisinde kendi dönemine kadar, Osmanlı âlimlerinin hayat hikayelerini el-Şekâik el-numaniyye fî ulemâ el-devlet el-osmaniyye isimli kitabında inceler; böylece esas itibariyle kendi mensub olduğu ilmî zihniyetin tarihî bir haritasını çıkarır.
Ahmed Efendi, ilim tasnifinde, kendisine, el-Saâdet el-fâhire fî siyâdet el-âhire ve Miftâh el-saâde ve misbâh el-siyâde adlı eserleriyle, İbn el-Ekfânî'nin (öl. 749/1348) bu sahada telif ettiği İrşâd el-kâsıd ilâ esnâ el-mekâsıd isimli çalışmasını çıkış noktası olarak alır (KZ, I, s. 66). Böylece, İrşâd üzerinden İbn Nedîm çizgisine bağlanan eser, ilimler tasnifi yanında Mezopotamya ve Mısır'dan başlayıp Yunan ve İslam dünyasından kendi dönemine kadar gelen süreçte gelişen muhtelif ilmî sahalardaki zihniyeti tavsif eder. Bu açıdan Miftâh, Farâbî ile İbn Sina'nın konuyla ilgili çalışmalarını takip ederek, Gazzâlî'yle başlayıp Fahruddin Râzî'yle gelişen ve Sirâcuddin Urmevî, Necmeddin Kazvînî ve Kutbuddî Râzî tarafından yenilenen, Davud Kayserî, Mollâ Fenârî ve Ali Kuşçu'yla Osmanlı düşüncesinin temeline yerleştirilen ilmî zihniyetin muhtasar ve müfid bir hulâsasıdır. Buna göre, bilgiye ulaşmak ya nazarî (teorik) yahut tasfiye (arınma) yoluyla gerçekleşir. Ancak ilim (bilgi) maluma (bilinen, nesne) tabi olduğu için bilgi edinme yöntemleri de o bilgi alanın nesnesine göre farklılaşacaktır. Nesneler, varlıktan pay alma çerçevesinde, varolma itibariyle dört ayrı diziliş gösterdiklerinden, ya aynî (fizikde varlık) ya zihnî (zihinde varlık) ya lisânî (dilde varlık) ya da kitâbî (hattî, yazıda varlık) varlık sferinde yer alırlar. Aynî varolana ilişkin bilgi, hakîkî bilgi olduğundan zamana, dinlere ve milletlere göre değişmez yani küllîdir. Bu varlık alanına ilişkin bilgide araştırmacı sadece aklın gereklerine göre iş görüyorsa hikemî (felsefî) ilim dalları; İslâmî esasa göre iş görüyorsa şerî ilim dalları ortaya çıkar. Zihnî varolana ilişkin bilgi ise mantık gibi manevî (anlama ilişkin) alet ilimleridir. Lisânî yani lafzî ile kitâbî yani hattî varolana ilişkin bilgi dalları ise saf alet ilimleridir. Ahmed Efendi'ye göre, zihnî, lisânî ve kitâbî varolana ilişkin bilgi yalnızca nazarî yolla elde edilir. Aynî varolana ilişkin bilgiye ise, kimilerince nazarî kimilerince ise tasfiye yoluyla ulaşılır (MS., I, s. 69-70). Ahmed Efendi, akabinde, bilgiyi sınıflandırmasının ontolojik karekterini tekrar ele alarak, varolanların varlıkça dört sferinin bulunduğunu; bu sferlerden her birisinin diğerine delâlet ettiğini belirtir: hattî varolan lafzî varolana; lafzî varolan zihnî varolana; zihnî varolan da aynî varolana delâlet eder. Ancak, hattî ve lafzî varolanlar alanı mecâzî bakımdan varlık değeri taşır; zihnî varolanlar alanının ise, matematik nesneler konusundaki Platoncu ile Aristotelesçi tartışmalar dikkate alındığında, hakîkî yahut mecâzî olup olmadığı tartışmalıdır. Fakat aynî varolanlar alanı hakîkî ve asıl varlık alanıdır. Aynî varlık sferine ilişkin bilgi ise, nazarî ve amelî olarak ikiye ayrılır. Çünkü, bir bilgi yalnızca kendisi için taleb edilirse nazarî; başka bir şey dolayısıyla taleb edilirse amelidir (pratik). Nazarî ve amelî bilgi dallarının her biri de, aklın gereğini yerine getiren hikemî ile şer'in gereğini yerine getiren şerî ilimler olarak ikiye ayrılırlar. Ancak, en nihayetinde bilgi dallarındaki bu sıra düzeni, Kur'an-ı Kerim'i anlamaya yani tefsir ilmine götüren bir diziliş gösterirler (MS, I, s. 75-76). Ahmed Efendi, bu ilkelerden sonra, Mısır, Mezopotamya ve Yunan Medeniyeti'nden başlayıp İslam Medeniyeti'den zamanına kadar gelen sırasıyla hattî (yazıya ilişkin), lafzî (dile ilişkin), zihnî (ikinci ma'kûllere yani kategorilere ilişkin) ve aynî (metafizik, fizik, matematik, pratik'e ilişkin) ilim dallarını aslî ve ferî seviyede, ad ve tanım yönünden tasavvur; konu ve fayda yönünden de tedebbür cihetleriyle tek tek ele alır. Ahmed Efendi, tasnifi esnasında tahlil (analiz) terkib (sentez), tümevarım ve tümdengelim yöntemlerini beraberce kullanır. Daha sonra her bir ilim dalında telif edilen muhtasar (kısa), mutavassıt (orta) ve mebsût (ileri) eserler ile müelliflerini, bu sahalarda tahsîl yapacak öğrencilere yardım ve kolaylık olması için zikreder. Bu çerçevde yüzlerce eser ismi verir; bu durum da esere bibloyografik bir karakter kazandırır; ayrıca öğrenci ve hocalara muhtelif ilmî sahalarda belirli bir referans çizgisi oluşturur. Böylece Miftâh, Osmanlı ilim hayatında, mübtedi, mutavassıt ve muntahî seviyeler arasındaki farkı tayin etmiş ve okuyacakları eserleri belirlemiş olmaktadır. Gerçekte Ahmed Efendi'nin zikrettiği eserler, XVI. yüzyıl Osmanlı-İslam dünyasının başkenti olan İstanbul'da bilinen yahut mütedâvil eserlerdir. Öte yandan, Miftâh, eğitim (terbiye), öğretim (talîm) ile öğrenme (taallüm) konularında, ele aldığı konular itibariyle Burhânuddin el-Zernûcî'nin Talîm el-muteallîm ile İbn Cemâ'a'nın Tezkiret el-sâmi' ve el-mutekellimîn adlı eserleri ile İbn el-Ekfânî'nin İrşâd'ının ilgili bölümlerinin geliştirilmiş bir şeklidir.
Eserleri:
Ahmed Efendi'nin dil, mantık, dinî ilimler, tarih, ilim tarihi, tıp, matematik ve kelam sahasında telif, şerh ve hâşiye tarzında olmak üzere kırka yakın eseri mevcuttur. En önemlileri şöyle sıralanabilir:
1. Miftâh el-saâde ve misbâh el-siyâde (A): İlimlerin tasnifi sahasında 1541'de kaleme alınan bu eser, yukarıda değinildiği gibi, İslâm Medeniyeti'nde İbn el-Nedîm'den başlayarak, el-Harizmî el-Kâtib, Farabî ve İbn Sina'dan İbn el-Ekfânî'ye ulaşan çizginin devamı ve en gelişmiş son eseridir. Ahmed Efendi'nin Miftâh'ı, kendisinden önceki geleneği muhtevi olmasının yanısıra, Osmanlı-İslam Medeniyeti'nde kendisinden sonra en çok tesir eden, hatta kendisinden sonraki bütün bir çerçeveyi belirleyen ana eserdir. Çünkü eser, sadece felsefî bir tasnif değil aynı zamanda her ilim dalında mevcut telifatı muhtevi bibliyografik bir çalışmadır. Ahmed Efendi'ye nisbet edilen el-Saâdet el-fâhire fî siyâdet el-âhire ile Medînet el-ulûm adlı yine bilgi sınıflandırmasıyla ilgili olan iki eser de, Miftâh'ın birinci cildini kısmen muhtevi çalışmalardır. Miftâh'ın Türkçe tercümesi Mevzûât-i ulûm adıyla oğlu Kemâluddin Muhammed Efendi tarafından yapılmıştır (nşr. Ahmed Cevdet İstanbul 1313, II cilt). Kâtip Çelebi de, Keşf el-zunûn an esâmi el-kutub ve el-funûn adlı önemli çalışmasında büyük oranda Taşköprülü-zâde'nin Miftâh'ından faydalanır. 1741'de İstanbul'da Fransız Büyükelçiliğinin isteği üzerine kaleme alınan ve Osmanlı medreseleri müfredat programı ile okutulan eser ve yöntemlerden bahseden Kevâkib el-Seba, nisbeten Miftâh el-saâde'nin ihtisârıdır (İzgi, I, s. 69-77). Bu durum, Miftâh'ın bir nevi, resmî Osmanlı ilim zihniyetini temsil eden bir eser olduğunu göstermektedir. XIX. yüzyılın ikinci yarısında Hindli âlim Hasan Kannûcî ise doğrudan yahut Kâtip Çelebi üzerinden dolaylı olarak Ebced el-ulûm'unda Miftâh'dan faydalanır. Bu da Miftâh'ın etkisinin genişliği ile sürekliliğine delâlet eder. Nitekim modern dönemde de İslam ilim tarihi çalışmalarının ana kaynaklarından birisi Ahmed Efendi'nin Miftâh el-saâde'sidir. Türkiye ve dünya yazma kütüphanelerinde yüzlerce nüshası olan eser, üç cilt olarak Beyrut'da yayınlanmıştır (1985).
2. el-Şekâik el-numaniyye fî ulemâ el-devlet el-osmaniyye (A): Ahmed Efendi'nin, yirmi dört yıl süren müderrislik hayatı ile beş yıl süren kadılık hayatı sonunda altmışüç yaşında bulunduğu sıralarda (1558) kaleme almağa başladığı Devletin kuruluşundan Kanûnî devrinin sonlarına kadar (1566) Osmanlı topraklarında hayat sürmüş âlim ve şeyhlerin biyografilerini ele alan bir eserdir. Ahmed Efendi, eserde ele alamadığı alim ve şeyhlerin aldıklarından fazla olabileceğinin farkındadır. Ancak o büyük oranda kendi mensub olduğu Davud el-Kayserî - Molla Fenârî - Ali Kuşçu - Mirim Çelebi ilmî çizgisi ile Osmanlı ilmiye teşkilatının ağırlık merkezinin oluşturan alim ve şeyhleri öne çıkartmıştır. Bu çerçevede her bir Padişah döneminde yaşayan 371'i âlim ve 150'si şeyh olmak üzere 521 kişiyi on tabaka içerisinde kaydetmiştir.
Şekâik, kendisinden sonra Aşık Çelebi (öl.1572), Belgradlı Muhtesib-zâde Mehmed Hâkî Efendi (öl.1567) ve ), Amasyalı İbrahim b. Ahmed gibi bir çok kişi tarafından Türkçe'ye tercüme edildi. Ancak en iyi tercümesi pek çok yeni bilgiler de veren Edirneli Mehmed Mecdi Efendi'nin Hadâk el-şekâik'idir. Bu çerçevede Ahmed Efendi'nin Şekâik'i, Osmanlı dönemi âlim, şeyh, şâir vb. entelektüel tabakanın hayat hikayelerini tesbit ve kaydetmede telif, tercüme, tezyîl, telhîs, talik ve tahşiye çerçevesinde büyük ve sürekli bir faaliyetin çıkış noktası oldu. Bu da bir taraftan Şekâik'in Arapça versiyonunu takip ederek Arapça, diğer taraftan Türkçe versiyonunu takip edip Türkçe ile XX. yüzyıla kadar sürdürüldü; böylece bir Şekâik Külliyâtı ortaya çıktı.
Şekâik, 1927 yılında O. Rescher tarafından notlar ve düzeltmelerle Almanca'ya tercüme edildi. 1975 yılında Beyrut'ta Arapça zeyli Ikd el-manzûm fî zikri efâdıl el-Rûm ile birlikte basıldı. Son olarak Ahmed Subhi Furat tarafından tenkitli metni hazırlanarak yayınlandı (İstanbul 1985).
3. Nevâdir el-ehbâr fî menâkıb el-ehyâr (A): Üsküp'te İshak Paşa Medresesinde müderris iken (1530) sahabe döneminden başlayarak kendi zamanına kadar dil ilimleri, dinî ilimler, felsefî ilimler ve tıb sahasında yetişen büyük şahısların biyografilerini muhtevi alfabetik bir çalışmadır (KZ, II, s. 1978; Rağıb Paşa, nr. 5274, 427 yaprak).
4. Risâle el-şifâ' li-edvâ el-vebâ (A): Vebâ hakkında yazılmış tıbbî bir eserdir. Zamanımıza gelen yirmiyi aşkın nüshası (bkz. Esad Efendi nr. 327, 76 yaprak) ile Abdulğani Efendi (İ.Ü., TY, nr. 7137, 19 yaprak) ve Ahmed Tevhîd b. el-Şeyh İsmail Hakkı (HA, I, s. 187; Cerrah Paşa, nr. 225, 128 yaprak) tarafından yapılan Türkçe tercümeleri eserin yaygın olduğunu göstermektedir.
5. Risâletu el-şuhûd el-aynî fî mebâhis el-vucûd el-zihnî (A): Varlık araştırmasına felsefî-kelâmî seviyede büyük önem veren Ahmed Efendi'nin Miftâh'daki bilgi sınıflandırmasında varlık ile varolan kavramlarını merkeze aldığı bilinmektedir. Bu çalışmasında ise aynı çizgiyi sürdüren Ahmed Efendi, mecâzî yahut hakîkî varlık alanı olup olmadığı tartışmalı bulunan "zihnî varlık"ı inceler. Bu çerçevede felsefe-kelâm tarihinden hareketle varlık (vucûd) kavramının geniş bir araştırmasını yaparak, zihnî varlık alanını ontolojik açıdan tahlil eder (Köprülü Mehmed Asım nr. 705, yaprak 10b-33a).
6. Şerh el-fevâid el-ğiyâsiyye fî el-meânî ve el-beyân (A): Adudiddin İci'nin el-Fevâid el-Ğiyâsiyye adlı eserinin şerhidir. Eser, Arap dili ve belağatından geniş bir şekilde bahseder (Fatih nr. 4637, 232 yaprak, müellif hattı). Basılmıştır (İstanbul 1314, 4+286 s).
Ahmed Efendi'nin kendisinden sonra çokça kullanılan ve üzerinde onlarca şerh yazılan tartışma yöntem ve adabını ele aldığı Adâb el-bahs adlı bir risâlesi; Adududdin İcî'nin ahlak risalesinin şerhi, Şerh ahlâk el-adudiyye; hesap hakkında Risâle fî ilm el-hisâb (Ali Emiri, Arabi, nr. 2785/3, yaprak 91-96); takvim konusunda Risâle fî ma'rifet el-takvîm; mantık sahasında Feth el-emr el-muallak fî meselet el-mechûl el-mutlak fî el-mantık (Bağdalı Vehbi, nr. 2196, yaprak 119-127) ve dil alanında el-İnâye fî tahkîk el-istiâre bi-el-kinâye, (Serez, nr. 3880, 15-17 yaprak) gibi daha bir çok eseri Türkiye ve Dünya yazma kütüphanelerinde mevcuttur.

Kaynaklar:
Ahmed Efendi, Miftâh el-saâde ve misbâh el-siyâde, c. I, Beyrut 1985; ŞN, s. 552-560 (mukaddime s. I-IX); Mecdî, s. 524-526; Nevî-zâde, Hadâik, s. 8-11; HA, I, s. 143-144; GAL, II, s. 425-426, SII, s. 633-634; Celâl Muhammed Musa, Menhec el-bahs el-ilmî inde el-arab fî mecâl el-ulûm el-tabîîyye ve el-kevniyye, Beyrut trsz, s. 55-74; Osmanlı Matematik Literatürü Tarihi, Haz. Ramazan Şeşen, Cevat İzgi, (ed. Ekmeleddin İhsanoğlu), İstanbul 1999, I, s. 64-65; İA, XII, s. 42-44; Osmanlı Astronomi Astronomi Literatürü Tarihi, Haz. Ramazan Şeşen, Cevat İzgi, Cemil Akpınar, İhsan Fazlıoğlu, (ed. Ekmeleddin İhsanoğlu), İstanbul, c. I, s. 138-140; Babinger, s.94-97; Ramazan Şeşen, Muhtârât min el-mahtûtât el-arabiyye el-nâdire fî mektebât el-Turkiyâ, İstanbul 1997, s. 556-557; Ramazan Şeşen, Cemil Akpınar, Cevat İzgi, (ed. Ekmeleddin İhsanoğlu), Fihris mahtûtât el-tıb el-islâmî fî mektebât Turkiyâ, İstanbul 1984, s. 280-282; Şakâik-ı nu'maniye ve zeyilleri, nşr. Abdülkadir Özcan, I. cilt, s. XI-XIII, İstanbul 1989; C. İzgi, Osmanlı Medreselerinde İlim, İstanbul 1997, c. I; s. 69-77.

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Popular Posts