Medeniyet Okumaları’nın Üçüncü Dersinde “Bağdat Kültür Havzası: Kişiler ve Eserler” Ele Alındı


Medeniyet Okumaları’nın Üçüncü Dersinde “Bağdat Kültür Havzası: Kişiler ve Eserler” Ele Alındı

İhsan Fazlıoğlu ile 2016-2017 akademik yılı Medeniyet Okumaları’nın 10 Kasım Perşembe günü gerçekleştirilen üçüncü dersinde “Bağdat kültür havzası: Kişiler ve eserler” ele alındı. Seminerde ilk olarak, Bağdat’taki kültür hareketinin hazırlayıcısı olan Basra ve Kûfe şehirlerinden söz edildi. 638 yılında askeri üs olarak kurulan, daha sonra ise bir ticaret ve medeniyet merkezi haline gelen Basra’nın farklı kültürlerin bir arada yaşadığı bir şehir olma özelliği gösterdiğinden ve Sünnilik ile ilk tedvin hareketlerinin görüldüğü merkez olması dolayısıyla öne çıktığından bahsedildi. İhsan Fazlıoğlu, Basra’nın en güçlü olduğu alanın dil olduğunu vurgulayarak Basra’yla aynı dönemde kurulan, Hz. Ali, Hz. Ömer ve Abdullah b. Mesûd gibi ileri gelen sahabelerin hayata geçirdiği üç zihniyetin mecz edildiği ve Ehl-i Rey’in merkezi olan Kûfe şehrine geçti. Şehrin bir meydana (agoraya) sahip olduğunu, ikinci büyük dil okulu ile tefsir, hadis, fıkıh, tarih ve kıraat okullarının bu şehirde gelişme gösterdiğini belirtti. Diğer bir deyişle, bu iki şehrin Bağdat kurulmadan önce dil bilimlerinin, fıkhın, hadis ile tefsirin, akâid ile kelâmın, siyaset biliminin ve dört mezhebin ortaya çıktığı iki merkez olma özelliğini gösterdiğini aktardı.

Fazlıoğlu, Müslümanların istidlâlî bilgi üretirken gizil/mistik olana değil, açık seçik ve aklî olana, yani hâfî değil celî olana ilgi duyduklarının altını çizdi. Bu bağlamda, “tanımlanmış değişkenlerin, kavramların ve nesnelerin, doğalarına uygun, önceden belirlenmiş, açık seçik ilkelere dayanarak muayyen işlemlere konu kılınması ve sürece giren söz konusu değişkenler, kavramlar ve nesneler ile açık-seçik bir sonuca ulaşılması” şeklinde tanımlanabilecek algoritmik düşüncenin Basra ve Kûfe’de yaşayan Müslümanlar tarafından hayata geçirildiğini vurguladı. Değişkenler, işlemler, süreçler ve sonuçlar dizisinin algoritmik düşüncenin temel yapısını teşkil ettiğini, bu tarz bir düşünme yoluyla da bilginin paylaşılabilir bir ifâdeye dönüştüğünü, dolayısıyla başkaları tarafından istifâde edilebilir hâle geldiğini, bunun da bilginin denetlenebilmesini, eleştirilebilmesini, yeniden inşâ edilebilmesini ve tekrardan kurgulanabilmesini sağladığını belirtti. Bu tarz bir düşünceye örnek olarak da dil bilimleri ile usûl bilimlerini örnek olarak gösterdi.

Basra ve Kûfe’de kurulan algoritmik zihniyetin daha sonra Bağdat’a aktarıldığını belirten Fazlıoğlu, Bağdat şehrinin konumundan ve coğrafî yapısından söz etti. Horasan, Şam, Kûfe ve Basra olmak üzere dört kapısı bulunan bu şehrin, yeni bir formülasyon, yeni bir iddia olduğunu vurguladı. Bir buçuk milyona ulaşan nüfusuyla tarihin gördüğü en kalabalık şehirlerden biri olan Bağdat’ın, halk kütüphanelerinin kurulduğu ilk şehir olduğuna dikkat çekti. Üretimin yapıldığı, çok sayıda hekimin bulunduğu, kitapçıların, hamamların, medreselerin ve ilk büyük hastanelerin kurulduğu bu kozmopolit yapının aynı zamanda mezhep çatışmalarına, şehir eşkıyalarının talanına ve doğal felaketlere maruz kaldığını aktardı. Fazlıoğlu, Bağdat’ın İslam medeniyetinin merkezi olduğuna dikkat çekerek, fethedilen coğrafyanın tüm entelektüel birikiminin burada toplandığının altını çizdi. Maddî ve manevî mizacıyla kendine hâs bir şehir olan Bağdat’ta, sözü edilen birikimi ve kültürü hazmetmeye ve öğütmeye hazır bir yapının bulunduğunu, bu yapının da algoritmik düşüncenin tesiriyle oluştuğunu vurguladı. Bağdat’ın aynı zamanda huzurun ve barışın olduğu yer anlamına gelen Dâru’s-selâm ismiyle anıldığını anlatan Fazlıoğlu şehrin, kuzey, güney, doğu ve batı kültürlerini bir araya getirdiğine, diğer bir deyişle, Anadolu, Mezopotamya, Yunan, Mısır, Sâsânî, Süryânî, Türkistân, Hint, Kuzey Afrika kültürlerini aynı potada toplayarak ve aynı masada bir araya getirerek Turan ve İran başta olmak üzere yayıldığı coğrafyaların Akdenizlileşmesine neden olduğuna dikkat çekti. Farklı felsefe-bilim geleneklerinin entegrasyonunu gerçekleştiren bu şehrin, tam da bu işlevi dolayısıyla mukâyese ile doğru olanın yanlış olandan ayrılabildiği bir zemin sağladığını ve büyük çaplı bir tashih hareketi haline dönüştüğünü aktardı. Kadim kültürlerin güncellendiği, entegrasyon ve tashih hareketinin toplamda bir ihya hareketi olarak özetlenebildiği bu merkezin, M.Ö. 500 ve 600 yılarında uykuya dalan matematiksel, tıbbi ve mantıksal felsefeyi de yeniden uyandırdığını belirtti. Bağdat’ta kelam, felsefe ve tıp olmak üzere üç büyük sistemin kurulduğu bilgisi üzerinde de önemle durdu. Böylece M.Ö. 622’den itibaren başlayan kadîm mirası tevârüs, temellük ve temessül sürecinin Bağdât’da tercüme ve telîf ile taçlandırıldığını ifade etti. İslâm dininin hayat görüşünü, kadîm dünya resimlerini dikkate alarak kendine hâs bir dünya tasavvuru inşa eden ilk medeniyetin İslam medeniyeti olduğuna dikkat çeken Fazlıoğlu, bu tasavvurun hayata geçirildiği ilk merkezin Bağdat olduğunu, başka bir deyişle, İslam kültürünün büyük bir medeniyete dönüşmesinde Bağdat’ın hayatî bir rolü olduğunu vurgulayarak sözlerine son verdi.

Medeniyet Okumaları’nın 24 Kasım Perşembe günü gerçekleştirilecek olan dördüncü seminerinde “Kahire kültür havzası: kişiler ve eserler” ele alınacaktır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Popular Posts