İhsan Fazlıoğlu ile 2016-2017 akademik yılı Medeniyet Okumaları’nın 15 Aralık Perşembe günü gerçekleştirilen altıncı dersinde “Tebrîz Havzası: Kişiler ve Eserler” konu edildi.
Fazlıoğlu, Tebrîz’in M.Ö. 6000 yılından itibaren bir yerleşim alanı olarak kullanıldığını belirterek şehre M.Ö. 700’de Asurlu tüccarlar tarafından arpa ambarı olarak kullanılmak üzere bir kale inşa edildiğini aktardı. Abbasîler dönemine dek çok önemli bir şehir olmayan Tebrîz’in, Harun Reşîd zamanında imar edilmesinin ardından yükselişe geçtiğini, Tebrîz tarihi için son derece mühim bir yeri olan ve 70-80 yıl kadar hüküm süren Revvadîler Beyliği’nin şehirdeki kaleleri yenilediğini, hanlar, câmiler, imârethâneler yaptıklarını belirtti. 1054’te Revvadîler’in Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey’e gönüllü olarak tâbi olduklarını anlatan Fazlıoğlu, Tebrîz’in 1118-1194 yılları arasında önemli bir merkez haline geldiğini, Türk-Azerî topluluğunun en önemli merkezi olma özelliğini de hâlen koruduğunu belirtti. Celalettin Harzemşâh tarafından başkent yapılan şehrin Moğollar tarafından askerî merkez haline getirildiğini, İlhanlılar döneminde, Hülagu Han zamanında hem siyâsî hem de idârî merkez olduğunu, en parlak zamanını ise yine İlhanlılar döneminde Gâzân Han zamanında yaşadığını aktardı. 1469’da Uzun Hasan tarafından Akkoyunlular Devleti’nin baş şehri ilan edilen Tebrîz’in, Safevîlere de başkentlik ettiğini belirtti. Yavuz Sultan Selim’in 1514’te şehri ele geçirdiğini ve şehrin elit tabakasını teşkil eden birçok sanatçıyı ve bilgini İstanbul’a götürdüğünü anlattı. On sekiz yıl boyunca Osmanlı hâkimiyetinde kalan Tebrîz’in, 1639 yılında Kasr-ı Şirin anlaşmasıyla Safevîlere bırakıldığını, 1900’den sonra ise Osmanlı ile Rus hâkimiyeti arasında gidip geldiğini ifade etti. Bir dönem Azerîlerin Azerbaycan Özerk Cumhuriyeti’ni kurdukları Tebrîz’in İranlılar tarafından işgal edildiğini, İran’ın Tahran’dan sonra en önemli şehrinin Tebrîz olduğunu belirten Fazlıoğlu, dünyada İstanbul’dan sonra Türkçe konuşan nüfusa sahip ikinci şehrin Tebrîz olduğuna dikkat çekti. İtalyan gezgin Marco Polo’nun Tebrîz’i Doğu ile Batı’yı ticârî olarak birleştiren büyük bir şehir olarak anlattığını aktardı. Tarihî ve mimarî açıdan çok önemli eserlere sahip olan şehrin en önemli eserinin Gâzân Han’ın 1303’te inşa ettirdiği, yapımı yedi yıl süren Şenb-i Gâzân Külliyesi olduğunu belirtti. Fazlıoğlu, külliye içinde türbe, cami, medrese, hastane, rasathâne, kütüphâne, tekke, misafirhâne ve hamamların bulunduğunu anlatarak ilk tıp medresesinin de bu külliye içinde kurulduğunun rivayet edildiğine işaret etti.
Tebrîz’i anlayabilmek için Merâga’yı iyi bilmek gerektiğini söyleyen Fazlıoğlu, Moğolların kurduğu Yam Teşkilâtı’nın hâkim oldukları İslâm coğrafyasında ilmî hareketliliğin ritmini artırdığını belirterek, hem Merâga’nın hem de Tebrîz’in bu ritmin nimetlerinden ciddi bir biçimde faydalandığını vurguladı. Merâga’nın 1258’de Hülagu Han tarafından başkent olmak üzere kurulduğunu ve Hülagu Han’ın Nasiruddin Tûsî'nin yönetiminde şehre bir rasathane kurdurduğunu, bunun da, zaman kaybetmeden fetih hareketlerine girişileceğinin bir ifadesi olduğunu belirtti. Kendisini Cengiz Han’ın vârisi olarak gören Hülagu’nun büyük bir han olma iddiası taşıdığına, sözü edilen fetih hareketinin de cihanşümul bir hareket olduğuna dikkat çekti. Son derece masraflı ve büyük bir külliye olan Merâga matematik-astronomi okulu içinde medreseler, kütüphaneler, atölyeler bulunduğunu belirten Fazlıoğlu, söz konusu külliyenin 1258-1315 yılları arasında faaliyet gösterdiğini ifade etti.
Merâga’nın, Merv’deki tahrîr operasyonunun kurumsallaştırıldığı, geliştirilip derinleştirildiği yer olduğunu vurgulayan İhsan Fazlıoğlu, tahkîk yönteminin Tûsî tarafından tadîl edildiğini ve okulun mensupları Muhyiddin Mağribî, Sadruddin Ali, Kutbuddin Şîrâzî ve İbn Sertâk tarafından geliştirilip yaygınlaştırıldığını belirtti. Tûsî'nin Merâga'da, Fahreddin Râzî'nin tahkîk yöntemi çerçevesinde eleştirdirdiği İbn Sinacılığı yeniden üreterek ihyâ ettiğini bildirdi. Benzer şekilde Merv ve civarında şekillenen taʻlîm anlayışının Harakî ve Çağminî’den beslenerek Kazerûnî üzerinden Kutbuddîn Şîrâzî’ye aktarıldığını anlattı. Bu anlayışın Merâga’da yenilenerek sâbitlendiğini, istikrara kavuşturulduğunu, geri dönüşsüz bir biçimde İslâm entelektüel tarihinin bir parçası haline geldiğini vurguladı. Merâga’nın yöntem açısından en önemli katkısının "gözlem ile uyumlu model/hesap" ilkesi olduğunu söyleyen Fazlıoğlu, ilkenin köklerini, gözlem ve hesap birlikteliğini dizgeli bir biçimde vurgulayan ve Aristoteles’in mekân anlayışını da sistematik bir şekilde eleştiren ilk isim olan İbn Heysem’de bulduğuna dikkat çekti. Merâga’nın, o dönemdeki İslâm medeniyetindeki en önemli bilginleri bir araya getirdiğini anlatan Fazlıoğlu, Nasiruddin Tûsî, Mueyyeddin Urdî, Muhyiddin Mağribî, Necmeddin Kâtibî, Kutbuddin Şîrâzî, Fahreddin Merâğî, Fahreddin Ahlâtî, Sadruddin Ali, Muhammed Urdî, Muhammed Şirvânî, Kemaleddin Eykî, Hüsâmeddin Şâmî, Asîluddin Hasan, İbn Sertâk, Fao-mun-ji ve İbn Fuvâtî gibi isimlere dikkat çekerek Merâgalı bilginler hakkındaki bilgilerimizi hem astronomi âletleri yapım ve döküm ustası hem de bir tarihçi olan ve Merâga’nın tarihini yazan İbn Fuvâtî’nin kaleme aldığı eserden edindiğimizi aktardı. Trigonometrinin bağımsız bir ilim olarak burada kurulduğunu, sayılar teorisi, geometri, cebir, kombinatör analiz, mantık, kelâm gibi ilimlerin yeniden üretildiğini ve beşinci postula sorununun en etkili şekilde ele alındığını anlattı. Modern astronomiye giden yolun Merâga’da başladığına dikkat çeken Fazlıoğlu, İslâm medeniyetindeki en teknik ve gelişmiş gezegenler teorisi çalışmalarının bu okul mensuplarınca başlatıldığına dikkat çekti. Merâga okulunun en çok Anadolu’da etkili olduğunu ifade eden Fazlıoğlu, Şîrâzî’nin uzun yıllar bulunduğu Anadolu’dan Kahire’ye giderek aktardığı bilgi birikimiyle Mısır’ı da etkilediğine dikkat çekti. Merâga okulunun ve eserlerinin Çin kültürüne de etkilerde bulunduğunu ekledi.
Gâzân Hân’ın, Şenb-i Gâzân külliyesini kurunca Kutbuddin Şîrâzî'yi Anadolu'dan kurucu başkan olarak davet ettiğini belirten Fazlıoğlu, Tebrîz matematik-astronomi okulunda, Şîrâzî'nin yanında dönemin en önemli bilgilerinin toplandığına işaret etti. Cemâleddin Türkistânî, İbn Havvâm, İmâduddin Kâşî, Kemaleddin Fârisî, Şems-i Buhârî, Nizâmuddin Nîsâbûrî, Mubarekşah Buhârî, Şemseddin Vabkanevî, Tâceddin Horâsânî, Cemâleddin Kaşgârî gibi isimlerin Tebrîz’de toplanarak hem rasat yaptıklarını hem eğitim-öğretim faaliyeti yürüttüklerini hem de İslâm medeniyetinde daha sonraki kuşaklar üzerinde etkili olan kitaplar telif ettiklerini söyledi. Hesap sistemleri ile misâhanın Tebrîz'de nazarî-ilmî bir hüviyete kavuştuğunu, sayılar teorisi ile kombinatör analiz araştırmalarının ilerletildiğini, İşrâkî felsefe çalışmalarının derinleştirildiğini, muhtelif zicler hazırlandığını vurguladı. Bunların yanında Tebrîz'in iki çok önemli katkısına vurgu yaptı: İbn Heysem’in Kitâb el-menâzır adlı eserinin, Şîrâzî'nin yönlendirmesiyle öğrencisi Kemaleddin Fârisî tarafından Tenkih el-menâzır adıyla yeni katkılarla yeniden gözden geçirildiğini, el-Besâir adıyla ders kitabı olarak da ayrı bir versiyonun hazırlandığını; böylece optik'in belki de ilk defa müfredâta girdiğini, tüm bu faaliyetlerin İslâm dünyasında daha sonraki optik geleneğini belirlediğine dikkat çekti. İbn Heysem’in Kahire’de ürettiği optiğinin, Fahreddin Râzî'nin çalışmalarından sonra Tebrîz'de kamusal bilgiye yeniden dâhil edilmesinin önemli olduğunun altını çizdi. İkinci önemli katkının ise Ebû Bekir Zekeriya Râzî'nin klinik tıb anlayışı ile İbn Sînâ'nın felsefî tıb anlayışını terkib eden İbn Nefis'in yaklaşımının Şîrâzî tarafından Tebrîz’e taşınması olduğunu belirterek bunun söz konusu terkibin İslâm medeniyetinin merkez coğrafyasına taşınması anlamına geldiğini de belirtti. Bu terkibin optiktekine benzer şekilde İslâm medeniyetinde daha sonraki tıbbî zihniyeti belirleyen baskın yaklaşım olacağına da dikkat çekti.
Merv havzasında kurulan tahkîk, tahrîr ve ta'lîm yöntemlerinin Merâga’da 'kurumsallaştığını', Tebrîz'de ise 'kamusallaştığını' belirten Fazlıoğlu, Tebrîz'de kamusallaşan bu zihniyetin Sefer Şah, Ubeydî ve Kütâhî gibi isimlerle Anadolu'ya; Gregory Chioniades eliyle Trabzon ve İstanbul'a; pek çok isim yanında Muhammed Âbilî eliyle Mağrib'e etki ettiğini vurguladı ve İbn Haldûn'un hocası Âbilî için "yeşhedu lî bi't-Tebrîz" deyişinin bu durumun en güzel bir ifadesi olduğunun altını çizdi. Böylece bir 'otorite'ye dönüşen Tebrîz'in Merâga ile birlikte Büyük Selçuklu - Harizmşâh ilmî geleneğini zenginleştirerek sürdürdüğünü ifade etti ve kurumsallaşarak kamusallaşan bu geleneğin inşa ettiği entelektüel ağın 1900lara kadar varlığını, kendini sürekli yenileyerek devam ettirdiğinin altını çizdi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder