Medeniyet Okumaları’nda “Kâhire Kültür Havzası, Kişiler ve Eserler” Konusu Ele Alındı (Dördüncü ders)

Medeniyet Okumaları’nda “Kâhire Kültür Havzası, Kişiler ve Eserler” Konusu Ele Alındı                     (Dördüncü ders)       

İhsan Fazlıoğlu ile 2016-2017 akademik yılı Medeniyet Okumaları’nın 24 Kasım Perşembe günü gerçekleştirilen dördüncü dersinde Kâhire kültür havzası, kişiler ve eserler konu edildi. 1540’a kadar İslâm medeniyetinin en büyük şehirlerinden biri olma özelliğini gösteren Kâhire’de büyük ölçekli ilmî faaliyetlerin Fâtımîler zamanında başladığını söyleyen Fazlıoğlu, siyâsetin ve kültürün merkezi olan şehrin Memlûkler tarafından ele geçirilmesiyle birlikte hilâfetin, yani dinin de merkezi haline geldiğini belirtti. Kahire’nin 1220’lerin sonlarında Moğollardan kaçan yetişmiş, entelektüel kitleyle birlikte büyük bir insan göçü aldığına dikkat çekti. Kâhire'nin İslâm temeddününde daha çok terkibî etkinliklerin merkezi olduğunu; bu şehirde birçok alanda çığır açıcı terkiplerin yapıldığına vurgu yaptı.

Fazlıoğlu, Mısır’ın İslâm medeniyetine ilk büyük ilmî katkısının Fâtımîlerin büyük astronomu İbn Yunus'un astronomi çalışmalarıyla başladığını belirtti. İlk büyük terkibin ise İbn Heysem ile gerçekleştiğini belirtti. İbn Heysem'in matematiğe dayalı felsefe ile mantığa dayalı felsefeyi terkip ettiğini ve bu terkibin etkisini 20. yüzyıla dek sürdürdüğünü ifade etti. Bu dönemin, matematikte ve fizikte yaratıcı sonuçların ortaya çıktığı bir dönem olduğunu aktaran Fazlıoğlu, İslâm dünyasındaki tüm matematiksel bilimlerin büyük oranda İbn Heysem terkibinin izlerini taşıdığını vurguladı. İkinci büyük terkibin ise Eyyubîlerin sonu ile Memlûklerin ilk döneminde İbn Sina tıbbı ile Ebu Bekir Râzî tıbbının sentezlenmesiyle gerçekleştiğini söyledi. Bu terkibi mümkün kılan tıbbî hareketi dönemin önemli şahsiyetlerinden Abdurrahim Dehvâr'ın başlattığını; kurduğu tıp okulu ile birçok tıp âliminin yetişmesine katkı sağladığını belirtti. İşte bu okulunun mensubu İbn Nefis’in felsefî tıp ile tecrübî tıbbı sentezleyerek bir üst dilde birleştirdiğini aktardı. Yaptığı sentezle matematik bilimlerdeki zihniyeti belirleyen İbn Heysem’e benzer biçimde İbn Nefis’in de tıp alanındaki zihniyeti son dönemlere kadar belirlediğinden bahsetti.

Kâhire-Şâm havzasının bir parçası olan Musul’un kısa fakat önemli bir etkiye sahip olduğunu aktaran Fazlıoğlu, Kemaleddin b. Yunus’un 1200’lerin ilk yarısında İslâm coğrafyasındaki pek çok öğrenciyi hatta âlimleri bu şehre çektiğini ve yetiştirdiği Esiruddin Ebherî, Nasîrüddin Tûsî, Alemüddin Kaysar gibi talebelerin ise İslâm medeniyetinin bir sonraki tüm ilmî faaliyetlerini belirlediğini ifade etti. Klâsik İslâm medeniyetinde Mısır ve Kâhire bahsinde esas ağırlık noktasını Memlûklerin teşkil ettiğini belirten Fazlıoğlu, Mısır’ın İslâm medeniyetinin en önemli birkaç merkezinden biri olma özelliğini her daim koruduğunu söyledi. 1280 ile 1510 arası dönemde, iki yüz otuz yıl gibi kısa bir sürede üretilen eserlerin İslâm medeniyetinin hiçbir döneminde üretilmediğinin altını çizdi ve sözü edilen eserlerin yanı sıra yapılan terkiplerin de büyük bir önemi haiz olduğunu belirtti. Söz konusu tarihlerde gerek lisânî gerek dinî ilimlerde gerekse tarih alanında yetişmiş en önemli şahsiyetlerin bu coğrafyada var olduklarına dikkat çekti. Bir kültürün, medeniyetin belirli bir alanda bilgi ürettikten sonra söz konusu bilgiyi derlitoplu bir biçimde görme, diğer bir deyişle bilgiye birlik kazandırma isteğinden ve bilginin dolaşımını sağlayabilme ihtiyacından doğan 'ansiklopedi' fikrinin Mısır’da ortaya çıktığını aktararak ilk önemli ansiklopedik eserlerin bu dönemde kaleme alındığını anlattı. Daha sonraları Osmanlı medreselerinde okutulan önemli dil eserlerinin yine bu dönemde yazıldığını, İbn Haldûn’un bu coğrafyada yaşadığını ve talebelerini burada yetiştirdiğini, astronomi ilimlerinde yapılan terkipler ile İbn Baytar örneğinde olduğu gibi eczacılık ve zooloji gibi alanlardaki çalışmaların da burada gerçekleştirildiğini vurguladı. İslâm medeniyetinde Kâhire’nin bir diğer önemli katkısının da uygulamalı astronominin, özellikle Şemseddin Halîlî'in kurduğu ilm-i mîkât'ın gelişimine uygun zemini hazırlaması olduğunu belirtti. Hasan Merrâkûşî örneğinde görüldüğü üzere astronomi âletleri üretimine son derece önem verilen bu dönemde, üretilen âletlerle ilgili pek eser kaleme alındı. Aynı zamanda teorinin doğruluğunun ölçülebilmesine yardımcı olan âlet üretimi temayülünün, 1370’lerde mevcut astronomi teorilerine sistematik bir biçimde meydan okuyan ve astronomiyi sadeleştirerek doğaya uygun hale getirmeyi amaçlayan İbn Şâtır’ı doğurduğunu aktaran Fazlıoğlu, matematiksel modellerin, temsillerin ve tasavvurların gerçeklikle ilişkisini kurmayı amaçlayan, bu ilişkiyi sorgulayan ve enstrümentalist bakış açısıyla sınırlanmayı reddeden İbn Şâtır’ın 'yeni' astronomi kavramının ortaya çıkmasına vesile olduğunu vurguladı. Cedîd (Yeni) kavramı üzerinde önemle duran Fazlıoğlu, klâsik geleneklerde kemâlin geçmişte olduğunu, geleceğin ise kemâlden uzaklaşmak anlamına geldiğini belirtti. Her zaman için tercih edilir olanın ve merkezi teşkil edenin 'kadîm' olanın kıdemi olduğunu vurgulayan Fazlıoğlu, bilginin doğruluğunun ve sağlamlığının da onun kıdemiyle son derece ilgili olduğuna dikkat çekti. Modern dönemde ise önemli olanın kadîmin kıdemi değil cedîdin vaadi olduğunu belirtti. Bu ikisi arasındaki ayrım üzerinde duran Fazlıoğlu, söz konusu kavramların ilk ortaya çıktığı coğrafyanın da -muhtemelen- Mısır olduğunu vurguladı. Büyük ve önemli şahsiyetlerin fikirlerinin bu coğrafyada karşılık bulmasında cedîd kavramına yüklenen anlamların çeşitlenmesinin ve eski olanın 'alışılmış' ve 'alelâde' olan şeklinde yorumlanabilmesinin etkili olduğunu ifade etti.

Mağrib'ten gelen fikirlerin işlendiği, ayıklandığı, temizlendiği ve dağıtıldığı bir yer olan Mısır’ın Osmanlı Devleti tarafından ele geçirilmesiyle birlikte, Mağrib'ten gelen ve Mısır’da toplanan birikimin İstanbul’a ve Anadolu’ya aktarılabildiğini belirtti. Napolyon’un Mısır’ı işgal ettiği üç yıllık dönemin ardından (1798-1801) başlayan 'Arap Uyanışı'nın çağdaş Arap zihniyetini etkilediğini, diğer bir deyişle söz konusu zihniyetin de Mısır’la belirlendiğine dikkat çekti. Bunda Mısır’ın yarattığı okuma kültürünün etkisinin çok büyük olduğunu ifade eden Fazlıoğlu, Mısır’ın yarattığı bu entelektüel etkinin halen devam ettiğini vurguladı. Kâhire’nin Bağdat’tan farklı olarak, sürekliliği olan, belirleyici ve uzun soluklu bir kültür havzası olduğunu, bu bağlamda da İslâm medeniyetinde son derece önemli bir rol oynadığını vurgulayarak seminere son verdi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Popular Posts