Medeniyet Okumaları'nın Sekizinci Dersinde '“Bursa Havzası: Kişiler ve Eserler” Konusu Ele Alındı


Medeniyet Okumaları'nın Sekizinci Dersinde '“Bursa Havzası: Kişiler ve Eserler” Konusu Ele Alındı

İhsan Fazlıoğlu ile 2016-2017 akademik yılı Medeniyet Okumaları’nın 9 Şubat Perşembe günü gerçekleştirilen sekizinci dersinde, “Bursa Havzası: Kişiler ve Eserler” konu edildi. Fazlıoğlu, antik ismi Prusa olan Bursa’ya sürgüne gönderilen Kartaca generali Hannibal’ın şehrin kurucusu olduğunu belirterek sözlerine başladı. Bursa’nın, “Prusa’nın şehri” anlamına geldiğini ve Bithinya kralı Prusias adına kurulduğunu aktardı. Roma döneminde Hannibal düşmanlığından Bursa’nın İznik’e bağlanarak küçümsendiğini; daha sonra Müslüman Araplar tarafından tahrip edildiğini anlattı. 1080’de İznik’i ele geçiren Süleyman Şah’ın Bursa'yı da fethettiğini; 1097’de ise Bizanslıların İznik'i ele geçirmesiyle birlikte başkentin Konya’ya taşındığını; bir süre durumu belirsiz olan Bursa'nın 1107'deki iç savaş esnasında elden çıktığını; iki yüzyıl kadar Bizanslıların elinde kalan şehirde 6 Nisan 1326’da Osmanlı hakimiyetinin kurulduğunu ifade etti. Bursa'ya 1333'te gelen İbn Battuta’nın seyahatnamesinde, Osmanlı Devleti’nin başkenti olmasının ardından hızla gelişen Bursa’dan büyük pazarları ve büyük caddeleri olan bir şehir olarak söz ettiğini; ayrıca İbn Battuta’nın Bursa ovasında, yerleşik ahalinin yanında çadırlarda yaşayan azımsanmayacak sayıdaki göçebe nüfusa da işaret ettiğini aktardı.
Fazlıoğlu, Orhan Gazi’nin şehre büyük katkıları olmakla birlikte Bursa’nın asıl yükselişini Yıldırım Bayezid’e borçlu olduğunu belirtti. Şehrin en önemli sembollerinden biri olan Bursa Ulu Camii’nin, 1389 yılında Yıldırım Bayezid tarafından yaptırıldığına dikkat çekti. Timur’un şehri yakıp yerle bir ettiğini, resmî evrak ve kayıtları da yok ettiğini aktaran Fazlıoğlu, Fetret Devri’ne girilmesiyle birlikte Edirne’nin başkent yapıldığını, zira Timur’dan sonra Bursa’nın yok olma noktasına geldiğini ifade etti. 1432 yılına gelindiğindeyse, Batılı bir seyyahın Bursa için “Türklerin muazzam şehri” ifadesini kullandığını, şehirden ticarî bir merkez olarak söz ettiğini, imarethanelerden ve şehrin diğer kurumlarından bahsettiğini belirtti. İstanbul’un ele geçirilmesiyle birlikte değer kaybeden Bursa’nın yine de tarih boyunca hem askerî, hem ticarî, hem mimarî, hem de nüfus bakımından önemli bir merkez ve ana üs olma özelliğini koruduğuna dikkat çekti. 1580’li yıllara dek sakin bir dönem geçiren Bursa’nın bu tarihten sonra Celâlî İsyanları’na sahne olduğunu, devam eden üç yüzyıl boyunca yine sakin ve mutlu bir şehir olarak kalan Bursa’nın 1920’de Yunanlılar tarafından işgal edildiğini, daha sonra ise geri alındığını anlattı.
İktisâdî açıdan 1500’lü yıllarda ipek sanayisinin merkezi olan Bursa'da binden fazla dokuma tezgâhı bulunduğunu; Evliya Çelebi’nin (1611-1682) Seyahatname'sinde şehirde mevcut olduğunu söylediği 9 bin kadar dükkânın dökümünü verdiğini belirtti. Tarihî boyunca çok sayıda camii, mescid, medrese, imâret, kervansaray, dükkan inşa edilen şehrin hemen her zaman uluslararası bir ticaret şehri olduğunu ekledi. İlk modern okul ve fabrikaların kurulduğu Bursa'da 1837 yılında ipek endüstrisinde buhar gücü kullanılan on adet fabrika olduğuna dikkat çekti. Bu sayede Avrupa'daki gelişmelerle ipek ticaretinin taklit edilmesi ve değer kaybetmesi üzerine Osmanlıların kaybettikleri ipek pazarını yeniden belirlemeye başladığını belirtti. Kısaca Bursa, Türkler döneminde siyâsî, askerî, ticârî ve mimarî açıdan her daim önemli bir şehir oldu. Nitekim bu özelliklerinden dolayı Bursa, Güldeste-i Riyâz-i Bursa adıyla İsmail Belîğ Efendi tarafından kaleme alınan ilk şehir monografilerinden birine konu kılındı.
Öğretim kurumları açısından bakıldığında Fazlıoğlu, Bursa’nın 14., 15. ve 16. yüzyıllarda inşa edilen 30 medreseye sahip olduğunu; aynı yüzyıllarda İznik, Edirne ve Bursa’da toplam 71 medrese bulunduğunu; Fetih itibaren 16. yüzyılın sonuna kadar İstanbul'da ise 142 medrese yapıldığını belirterek Osmanlıların Balkanlar'da (Yunanistan, Bulgaristan, Bosna-Hersek ve civarı, Sırbistan ve civarı ile Macaristan'da) 665 tane medrese inşa ettiğine dikkat çekti. Özellikle Osmanlıların elinde sadece 167 yıla yakın kalan Macaristan'da 56 medresenin kurulmasının, öğretim ile kurumlar arasındaki ilişkileri anlamak bakımından önemli olduğunu vurguladı.
Bursa’daki ilmî hayatı ve zihniyeti anlamak için öncelikle İznik’i anlamak gerektiğini belirten Fazlıoğlu, ilk medresenin İznik’te kurulduğunu hatırlattı. O yıllarda Tebriz’de bulunan Dâvûd Kayserî’nin davet edilerek 1337’de sözü edilen medresenin başına geçirildiğini, böylelikle Kahire, Tebriz, Merağa ve Konya’nın Dâvûd Kayserî'nin şahsında İznik’te bir araya geldiğini bildirdi. Kelam, fıkıh ve tasavvuf'un, dolayısıyla itikâd, ilim ve irfân'ın, kısaca varlık-bilgi-değer'in birlikte temsil edildiği bu zihniyetin Anadolu'da, Konya'da Urmevî - Konevî - Rûmî - Şîrâzî tarafından kurulan İslâm'ın Türk yorumunu da en iyi şekilde yansıttığını belirtti. Fıkıh ilminin yani Hukûk'un bir şehir kurmak için şart olduğunu belirten Fazlıoğlu, öncelikle Sultan I. Murad'a usûl sahasında dört, furû alanında da bir fıkıh eserinin sunulmasına işaret etti, akabinde Bursa’nın bu izlekte Osmanlı hukuk sisteminin kurulduğu şehir olması bakımından son derece önemli olduğunu vurguladı. Bursa’nın, sultanlığı hedefleyen Yıldırım Bayezid’in politik hedeflerinin örnek şehri olduğunu belirterek Bayezid’in sultan olabilmek için bir şehre gerekli yüksek İslâm kültürünü, ilim ve o ilmi besleyecek kurum ve eserler bakımından kurmaya gayret ettiğini; bu amaçla da hem Ulu Camii’yi ve medreseleri yaptırdığını hem de Dâvûd Kayserî gibi aynı zihniyeti temellük ve temessül etmiş Molla Fenârî’yi Bursa’ya davet ettiğini anlattı.
Fazlıoğlu, Molla Fenârî’nin, Bursa’da bir araya getirdiği değişik kültürel birikimleri yoğurarak farklı kültür havzalarından şehre gelen âlimlerin sunduğu imkânlar üzerinden bir zihniyet yaratmak bakımından önemli bir rolü haiz olduğunu ve onun üstlendiği bu rolün İstanbul’u hazırladığını vurguladı. Bu açıdan Molla Fenârî’nin eğitim ve öğretim hayatına işaret eden Fazlıoğlu, ilk eğitimini İznik’te Alâaddin Esved’ten aldığını, Esved’in ise Kerderî’nin talebesi olduğunu ve Kerderî’nin de Dâvûd Kayserî’nin talebesi olması nedeniyle Fenârî’nin İznik’ten Dâvûd-i Kayserî üzerinden gelen birikimi tevarüs ederek; ayrıca 1376'da icazet aldığı Aksarâyî'den öğrenim görerek Anadolu'daki ilmî gelenekle irtibat kurduğunu; Ahmedî, Hacı Paşa, Şeyh Bedreddin gibi ilk Osmanlı bilginleri ile birlikte Kahire’ye gittiğini, o sıralarda orada bulunan İbn Haldun ve Ekmeleddin Babertî gibi diğer âlimlerle bir araya geldiğini aktardı.
Aynı zamanda ipek ticaretiyle de uğraşan Fenârî’nin eğitimini tamamlayarak Konya’ya geldiğini, burada Osmanlı İlmîye Teşkilâtı’nın başına getirildiğini, kadı, ârif, müfessir, mantıkçı, usûl ve dil âlimi olarak kendi dönemindeki tüm İslâm coğrafyası üzerinde önemli ilmî bir otoritesi olduğunu belirtti. Molla Fenârî’nin ilk ilmiye teşkilatı yönetmeliğini çıkardığını, medreseleri derecelendirdiğini, okunacak kitapları belirlediğini, bir başka deyişle ilmî teşkilâta bir düzen kazandırdığını anlatan Fazlıoğlu, Fenârî ailesinin ilmiye hanedanı olarak özel bir statüye sahip olduğunu ve ailenin 1550’lere dek söz konusu etkisini sürdürdüğünü ifade etti. Molla Fenârî’nin tüm öğrencileri kitap istinsah faaliyetine yönlendirerek kütüphane kuruluşunu ve kitap örgütlemesini sağladığını da sözlerine ekledi. Sadece uzman olduğu lisânî, kelamî, usûlî, mantıkî ve fıkhî alanlarla yetinmediğini, Osmanlı Ülkesi'ndeki riyâzî ilimlerin kuruluşunu da başlattığını belirterek Konya'da mukim olan riyâzî ilimlerde uzman Sefer Şah ve Feyzullah Ubeydî'den istifade etmesinin yanında Abdülvâcid Hemedânî'yi de İran'dan davet ederek kendisinden başta kendi çocukları olmak üzere diğer öğrencilerinin de ders almasını sağladı. Ayrıca İbnü'l-Bezzâz ve İbnü'l-Cezerî'nin de aynı zaman diliminde Bursa'da ilmî faaliyetlerde bulunduğuna işaret etti. Kısaca, Fazlıoğlu, Molla Fenârî’yi önemli ve ayrıcalıklı kılanın Osmanlıların mevcut imkânlarıyla sınırlı kalmayışı olduğunu vurguladı ve gelişmeye muhtaç diğer ilmî alanlardaki önemli isimleri Bursa’ya davet etmesinin, tasarladığı faaliyetleri tüm cepheleriyle hesap ederek hayata geçirmesinin, çok yönlü bir organizasyon zekâsına sahip olmasının onu farklı kıldığına dikkat çekti.
Molla Fenarî'nin XV. yüzyılın ünlü alimlerinden İbn Hacer Askâlânî dışında yetiştirdiği en önemli iki ismin Osmanlılar yanında Semerkand ve Herat'a etki eden Kadızâde Rûmî ve Abdurrahman Bistâmî olduğunu belirten Fazlıoğlu, ayrıca İbn Arabşah, Kutbuddin İznîkî, Mısır'da etkin olan XV. yüzyılın önemli düşünürlerinden Mehmed Kâfîyecî ve genç yaşta vefat eden oğlu Muhammed Şah Fenârî'nin de Molla Fenârî'nin önemli öğrencileri arasında yer aldığını belirtti. Ancak Fenârî okulunu İstanbul'a taşıyan iki önemli öğrencisinin bulunduğunu altını çizdi: Molla Yegan ve diğer oğlu Yusuf Bâlî... Yusuf Bâlî ünlü fakih Molla Hüsrev'in hocası iken Molla Yegan hem Molla Hüsrev'in hem de İstanbul’un ilk kadısı olan Hızır Bey'in hocalığını yaptı. Hızır Bey'in talebeleri arasında Hocazâde, Hayalî Ahmed Efendi, Kestellî, Alâaddin Arabî, Hatîbzâde, Muarrifzâde ve Molla Hayâlî gibi önemli isimlerin bulunduğuna dikkat çekti. Böylece Molla Yegan ve Yusuf Bâlî'nin, İstanbul’un fethini mümkün kılan ve Fetih sonrası İstanbul'u inşâ eden âlimlerin yetişmesinde, diğer bir deyişle Fatih Sultan Mehmet’in etrafındaki ilmî çevrenin teşekkülünde büyük katkıları olan alimlerin ortaya çıkmasında ciddi tesrileri olduğunu belirtti. Öte yandan Hızır Bey’in oğlu ve talebesi Sinan Paşa’nın da Türkçe nesrin kurucusu olduğuna dikkat çekti. Molla Fenârî ve onun talebeleri ile Bursa'da bi'l-kuvve haline olanın İstanbul'da bi'l-fiil hale geldiğini vurguladı. Bu sayede Osmanlı ilmî hayatı lisânî, dinî, irfânî ve amelî ilimler yanında mantıkî, usûlî, kelâmî ve riyâzî tarafını da güçlendirdi. Osmanlı ilim dünyasının Molla Fenârî ve okulu sayesinde sadece alan değil veren, katkıda bulunan konuma da geçtiğini belirterek Osmanlı ilmî seviyesinin yüz yıl gibi bir sürede kadim kültür havzalarıyla eş değer konuma gelmesinin son derece önemli olduğunu vurguladı...
Fazlıoğlu, Bursa menşeli âlimlerin sonraki yüzyıllarda da Osmanlı ilim dünyasına katkıda bulunmaya devam ettiğini belirterek üç örnek üzerinde durdu: Çeşitli ilimlerde âlim olmakla birlikte daha çok coğrafya alanında tanınan ve üç dilde okuyup yazabilen Muhammed Sipahizâde (ö. 1589); müfessir, matematikçi ve sûfî Mevczâde diye bilinen Abdurrahman Bursevî (ö. 1748); yine çok etkili bir sûfî-ârif olan ve hala Türk kültür hayatında karşılık bulan Ruhû'l-Beyân adlı iş'ârî tefsirin müellifi İsmail Hakkı Bursevî (ö. 1725)...
Medeniyet Okumaları’nın 23 Şubat 2017 tarihinde gerçekleştirilecek dokuzuncu seminerinde "Semerkand Kültür Havzası: Kişiler ve Eserler" ele alınacaktır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Popular Posts