İhsan Fazlıoğlu ile Medeniyet Okumaları: "Çin-İslâm Kültür Havzası: Kişiler ve Eserler" | Bölüm III: İslâm ve Çin

İhsan Fazlıoğlu ile Medeniyet Okumaları: "Çin-İslâm Kültür Havzası: Kişiler ve Eserler" | Bölüm III: İslâm ve Çin


III. İslâm ve Çin


İslâm Çin’de iki şekilde yayılmıştır: Birincisi deniz ticareti yoluyla diğeri de kara ticareti yani baharat ve ipek yoluyla. Hatırlarsanız Malay dünyasını ya da Hindistan’ı anlatırken daha çok davetçilerden, sûfilerden bahsettik. Çin’de sûfiliğin ya da davetçiliğin bu anlamda çok rolü olduğunu söyleyemeyiz. İslâm Çin’de büyük oranda ticaret yoluyla yayılmıştır. Yani tacirlerin eseridir. Tabii ki daha önce bu bölge ile kurulmuş ilişkiler mevcuttu. Yani İslâm’dan önce de Çinliler elbette bu coğrafya ile ticaret yapıyorlardı. 

Çinliler Müslümanlar ile Tang Hânedânı (618-907) döneminde ilişki kurmuşladır. 638’de Müslümanlar Sâsânî devletine son verince, Sâsânîler Çin’e kadar kaçıyorlar ve oraya sığınıyorlar. Müteakiben, III. Yezdgerd ve oğlu Fîrûz Çin’den yardım istiyorlar. Çinliler hemen yardım göndermiyorlar. Zira ne olup bittiğini anlamaları gerekiyor. 650 yılında Fîrûz, yani son Sâsânî hükümdarının oğlu, tekrar yardım talep edince bu sefer 651’de Müslümanlar, yani Hz. Osman, resmi bir elçilik heyetini Çin’e gönderiyor. Şimdi burası önemli bir noktadır. Zira tam da bu tarihte yani Müslümanlarla Çinlilerin ilişki kurduğu dönemde Budizm Tibet üzerinden Çin’e girmeye başlıyor. Budizm niçin önemli? Şöyle ki, Çinlilerin tarih boyunca uğraştığı iki entelektüel hareketten birisi Budizm diğeri Taoizm’dir ve bu ikisi Konfüçyanizm’e zıttır. Çünkü Konfüçyanizm bir toplum ve devlet felsefesidir. İnzivaya, metafiziğe ve teolojiye fazla itibar etmez. Buna ama Budizm ile Taoizm Konfüçyanizm’in tam aksine bireysel arınma, savaştan ve toplumsal olandan uzaklaşmaya ağırlık verir. 

Budizm ve Taoizm meselesi şu açıdan önemlidir. Çin siyasal iradesi tarihin belirli dönemlerinde Budizm ile Taoizm’in Çin toplumunu metafizik spekülasyonlara gark edip dünyadan el ayak çektirecek, inziva ettirecek yapısından çekindikleri ve bunu bertaraf etmek istedikleri için Müslümanlardan bu iki harekete karşı yardım istemişlerdir. Çünkü Konfüçyanizm bu iki hareket karşısında etkili olamıyor, onların tesirini engelleyemiyor.

651’de Hz. Osman bir heyet gönderiyor. Bu heyete ilk Çince kaynaklarda ta-shi [dâşı] deniliyor. Yani Araplara ta-shi diyorlar. Ta-shi, “Tay kabilesinden olan Arap” anlamına gelir. Çinliler de bu yeni oluşumu yerinde görmek için elçiler gönderiyorlar. Emevîler döneminde on altı tane elçi gidiş gelişi vardır. Bu bize sıkı ilişkiler kurdukları söyler. Buna karşın 675’te Fîrûz’un tekrar yenilip Çin’e sığınması ilişkileri biraz germiştir. Ancak bu siyasi politik ilişkilerin yanında ticari ilişkilerin devamlı ve çok canlı şekilde devam ettiğini belirtmek gerekir. Çinliler sürekli ticaret yapmak amacıyla Basra körfezinde bir liman şehri kurmuşlardır. Müslümanlar da aynı şekilde Güneydoğuda yer alan Kanton bölgesinde bir ticaret limanı oluşturmuşlardır. 

750 yılında Abbâsîler iktidara gelmesinin akabinde 751’de de Talas Meydan Muharebesi gerçekleşmiştir. Bu son derece önemli bir savaştır. Talas Meydan Muharebesi’nin en önemli sonucu, “Çinlilerin beş yüz yıllık Orta Asya-Türkistan bölgesindeki siyasi emellerinin bitmesi” olarak ifade edilebilir. Bu Türk tarihi için çok önemlidir. Savaşın bir diğer önemli sonucu da İslâm’ın Orta Asya ve Türkler arasında çok rahat bir şekilde yayılmasını sağlamış olmasıdır. Nitekim İslâmiyet ilk defa bu savaş sonrasında Orta Asya-Türkistan bölgesinde tutunmaya başlamış ve Budizm gerilemiştir. Savaş sonrasında İslâm kültürü bu coğrafyayı yayaş yavaş belirlemeye başlamıştır. 

Bir diğer önemli sonuç da savaşta esir alınan 20 bin bürokrat ve zanaatkar Çinlinin istihdam edilmesidir. Kâğıt üretimi ustaları, matbaacılar, porselen yapımcıları, yel değirmen üreticileri ve daha pek çok zanaatkardan faydalanılarak İslâm dünyasında üretim yapmaları sağlanmıştır. Bu durum da İslâm teknolojisini beslemiştir. Bunların yanında Çin tıbbı, Simya geleneği ve teknikleri de gelmiştir. Bir de gizli ilimler dediğimiz sihirli kareler, ilmü’l-vefk -bir tür aritmetiğe dayalı büyü ilimleri- de yine bu dönemde İslâm dünyasına girmiştir. 

755 yılında bir Çin’in kuzey eyaletleri kumandanı An Lu-shan [En Luşen/安禄山] isyan edince Tang imparatoru Abbâsî halifesi Ebû Ca‘fer el-Mansûr (754-775)’dan yardım istemiştir. Bunun üzerine yardım olarak 10 bin kişilik bir ordu gönderilmiştir. Bu ordunun büyük bir kısmı Uygur Türklerinden müteşekkildir. İsyan iki yıl devam etmiş, 757 yılında bastırılabilmiştir. Savaştan sonra bu 10 bin insan Tang imparatoru tarafından misafir edilmiş ve imparator tarafından onlara “Gitmeyin beni korumaya devam edin, buraya yerleşin” teklifi yapılmıştır. Bunun üzerine 10 bin kişilik Müslüman ordu ailelerini de getirerek Çin’e yerleşmişlerdir. Bizim daha sonra zikredeceğimiz esas Çinli Müslümanlar da bu neslin devamıdır. Nitekim bu Müslümanlar tacir olmadığı için alışveriş yapıp gitmemiş devlet bürokrasisinde, orduda görev almışlardır. Ehliyetli, kabiliyetli ve liyakatli insanlardır. Aileleri ile de birlikte olunca toplumsal bir statü elde etmişlerdir. Kendi aralarında Arapça, Farsça ve Türkçe konuşmaktaydılar. Süreç içerisinde Çinlileşen Müslümanlar bunların torunları olacaktır. Dolayısıyla hem Talas Meydan Muharebesi hem de bu isyan hareketi Çin’de İslâm ve Türk kültürünün yaygınlaşmasını sağlamıştır. Nitekim Çinli Müslümanlar -Tacikler hariç- büyük oranda Hanefî’dir. Bu da Türk geleneğinin devam ettiğini gösteren önemli hususlardandır. 

Hatırlarsanız Malayların Şâfiî, Hintlilerin de Hanefî olduğunu zikretmiştim. Çinli Müslümanların da zikredildiği üzere Hanefî olduğu göz önünde bulundurulursa Malaylara karşın Çinli Müslümanların İslâm dünyası ile irtibat kurarken niçin Orta Asya’yı tercih ettiği kolaylıkla anlaşılabilir. 

760 yılında büyük bir katliam meydana geldi. Müslüman tacirler katledildi ve akabinde Müslümanlara karşı yasaklamalar geldi. Ev satın almalarını, pirinç tarlalarına sahip olmalarını ve daha pek çok şeyi yasakladılar. Bir yabancı düşmanlığı zuhur etti. Bu kadar ailenin dışarıdan gelip bürokrasiyi belirlemeye başlaması ve sosyal statü elde etmesi Çinlileri rahatsız etmiştir. 

841’de bu katliam çok sistematik bir operasyona evrilmiş ve Konfüçyanist olmayan tüm yabancı dinlere ve bunların mensuplarına karşı tavır alınmış hatta pek çoğu katledilmiştir. 879’da 150 bin Müslümanı öldürmüşlerdir. Tabii her şerde bir hayır vardır. Kaçanlar Malay bölgesine gidip orada Malay İslâm dünyasını yaratacak kolonileri oluşturacaktır. Bu ayrı bir bahistir.

760 ve 879’daki bu iki felaket, katliam 1644’e kadar yani Qing (Çing) Hânedânı gelinceye kadar Müslümanların yaşadığı en ağır felaketler olmuştur. 907 yılında Tang Hânedânı yıkılmış ve 960’da Song Hânedânı [Sung/宋朝](960-1279) kurulmuştur. Artık Müslümanlar hem bu iki katliamı da dikkate alarak hem de başka türlü farklılıklarla yaşayamayacaklarını anlayarak yavaş yavaş Çinlileşmeye başlamışlardır. İç evlenmeler gerçekleşmiştir. 

1124 yılında “Hui-hui” diye bir kavram ortaya çıkmıştır. Dönme demektir. Aslında Hui kelimesi ilk defa Budizm’den Müslüman olan Uygurlar için kullanılmıştır. Ama Uygurların hepsi Müslüman olunca o tabirin bir anlamı kalmamıştır. Fakat Çinli gibi giyinip Müslüman olanlara Hui-hui diyorlar. Daha sonra sadece Hui olarak zikredilmiştir. Bu bağlamda İslâm’a da Hui-hui-ciao (İslâm dini) adını vermişlerdir. Müslümanların verdiği ad ise Ching-cen-ciao (saf ve hakiki din)’dur. 

Uygurlar ise bu dönemde ve bugün hâlâ Çinlilere itibar etmezler. Uygurlar Çinli Müslümanlara tungan, Kırgızlar ise döngen (dönek) demişlerdir. Bu Çinlileşme sürecinde Müslümanlar pek çok sanatçı, edebiyatçı ve âlim yetiştirmişlerdir. Mesela Li Xun [Li Şun] şair ve âlimdir. Hai Yao Ben Sao [海藥本草] (Deniz Bitkileri Farmakolojisi) adlı eseri kaleme almıştır. Kardeşi Li Hsien [Li Şien] de kimyacı ve eczacıdır. Kız kardeşleri Li Shun-hsien [Li Şün Şien] de şair ve ressamdır. Bu isimlerin hepsi Müslüman Çinlidir. Bir diğer isim de Mi-Fu [米芾] (ö. 1107)’dur. Kurduğu resim ve hat geleneği sadece Çin’de değil Japonya, Kore ve civar bölgelerde de çok yaygın olarak taklit edilmiştir. Hâsılı, Çinlileşmek bir taraftan kadim kültürden uzaklaşmaya neden olmuştur, ancak diğer taraftan Müslüman Çinlilerin kültüre katkısını da tetiklemiştir. 

Moğol döneminde (1279-1368) -daha önce de zikrettiğimiz üzere- İslâm artık bütün Çin’e yayılmıştır. Bürokrasi, yönetim ve askeri idare Müslümanların ya da Türklerin elindedir. Mesela Ahmed Farankati adlı bir Müslüman, Yuan hânedânının maliye bakanı olmuştur. Yine Yünnan eyaleti Seyyid Ecel Şemseddin (ö. 1279) adlı bir vali tarafından yönetilmekteydi. Daha pek çok örnek verilebilir. 

Şehirlerin inşasında da İslâm mimarisi kullanılmaya başlanmıştır. Bu bağlamda şehirlerin mimarisi, kale yapımı ve benzeri hususlarda İslâm mimari gelenekleri kullanılmıştır. 

Cengiz’in torunu Kubilay han döneminde (1260-1294) Pekin’de iki büyük imparatorluk hastanesi kurulmuştur. Buraya Orta Asya ve İran’dan Müslüman tabipler getirilerek istihdam ettirilmişlerdir. Ayrıca Çin’deki tüm eczaneler İslâm eczane geleneğine göre düzenlenmiştir. Elbette bu sadece emir ve fermanla olan bir şey değildir. İslâm tıbbının ve eczacılığının işlevselliği de bu durumun oluşmasında oldukça etkili olmuştur. Nitekim Çin tıbbına göre muayene edilen bir hasta tedavi göremediği takdirde İslâm tıbbına müracaat etmiş ve o bilgi birikimine göre tedavi edildiğinde iyi sonuçlar alması İslâm tıbbını öne çıkmasını sağlamıştır. Ayrıca bu dönemde ilaçlar büyük oranda İslâm tıbbına göre hazırlanmaya başlanmıştır. 

Şiirde de önemli Müslüman isimler yetişmiştir. Ali Yao-Ching [Yao Çing] ve oğlu Li Hsi-Ying [Li Sıyıng], o dönemin önemli Müslüman şairleridir. Aynı zamanda bu kültürel ilişkiyi sürekli kılmak için Kubilay döneminde Pekin’de İslâm Yazısı Enstitüsü kurulmuştur. İslâm Yazısı Enstitisü’nün kuruluş amacı Arapça, Farsça ve Türkçe öğretmek ve bu dilde kaleme alınmış eserleri Çinceye tercüme etmektir. Burada çeşitli mütercimler yetişmiştir.


NOT:
Konu ile ilgili bölümlere erişmek için aşağıdaki kısayol bağantılarına tıklayabilirsiniz:



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Popular Posts