İhsan Fazlıoğlu: "Nazar: Aklın bilinen ile bilinmeyen arasındaki hareketi..."

İhsan Fazlıoğlu: "Nazar: Aklın bilinen ile bilinmeyen arasındaki hareketi..."

I. Mukaddime

Tarih, ancak bir 'gelecek' tasavvuru olana kendisini anlatır; ve yine ancak böyle bir kişide tarihin anlatımı karşılık bulabilir. Ufuk sahibi olan, 'gelecek' hakkında niyeti olan, 'dün'le, 'bugün'le değil sadece, aynı zamanda 'gelecek'le de hesaplaşan, hesaplaşabilecek bir mevkide duran kişi, yola çıkış noktalarını farkeder, yol alış şekillerini bilir; kaynaklarını tanır, sonuçlarını öngörür. İşte yalnızca böyle bir kişi, salt kendi geçmişini değil, kendi geleceğini de kendi lehine inşa etme becerisini gösterebilir.

II. Mukaddime

Bu toprakların çocukları geleceğe ilişkin rüyalarını, gelecek hakkındaki hayallerini terkettiklerinden bu yana, kendi dünyalarına ait masalları dinlemeyi, destanlara kulak vermeyi, hikayeleri anlatmayı bıraktılar. Bu bırakış, bu terkediştir ki onları başkalarının tarihiyle kendilerini tanımlama ve tanıtma; tarihlerini başkalarının lehine kendilerinin aleyhine okuma, hatta inşâ etme zaafına düçar etti.

III. Mukaddime

Düşünce mîrâsımızın bir tarih metafiziği çerçevesinde ortaya konulacak tefsir(ler)i ve bu tefsir(ler)den hareketle -yeni ufuklar için- yapılacak tevil(ler)i, ancak yukarıda kendisine işaret edilen kaygıdan hareketle mümkün. Bu kaygının yitimi ve düşünce mîrasımızın kendi niyetlerimiz nokta-i nazarından değerlendirilmeyip yabancı paradigmaların psikolojisiyle ele alınması, hiç kuşkusuz ki yolculuğumuz esnasında uğrayacağımız menziller itibariyle mühim-ehemm sırasının değişmesine; birçok hayatî noktanın gözden kaçmasına; daha da önemlisi kendisine dayanmak mecburiyetinde bulunduğumuz hakikatler manzumesinin tahrifine sebep olur. Ancak kendi bağlamı içerisinde ve bize ait sahici [geleceğe ilişkin] soru(n)lar etrafında okunacak bir tarih, kendi mahiyetine uygun bir sûrette tezâhür eder.

IV. Mukaddime

Topçu'nun deyişiyle, "... İnsan kendi içgözleminden uzaklaştığı nisbette otomat ve taklitçi olmaya mahkumdur. İçindeki âleme kuvvetle dalmayan, onu tanımayan insan etrafindakileri taklit eder, umûmi cereyana kendisini kaptırır, herkes gibi olur. /?/. Millet de öyledir. Milletin iç hayatı tarihi ve onun hergünkü mahsulü olan mukaddesatıdır. Bunlara dalarak kendini tarih ve mukaddesatı içinde aramayan bir millet, başka milletleri taklide çalışır".

V. Matlûb

Düşünceyi aklın bilinen ile bilinmeyen arasındaki hareketi olarak tanımlayan geleneğimiz, "fikr"i "nefsin hareketi" bağlamında tarif etmeye çalışır. Nitekim Şeyhu'l-Mantîkiyyîn Kutbuddîn Râzî "fikir, tekrar metâlibe dönmek üzere nefsin mebâdi'ye hareketidir" der. Öyle ki akl'ın hareketi tecrîdi [idrâk], zihn'in hareketi temyîzi [iktisâb], fikr'in hareketi ise tasfiye'yi tevlid eder; çünkü hareket, şüpheli unsurlarla karıştığı takdirde yöneldiği matlûba ulaşamaz. Aklın ma'kûlâta yönelik tahdîkinden [dikkatinden] ibaret olan 'nazar' ise, birinci merhalede tahkîki [isbât el-mes'ele bi-el-delîl], ikinci merhalede ise tedkîki [isbât el-delîl bi-el-delîl] ortaya çıkarır. İşte bütün bunlar nefsin hareketi neticesinde hâsıl olur .

Bu durumda, düşünce'nin (fikr) üre(til)mesini sağlayan nefsin bu hareketinin nasıl bir süreç içerisinde "cereyân" ettiği suâline cevap arayalım:

İlk devir mantıkçıları (mütekaddimîn) "fikr"i üç manada kullanırlardı:

1) Fikir, nefsin kuvve-i mutasarrıfa vâsıtasıyla ma'kûlât üzerindeki hareketidir; bu hareket ister taleb, ister talebin dışında birşey için olsun, isterse metâlibten yahut metalibe doğru bir hareket olsun. (Hadsî hareket bunun dışında tutulmuştur, çünkü metâlibten mebâdi'ye doğru gerçekleşen hadsî hareket "anlıktır" ve kesinlikle tedrîcî değildir.)

Dikkat edilecek olursa, tarifte "ma'kûlât" kelimesi mahsûsâtı dışarıda bırakacak şekilde kullanılmıştır. Çünkü nefsin hareketinin "mevhûmât"la sınırlı olması durumunda, tahayyül dışarıda kalır; zira tahayyül, kuvve-i mutasarrıfa vâsıtasıyla nefsin mahsûsât üzerindeki hareketidir. Aslında hareket halinde olan kuvvet tektir; ancak birincisine göre mütefekkire, ikincisine göre (nefsin bu kuvvet vâsıtasıyla mahsûsât üzerinde hareket etmesi durumunda) mütehayyile olarak isimlendirilir. Birinci harekette "kasd" kaydı vardır; çünkü uykuda iken ma'kûlât içerisinde bi-lâ-ihtiyâr vukû bulduğu takdirde, nefsin hareketi fikir olarak değil, rüya olarak adlandırılır; zira rüya, nefsin ma'kûlât içerisindeki bi-la ihtiyâr hareketidir. Nefis, ma'kûlatı işbu hareket sırasında mülâhaza eder ki bu harekete fikir adı verilir; nazar ise bu hareket içerisindeki mülâhazanın kendisidir. (Hareket ile mülâhazanın birbirini gerektirdiği durumlarda fikir ile nazar'ın eşanlamlı olarak kullanıldığı unutulmamalıdır.)

2) Fikir, nefsin, herhangibir vechile matlûbdan başlayarak o matlûbun mebâdiini bulup tertib edinceye kadar matluba götüren mebâdiyi elde etmek için içerisinde derinleşerek ma'kûlat dâhilindeki hareketidir. Tertibden sonra oradan tekrar matluba; yani iki hareketin mecmû'una döner.
İşte kesbî ilimlerin üzerinde inşa edildiği fikir budur; mantık'ta maddî ve sûrî cüzîlerin tahsilinde de bu tür bir harekete (fikre) ihtiyaç duyulur. Nitekim daha önce işaret edildiği üzere, birbirlerini gerektirmesi bakımından nazar'la fikr'in eşanlamlı olarak kullanıldığı yer de burasıdır. Bu açıdan, fikir bu iki harekettir, nazar ise bu iki hareket içerisinde ma'kûlâtın mülahazasıdır. Dolayısıyla ikinci anlamdaki fikir birincisinden daha özeldir.

3) Fikir, sözü edilen iki hareketten sadece ilki için kullanılır; yani ilk hareketin amacı ikinci hareket olduğu takdirde, bu ikinci hareket olmaksızın, sâdece matlûbdan mebâdiye olan harekete de 'fikir' denir. (Bu anlamdaki fikre -çıkış ve inişe benzer şekilde- hads tekabül eder. Çünkü mebâdiden metâlibe intikal anlıktır; tedricî olduğunda, buna da aksi olan "metâlibden mebâdiye intikal" tekabül eder).

Hads'in iki hareketin toplamına tekabül ettiği de söylenir. Çünkü bu durum hadsi belirli bir şeyde tertip etmez; ancak ma'kulât içerisinde hareket ederse birinci hareketi tertib eder; zîra mebâdi-i mürettebe'nin farkında olur ve oradan matlûba bir anda intikâl eder. Aynı şekilde, 'hads', bir mesafedeki hareketin yokluğudur; dolayısıyla bu, başka bir mesafedeki harekete tekabül etmez. Bu görüş "tahkîk" edilirse; hads -mefhûm itibariyle hangi manada olursa olsun- fikrin karşıtı olur; çünkü fikrin mefhûmu hareket olarak; hadsin mefhumu da adem-i hareket olarak düşünülmüştür. Ne var ki belirli bir şeye nisbetle 'hads', vucûd itibariyle iki hareketin toplamını tertib etmez, sadece birincisini tertib eder. Üçüncüsü de anlatıldığı şekildedir; ancak mefhumunda adem-i hareketin düşünülmüş olması bunu nefyetmez; çünkü hads'i tertîb etmeyen hareket, hads'in mahiyetinden bir cüz olmadığı gibi, onun vucûdu için de bir şart değildir. Bu kabul birincisinden daha özel, ondaki ikinci hareketin vucûdunun düşünülmesinin yokluğundan dolayı ikincisinden daha geneldir.

Müteahhirîn'e göre ise, fikir, ikinci hareketin gerektirdiği tertîbtir. Bu açıdan, yalnızca ikinci harekete 'fikir' ismi verilebilir. Bu durumda fikir, nazar'ın eşanlamlısı olmuş olur. Neticede, fikir, tertîb demek iken, nazar, bu tertîb esnâsında makûlâtın mülâhazasıdır.

Nefsin hareketinin 'nitelik' (keyfe) kategorisinde vukû bulduğu söylenir. Çünkü nefsin hareketi keyfiyyât olan ma'kûlâtın sûretleri içerisinde düşünmektir. Aslında bu, ideaların gerçekliğini iddia edenlerin görüşüdür. Ancak "ilim bizâtihi eşyânın mâhiyetlerinin husûlüdür" diyenlere göre, nefsin hareketi, nefsânî hareketler kabilinden değil, nefsânî keyfiyetler içerisindeki hareket kabilindendir .

Yukarıda özetlenen süreç, daha muhtasar bir şekilde tasvir edilebilir ki buna göre fikrin üç anlamı vardır:

A) Matlûbu tahsîl için olsa da olmasa da nefsin ma'kûlât içerisindeki hareketi. (Nefsin mahsûsât içerisindeki hareketi demek olan tahayyül'ün karşıtı)

B) Mebâdi'den metâlibe yahut metâlibden mebâdi'ye olan hareket (iki hareketin toplamı).

İşte mantıkta kendisine ve cüzilerine ihtiyaç duyulan fikir'le kastedilen budur; karşıtı da metâlibden mebâdi'ye, mebâdiden metâlibe anlık intikâl anlamındaki hads'dir. (Bir çok eserde açıklandığı üzere: "iki intikâlin toplamı".)

C) Birinci hareket eksik de olabilir, tamamlanıp ikinci harekete eklemlenebilir de; işte bu, karşısında zarûret'in olduğu fikir'dir."

Bu açıklamaları "nazar" çerçevesinde şu şekilde özetleyebiliriz:

Nazar ve fikir bilinenlerden bilinmeyenleri istihsâl için nefisten sâdır olan bir fiildir. Bu konuda mütekaddimîn ile müteahhirîn arasında ittifâk vardır. Ancak her meçhûl her ma?lûmdan iktisâb edilemez; tersine ona uygun "bilinenler" olmalıdır. Ayrıca meçhul, uygun bilinenlerden de "rastgele" tahsîl edilemez. Bunun için ikisi arasında belirli bir "tertîb"in, bu tertibin de "özel bir hey'eti"nin bulunması icab eder. Bu durumda, tasavvûrî veya tasdîkî küllî bir kavrama (emr-i küllî) ulaştıran bir matlûb, bir de bu matlûba götüren bir yol gerekmektedir ki bu noktada zihin kendisinde varolan mal'ûmât'ın içerisinde, matlûb için uygun olan malû'mâtı buluncaya kadar bir bilinenden diğerine gidip gelerek hareket eder; bu da mebâdi olarak tesmiye edilir. Daha sonra zihin bu mebâdî içerisinde hareket ederek onları matlûba ulaştıracak şekilde tertîb eder.

Demek oluyor ki burada iki hareket vardır: a) Birinci hareket fikrin kendisinde bi'l-kuvve bulunduğu matlûbun mebâdisi. (madde). b) İkinci hareket ise, fikrin kendisinde bi'l-fiil bulunduğu tertîb. (sûret).
İstihsal için ma?lûm ile meçhûl arasındaki fiil [fiil-i mütevassıt] bu iki hareketin toplamıdır ki her iki hareket de nitelik kategorisi içerisinde mütalaa edilir. İki hareket de nazar ve fikrin haricinde bulunmakla birlikte ikinci hareket nazar için zorunlu bir gerekliliktir. Neticede, bu iki hareketin mecmû'u, istihsâl için ma'lûm ile meçhulun arasındaki "orta" ve nefisten sâdır olan bir "fiil"dir; tertîb de ikinci hareket için lâzımdır. Öyleyse nazar'ın hakîkati bu iki harekettir .

"Nazar, aklın bilinen ile bilinmeyen arasındaki hareketidir" tanımını özlü bir biçimde serimlemek istediğimizde şöyle diyebiliriz:

* Akıl bir "bilinmeyen"le karşılaşır.
* Bu bilinmeyenin türünü (nev) bilmek ister.
* Akıl bilinmeyenden kendisinde mevcût olan bilinenlere hareket eder [1. Hareket].

* Akıl, bilinmeyene uygun olacak ve çözümünü sağlayacak telîfi [tertîbi] araştırmak için bilinenler arasında hareket eder [2. Hareket].

* Akıl kendisinde mevcut olan şeylerden telifine güç yetirebildiği malûmdan matlûba hareket eder [3. Hareket]. Böylece bilinmeyenin bilgisi [marifet el-mechûl] hâsıl olur.

Bu beş safhalık süreç, insanın düşünme ediminin doğasını ortaya koyar . Fakat esasen nazar yahut fikir, bu sürecin üç hareketten müteşekkil son üç merhalesidir. Öyleyse nazar "üç hareketin" mecmûudur; yani bizâtihi harekettir .

Burada sadece nefsin ve onun bir tezâhürü olan aklın hareketi üzerinde duruldu. Ruhun 'urûc'u (su'ûd) ve rucû'u (hubût) şeklinde tezâhür eden irfânî hareketin muhtevası ise takdir edileceği üzere bir bahs-i diğerdir. Öte yandan "sudûr" bir-olan'ın çok-olan'a doğru bir hareketidir. Bütün bir varlık "sayrûret" halindeyse, zâten bütün bir varlık hareket halinde demektir. Nitekim bu nedenledir ki geleneğimizde hareketi, subûtiyeti de ihtiva edecek şekilde genişletip hareket-i cevherî'den söz edenler de vardır.

Bizce de Tanrı'nın Varlık'ta tecelli eden irâdesi sürekli hareket halindedir ve zaten Varlık'ı da var-kılan Tanrı'nın irâdesinin sürekli hareket (=yaratma) [el-halk el-muttasıl] halinde olmasıdır.

Velhâsıl "hareket felsefesi"nin bir de kendi düşünce mîrâsımız açısından gözden geçirilmesinde fayda mülahaza ediyoruz. Zîra Nurettin Topçu'nun "düşünme olgunlaşmış bir harekettir; hareketin bizde içselleşmesidir" yahut "İnanç, düşünme ile başlayan hareketin bir devamıdır" şeklindeki cümlelerinin, bu topraklarda karşılıklarının bulunması koşuluyla ancak bir anlam ve değer kazanacağında kuşku yoktur. Aksi halde M. Blondel'in hareket felsefesine dâir açıklamaların, İbn Rüşd'ün "kale-ekulu" tarzındaki Aristoteles şerhlerinden farkı kalmaz diye düşünüyoruz ki bu da -takdir edileceği üzere- "sorun(lar) üzerinden" değil, "cevap(lar) üzerinden" düşünmek" anlamına gelir. Oysa yukarıda "fikr"in, aklın bilinmeyen [sorun] ile bilinen [cevap] arasındaki hareketinden; "nazar"ın ise bu hareketin mülâhazasından ibaret olduğunu görmüştük.

İnanıyoruz ki merhûm Topçu da yapıp ettiklerini açıklamaya çalışan bizlerin muhayyilemiz kadar müfekkiremizi de devreye sokmamızı, binaenaleyh tefekkürâtımıza gayr-i ihtiyârîliğin (bilinçsizliğin) değil, bilakis ihtiyarîliğin (sahih bir duruşun) eşlik etmesini arzu ederdi. Öyle ya, mensubu bulunduğumuz medeniyetin fikirlerimiz ile rüyalarımızın izdivacından doğan gürbüz bir çocuk olduğunu hangi bedbaht inkâr edebilir ki?!?

Metnin bu haliyle ortaya çıkmasına fikrî ve hattî katkıda bulunan değerli âlim dostum Dücane Cündioğlu Beğefendi'ye kalbî teşekkürlerimi sunarım. 

1 yorum:

  1. Aklın hareketi ile ilgili beş aşama ve genel itibariyle yazıyla ilgili birincil kaynaklar hakkında bilgi verir misiniz? Şimdiden teşekkürler.

    YanıtlaSil

Popular Posts