İhsan Fazlıoğlu: "Semânîye'den Süleymânîye'ye: Bilge Mimar, Turgut Cansever'in aziz hatırasına"

İhsan Fazlıoğlu: "Semânîye'den Süleymânîye'ye:  Bilge Mimar, Turgut Cansever'in aziz hatırasına"

Türkiye Günlüğü, Kış 100, Ankara 2010, s. 29-41. 

Bir Küllî'ye'yi Mümkün Kılan Nazarî Hikmet

I. Kavramların Ufku: Sanat/Sanatçı ile İmar/Mimar

Nasıl ki, Tabiat'ta her var-olan bir yer kaplar(tahayyüz), heyetine uygun eylemde bulunur ve diğer var-olanlarla doğasına mahsus belirli ilişkiler kurarsa, -ki var-olmak, bizatihi, yer kaplamak, eylemde bulunmak ve ilişki içerisinde olmak ise-, Hayat'ta da insan tarafından yapılan, üretilen her şey, bizâtihi insanı, insanın duyu(ihsas), duygu(vicdan) ve düşüncesini(akıl) içeren, kısaca insan iradesini cisimleştiren bir temsildir. Her insanî temsil bir mana'yı, Türkçe'siyle denirse, -demek istenileni, kısaca irade-i akliye'nin kasd'ını muhtevîdir. Nitekim, sanat sözcüğünün, s-n-a' kökünün, "maksadını kendisinde taşıyan eylem" anlamına geldiği dikkate alınırsa, herhangi bir sanat eserinin, onu var-kılan sanatçının maksudu olduğu söylenebilir.

Öte yandan imâr sözcüğünün kökünün, a'-m-r'nin "ömür vermek, hayatını uzatmak, uzun zaman yaşatmak, umran kazandırmak, mekânı korumak" anlamlarına geldiği, mimarın da bu işi yapan, kısaca mekânı bir şey ile koruyan kişi olduğu düşünülürse, mimarînin bizatihi "mimarın kasdını bir mekâna tecsim ederek korumak olduğu" söylenebilir. Bu çerçevede kadim dönemde mimar, duyu, duygu ve düşüncesini bir hamule haline getirip taş gibi uzun ömürlü bir nesneyle mekâna ören, yüceyi ve güzeli taşa oyan, kısaca abecesi taş olan bir şiiri mekâna yazan, muhtasar ve müfid bir deyişle mekânı yorumlayan bir şairdir .

Sanatçının maksadının yani iradesinin maddeye katılarak mekândaki bu cisimleşmesi, esasen ben'in iç-deneyiminin sınırının yani zamanın, ben'in dış-deneyiminin sınırına yani mekâna katılması, kısaca, kavram ile mekân-zaman'ın sanatçı tarafından bir terkibinin yani yorumunun dış dünyada temsil edilmesidir. Temsil'in yani sanat eseri'nin, sanatçının duyu-duygu-düşünce'sinin dönüşsüz bir birliği olduğundan, idraki de hem anlamayı hem de açıklamayı aynı zamanda talep eder. Temsil'e ilişkin anlamanın ve açıklamanın imkânı da hiç şüphesiz sanatçının eserini ürettigi tarihî bağlamda saklıdır.

II. Küllî'den Küllî'ye'ye: Mekan'a Varlık Giydirmek

Küllî, aynı mahiyeti(özü) paylaşan ferdî hakikatlere delalet eden bir mana olduğuna göre, Küllî'ye de muhtelif unsurlarında taayyün eden, aynı mahiyeti paylaşan yapı'dır. Öyleyse, yapı'da unsurların bizatihi kendilerinden çok, hepsinde ortak, aynı mahiyetin ne olduğu önemlidir. Nasıl ki, Tanrı, ilmindeki mahiyetlere, varlık(vucud) elbisesi giydirerek, onları hakikat yani var-olan(mevcud) kılıyorsa, mimar da maddeye(malzemeyi), yukarıda unsurlarına işaret edilen terkibi, kısaca yorumunu yani bilgisini mekâna giydirir; böylece temsilini var-kılar. Tanrı'nın ibdâsı ile mimarın yaratımı(halk) arasındaki bu benzetmede, hiç şüphesiz, İbn Sinacı filozoflar ile kelamcılar arasındaki yaratma sorununu mantık biliminin imkanlarıyla (külliyât-ı hamse) çözmeye çalışan Seyyid Şerif Cürcanî'nin, Osmanlı ilim hayatının temel kelamî eseri Şerh el-mevâkıf fi ilm el-kelâm'ının etkisini görmek mümkündür .

Ali Kuşçu'nun temsil ettiği kelam geleneği açısından bakılırsa, cisim, mahiyeti itibariyle adedî(cüzî/ferdî), heyeti itibariyle hendesî'dir(geometrik); zahiri de insana konu olurken kendisine mahsus hissî özelliklerini kazanır. Bu tanım çerçevesinde mekanca yakından bakıldığında, Küllî'ye'yi oluşturan parçaların, örnek olarak taşların, cüzî/ferdî bir görüntü oluşturduğu, uzaktan seyr edildiğinde ise hendesi bir manzaranın ortaya çıktığı rahatlıkla müşahede edilebilir. Bu anlayışta, taşları varlığa getirmek, cüzî/ferdî olana hendesî bir suret/mekan giydirmekle eş anlamlıdır. Ferd ile suretin hissî özellikleri kazanmasında ise hiç şüphesiz, iki unsurun terkibi yanında, mimarın kasdını katması da önemli bir yer tutar.

Küllî'ye, tecessüm etmiş bir önerme biçiminde de düşünülebilir: Bu anlamda Küllî'ye vahdet/özdeşlik olarak mevzu'a(konu'ya), yani, mekanın bütünlüğüne, çokluk/kesret olarak arazların yüklenmesi, kısaca kesretin/çokluğun vahdet/birlik üzerinde çentiklenmesi, alâmetler halinde işlenmesidir. Bir küllî olarak Küllî'ye unsurlarını/öğelerini cem eden, toplayan, kısaca unsurlarını bir küllînin/özün etrafında bir araya getiren bir b-ir-lik'tir. Başka bir deyişle mahiyet/öz ile unsurların bir-aradalığı Küllî'ye'dir. Unsurlar çokluk/kesret ise Küllî'ye vahdettir; bu nedenle Küllî'ye, Âlem'in bir temsilidir. Kâinât'ın/Var-olanların, tek tek kâinlerin/var-olanların toplamından (mevcudât) Âlem'e dönüştürülmesi, alâmetlerle, başka bir deyişle aynı kökten gelen ilimledir. Bir küllî olarak Küllî'ye de Âlem'in bir temsiline, mimarın kasdını, başka bir deyişle ilmini, bilgisini mekana katmasıyla dönüşür. Böylelikle Küllî'ye de Tanrı'ya delalet eden anlamına gelen Âlem gibi, özler/küllîler yani, kavramlar ile mekan-zaman ilişkisinin oluşturduğu bir örgü halini alır. Hiç şüphesiz ki bu örgü, onu ören kültürün Tanrı-Âlem-İnsan anlayışını ve ilişkilerini cisimleştiren bir temsil'dir: Theo-ontoloji .

Temsîl'in Theo-ontoloji'yi cisimleştiren bir kimlik olduğunu 1589'da Sultan III. Murad'ı ziyaret için İstanbul'a gelen Fas elçisi Ali b. Muhammed el-Temegrûtî'nin el-Nefhat el-miskiyye fi el-sefâret el-Turkiyye adlı seyahatnamesindeki, Ayasofya ile Süleymaniye'yi karşılaştırırken yazdığı şu cümleler en güzel bir biçimde vermektedir :

"Ancak Ayasofya daha kuvvetli, daha gösterişli ve daha kabadır; Süleymaniye ise daha güzel, daha ince ve daha engindir. Allah bilir ya ikisi arasındaki fark, banileri arasındaki iman ve küfür farkı kadardır. Bu nedenle her ikisi de banilerinin kalblerinin elbisesini giymiştir."

III. Ne Taş Ne Kemer ya da Hem Taş Hem Kemer: Bir Mimarî Manzume'nin Nâzımı Olarak Düşünce

Rivayet edilir ki, ünlü seyyah Marco Polo, Kubilay Han'a bir köprüyü taşlarıyla birlikte tarif edince, Han, "bu kadar taş arasında hangi taşın köprüyü ayakta tuttuğunu" sorar? Polo, "tek tek taşların değil, onların oluşturduğu birliğin, bütünlüğün yani kemerin köprüyü ayakta tuttuğunu" söyleyince, Han "Öyleyse niye sabahtan beri taşlardan bahsediyorsun! Önemli olan kemerse onu anlat!" diye çıkışır. Polo'nun yanıtı ise açıktır: "Ama taşlar olmadan kemer de olmaz".

İşte yukarıda nazarî çerçevesini çizmeye çalıştığımız yaklaşım açısına, bu rivayet uygulanırsa şimdiye değin lazım-melzum ilişkisinin ihmal edilerek Süleymaniye Küllî'yesi'nin varlığının büyük oranda maddî, siyasî, iktisadî ve estetik değerler açısından ele alındığını, en nihayetinde Küllî'ye'nin, Osmanlı manevî kültürünü temsil eden anlam-değer dünyasının cisimleşmesi biçiminde görüldüğünü söyleyebiliriz. Ancak kısmî doğru olan bu tespit, yukarıdaki yaklaşımımız uyarınca küllî kavramının, dolayısıyla Küllî'ye teriminin içeriğini tam vermemektedir. Bizim sorumuz, Marco Polo'nun yanıtına teşbih ederek, "Süleymaniye Küllî'yesi'ni b-ir-ara-da tutan birliğin, bütünlüğün, kısaca kemer'in ne olduğudur? Yanıtımız ise, Süleymaniye Küllî'yesi'nin Osmanlı dönemi theo-ontoloji'sinin, dolayısıyla anlam-değer dünyası yanında, nazarî hikmetin hâsılası bilgi'nin de bir cisimleşmesi olduğudur. Başka bir deyişle, Süleymaniye Küllî'ye'si, Osmanlı nazarî hikmetindeki Varlık-Âlem-İnsan ve üçü arasındaki ilişkiler hakkında sorulan sorulara verilen yanıtları temsil eden üç-boyutlu bilgi-değer manzumesi'dir. Öyleyse bu bildirinin maksadı çerçevesinde sorumuzu şu şekilde örgütleyebiliriz: Duyu-duygu-düşünce birlikteliğinin, kısaca insan iradesinin (irade-i akliye) cisimleşmiş bir temsili olarak Süleymaniye Küllî'yesi'nin düşünce/fikir yönünün tarihî bağlamı nedir?

IV. Semanîye'den Çıkan Yol: Matematik ve Doğa Felsefesi

İslam-Türk Medeniyeti'nin doğal bir devamı olan Osmanlı ilim ve kültür hayatı, Davud Kayserî - Mehmed Fenarî çizgisinde hem kelamî hem de irfanî yönü ağır basan bir hatta ilerlerken, İstanbul'un fethi ve Fatih Sultan Mehmed'in siyasetiyle, Semerkant matematik-astronomi okulunun riyazî/talimî niteliğini, başta Ali Kuşçu ve Fethullah Şirvanî olmak üzere pek çok mensubu üzerinden kendisine katmış ; Semâniye Küllî'ye'si (1463-1470) bu yeni yönelimin merkezi olmuştur. Semâniye Küllî'yesi'nden Süleymaniye Küllî'yesi'ne (1550-1557) değin geçen süre zarfında, Matematik ve Doğa Felsefesi sahalarında cereyan eden tartışmaların kaydedildiği metinler ile kaleme alınan eserler, bu süredeki nazarî hikmetin çevresini tespit etmemize imkan vermektedir.

Bir yönüyle Doğa Felsefesi ile de sıkı ilişkileri bulunan kelamî/teolojik tartışmalar bir kenara bırakılırsa, yalnızca Fatih Sultan Mehmed ve Sultan II. Bayezid döneminde Saray'da ve bilginler arasında vuku bulan Doğa felsefesi'ndeki bazı tartışmaların temel konuları ve ana kavramları şu şekilde özetlenebilir : Cisim, mekan, hareket, zaman, yön, yer kaplama/doğal yer, Evren'in merkezi, süreklilik, süreksizlik, sonluluk, sonsuzluk, fiziksel nesne, matematiksel nesne, nedensellik, kinematik-geometrik modeller ve matematik ile fizik ilişkisi, doğa yasalarının zorunluluğu ve olasılıklığı, Evren'deki âmil ve fâil etkenler ile ara-varlıklar, nefs el-emr teorisi, Evren'de görülebilir(visible) ve görülemez(invisible) ile gözlemlenebilir(observable) ve gözlemlenemez(unobservable) olgu/olaylar, Doğa'nın bilgisinde, özellikle astronomide kesinliği artırmak için matematik tekniklerin yeri, başta matematiksel olmak üzere muhtelif âletlerin kullanımı, bilgi de ölçüt olarak matematiksel tablolar, muhtelif teorilerin uygulama alanı olarak matematiksel-astronomik âletler, animatif/spritüel etkenlerin yer aldığı Evren'in mekanik modelleri, Evren'in moral tasavvuru, gerçekliğin modellenmesinin aklî olup olmadığı, innî ve limmî burhan ve muhtelif ilim dallarında kullanımları, var-olmanın katmanları: aynî, zihnî, haricî, farazî, itibarî, vb?

Yukarıda sıralanan konuların kısmî olarak ele alındığı bir tartışmaya, temsil gücü yüksek bir örnek vermek gerekirse: Osmanlı medreselerinde ders kitabı olarak okutulan Necmeddin Kazvinî'nin, Fahreddin Razî'nin eleştirilerini de dikkate alan İbn Sina çizgisindeki nazarî hikmeti içeren Hikmet el-ayn adlı eserine Mirek Buharî'nin kaleme aldığı Şerh'e Seyyid Şerif'in yazdığı Haşiye'de bulunan yön/cihet bahsindeki, Âlem'in bir merkezi var mıdır? Âlem'de yön bulunur mu? Âlem'deki harekete bir yön tahsis edilmesi zorunlu mudur? gibi soruları Saray'da tartışan ve her biri birer metin kaleme alan, Hoca-zade (ö. 893/1488), Sinan Paşa (ö. 891/1486), Hamiduddin Efdal-zade (ö. 908/1502), Fenarî-zade Ali Çelebî (ö. 903/1497), Molla Lutfi (ö. 900/1494), Müeyyed-zade (ö. 922/1516), Hatip-zade (ö. 901/1495), Muslihuddin Kastalanî (ö. 923/1517), Ali Arabî, Hasan Çelebî (ö. 886/1481), Kadı-zade Kasım, Molla İzarî (ö. 901/1495), Molla Bahauddin ve Molla Nişancı gibi bilginlerin yanıtlarını, daha sonra İstanbul'da, Ali Kuşçu'nun ögrencisi matematikçi Ebu İshak b. Muhammed b. Abdullah b. Muhammed Neyrizî (ö. 884/1479), Takrir el-hak fi el-merkez adlı bir kitap yazarak tek tek ele alıp eleştirmiş; bunun üzerine söz konusu bilginler, Ebu İshak'ın eleştirisine cevap yazmış; Ebu İshak da ikinci bir eser yazarak bu cevapları değerlendirmiştir.

Bu tartışmalar dikkatle incelendiğinde dilin, mantık ile hendese'nin mezc edilmiş bir dil olduğu, deyiş yerindeyse hendesî bir doğa felsefesi'nin kurulmaya çalışıldığı söylenebilir. Bu iki alanın, İbn Heysem'den beri, nazarî hikmete giriş kabul edilip âlet ilimleri olarak dikkate alındığı göz önünde bulundurulmalıdır; öyle ki, İbn Heysem'in tabiriyle, şey'in mahiyet'ini mantık, hey'et'ini hendese araştırır . Öte yandan her iki dili de kullanan bilginlerin tartışmalarında, bir kısmının İbn Sina çizgisinde meşşâî hikmet yöntemini, bir kısmının ise Fahreddin Râzî çizgisinde kelamî yaklaşımı benimsedikleri görülür. Bu nedenle, doğa felsefesinin temel sorunları hem meşşâî hem de kelamî dille ayrıntılı bir biçimde ele alınır; yer yer, özellikle cisim, hareket ve ışık bahislerinde işrâkî düşüncelere de yer verilir.

Doğa felsefesine ilişkin önemli kavram ve sorunlarda ayrıntılarda sürdürülen meşşaî ve kelamî çalışmalara onlarca örnek vermek mümkündür. Ancak bu sorunlar hakkında kaleme alınan eserler ve risaleler tek başına mevcut birikimi göstermez; ayrıca bu sahalarda okutulan metinlerin temsil ettiği yüksek seviyeli bilginin zihinlere taşınması ve sosyalleşmesi de dikkate alınmalıdır.

Osmanlı matematiğinin bu dönemde operatif-kalkülatif özelliginin en yüksek seviyeye çıktığı ve bu seviyenin bizzat Mehmet Atmacaoğlu (899/1494'te sağ), Kâtib Alaaddin Yusuf (917/1512'de sağ), Bosnalı Nasuh Bey (ö. 971/1564) ve Bursalı Yusuf Kemaloğlu (X./XVI.yy) tarafından Türkçe olarak kurulduğu göz önünde bulundurulmalıdır . Bu eserlerin, temel aritmetik yanında, beşinci dereceden kök hesabı gibi konuları içerdiği; rasyonel ve irrasyonel kök hesaplarını sıfır ve cetvel yöntemi kullanarak öğrettiği; cebir ve denklemler teorisini ayrıntılı incelediği; derinlik, genişlik, uzunluk, ücret, yol (mesafe), havuz, saat, ürün, mal(kumaş), top problemlerini çözümleriyle birlikte, kural-çözüm sürecini belletecek bir biçimde verdiği gözlemlenmektedir. Uygulamalı geometrinin(misâha'nın) hem bu eserlerde hem de ayrı bir dal olarak Fatih Sultan Mehmed döneminde el-İknâ fi ilm el-misâha ile erken bir tarihte gelişmesi ve Emrî Çelebî'nin Mecma el-garâib fi el-misâha adlı eseriyle Türkçeleşmesi önemlidir .

Düzlemsel ve Uzay Geometrisi ile Düzlemsel ve Küresel Trigonometri yanında Şemseddin Halîlî ve İbn Şâtır eliyle Şam'da zirvesine ulaştırılan klasik İslâm ilm-i mîkat geleneğine dayalı olarak Mehmed Konevî ile Mustafa b. Ali Muvakkıt'ın Türkçe telifleri, Gezegen Astronomisi sahasında Fethullah Şirvanî, Ali Kuşçu, Molla Hüsrev, Gulâm Sinan, Molla Ahaveyn, Mirim Çelebî, Abdülalî Bircendî ve Seydî Ali Reis başta olmak üzere pek çok ismin çalışmaları; astronomi âletleri üzerinde verilen pek çok eser yanında koni kesitleri ile ilgili daha önce kaleme alınan eserlerin hem mütalaası hem de bu konuların yeniden üretimi; mekanik ilminde Benî Mûsâ ve İsmâil Cezerî'nin eserleri yanısıra Alâeddin Kirmânî'nin Fâtih Sultan Mehmed'e sunduğu Bedâyi el-amel fî sanâyi el-hiyel ve Ali Kuşçu'nun el-Tezkire adlı eserleri; optik sahasında kadim birikim yanında Fethullah Şirvanî, Mirim Çelebî, Hatibzâde ve Hasan Dihlevî'nin çalışmaları tarihî bağlamın oluşmasında dikkate alınması gereken ürünlerdir .

V. Enderun'da En Derin Eserler: Mimar Sinan'ın Muhtemel Matematik-Astronomi Arkaplanı

Semânîye'den Süleymânîye'ye geçen süre zarfında Osmanlı ilmî hayatının içeriğine ilişkin bu küçük tasvire şöyle bir soru sorulabilir: Mimar Sinan başta olmak üzere, Osmanlı mimarlarının bu tasvirdeki yeri nedir? Bu soruya Tezkiret el-bunyân gibi Mimar Sinan'ın küçük risaleleri ile mimarî eserlerinden hareketle yanıt verilebilir. Örnek olarak; kadim nazarî hikmetin dili'nin, ister matematik ister mantık olsun, dayandığı temel kavram oran-orantı(nisbet) teorisidir. Öyle ki, matematikteki bu nisbet kavramı, hem adedî(arithmos) hem de hendesî(megethos) yaklaşım için geçerlidir. Nitekim Mimar Sinan'ın nisbet teorisini çok iyi bildiği, eserlerinde özellikle altın oran'ı çok iyi kullandığı bilinmektedir. Ancak biz burada bu tür bir yanıtın yerine daha farklı bir konuya değineceğiz; kısaca, Mimar Sinan döneminde Enderun Kütüphanesi'nde bulunan kitapların matematik-astronomi sahalarında tespit edebildiğimiz küçük bir listesine göz atacağız. Bu bize söz konusu tasvirde Mimar Sinan'ın yerini belirlememizde yardım edecektir. Öncelikle küçük listemize bir göz atalım :

A. Astronomi
1. el-Macestî fi ilm el-hey'e, [muhtemelen Nasiruddin Tusî tahriri], (Beydilli, s. 277).
2. Şerh el-macestî fi ilm el-hey'e, Nizamuddin Nisaburî, (Beydilli, s. 277).
3. Kitâb el-kânûn el-Mes'ûdî fî ilm el-nucûm, Birunî, (Beydilli, s. 279).
4. Şerh el-tezkire, [Kimin olduğu tespit edilemedi], (Beydilli, s. 279).
5. Şerh el-tezkire, Nizamuddin Nisaburî, (Beydilli, s. 282).
6. Sullem el-semâ, Cemşid Kaşî, (Beydilli, s. 282).
7. Mecmûa, Hall el-şukûk fi kitâb el-macestî, vdğ., (Beydilli, s. 277)
8. Mecmûa, İbn Heysem'in astronomi risaleleri, (Beydilli, s. 282) .
9. Mecmûa, İbn Heysem'in astronomi risaleleri, (Beydilli, s. 282).

B. Hendese
1. Usûl el-hendese ve el-hisâb, [muhtemelen Nasiruddin Tusî tahriri], (Beydilli, s. 277).
2. Şerh usûl el-hendese ve el-hisâb, [Kimin olduğu tespit edilemedi], (Beydilli, s. 277).
3. Kitab el-usûl el-asiliyye fi ilm el-hendese, İbn Sertak, (Beydilli, s. 282).

C. Koni Kesitleri
1. (Tahrîr) Kitâb el-mahrûtât Apollonius, Nasireddin Tûsî, (Beydilli, s. 279) .
2. Telhîs el-mahrûtât, [Mahmûd b. Kâsım b. el-Fazl el-İsfehânî], (Beydilli, s. 282) .

D. Optik
1. Tenkîh el-menâzir, Kemaleddin el-Farisî, (Beydilli, s. 282).

E. Altmış Tabanlı Aritmetik
1. Keşf el-hekâik fi hisâb derec ve el-dekâik, (Beydilli, s. 277).

Şimdiye değin yaptığımız araştırmalar neticesinde elde ettiğimiz bu küçük listedeki eser ve yazar isimleri hiç şüphesiz konunun uzmanı olmayan kişi için bir tasavvur yaratmaz. Muhtasar ve müfit bir ifadeyle bu eserlerin sahalarının en önemli çalışmaları olduğu rahatlıkla söylenebilir. Birkaç örnek vermek gerekirse; Kemâleddin Farisî'nin Tenkîh el-menâzir'i Takiyeddin Rasıd'ın daha sonraki çalışmalarına değin İslam medeniyeti'ndeki en gelişmiş optik geleneğini temsil eder. İbn Sertak'ın Kitâb el-usûl el-Asiliyye fi ilm el-hendese, İslam geometrik matematiğinin en gelişmiş ve kuşatıcı birkaç eserinden birisidir . İslam astronomi tarihinde Batlamyusçu olmayan kinematik-geometrik model araştırmalarının ilk sonuçlarını içeren Nasiruddin Tusî'nin el-Tezkire fi ilm el-hey'e adlı eseri ile bu eserin Nizamuddin Nisaburî tarafından kelamî kozmoloji ilkeleriyle uyumlu yapılan Şerhi; nihayet Birunî'nin ünlü astronomi eseri el-Kanûn el-Mesûdî'si?

VI. Mekanın Abecesi: Mesaha Bilimi

Osmanlı öncesi ve sonrası kaleme alınmış ve Osmanlı ilmî ortamında mütedavil genel hesap, muhasebe ve bağımsız mesaha kitaplarında, geometrik şekil ve cisimlerin çevre, alan ve hacim formülleriyle uzaklık, yükseklik, derinlik gibi mesafe ölçümleri, bazılarında minerallerin özgül ağırlıkları gibi konular incelenmekte, bir kısmında ise mesâha ilminin temel kavram ve önermeleriyle ilgili geometrik felsefe bilgileri verilmektedir. Mesâha ilminin problemleri yalnızca sayısal olarak değil cebirle de çözülmekte, cebir ilminin uygulamalı yönü öne çıkarılmaktadır. Öte yandan mesâha ilminde kullanılan değişik ölçü ve tartı değerleriyle bunun için kullanılan aletlerin tanıtımı da yapılmaktadır.

Şimdi bu eserlerden Semerkant matematik-astronomi okulunun önemli üyesi ve Semerkant Rasathanesi'nin ilk müdürü Giyaseddin Cemşid Kaşî'nin hem Osmanlı medreselerinde, hem muhasebe ve katip sınıfı arasında, hem de Enderun'da kullanılan Miftâh el-hisâb adlı eserinin mesaha'yı ihtiva eden dördüncü makalesine bir göz atalım:

Dördüncü makale bir mukaddime ve dokuz bap ihtiva etmektedir. Kaşî, mukaddimede mesahanın ve geometrik şekillerin tanımını vermekte, birinci bapta üç kenarlıların, ikinci bapta dört kenarlıların, üçüncü bapta düzgün çok kenarlıların, dördüncü bapta daire ve daire kesitlerinin, beşinci bapta diğer düzlemsel şekillerin, altıncı bapta silindir ve küre gibi şekillerin ve koni kesitlerinin yüzeylerinin, yedinci bapta cisimlerin, koni kesitlerinin ve kürenin, sekizinci bapta madenlerin özgül ağırlıklarının, dokuzuncu bapta bina ve benzeri yapılar ve bu yapılarda görülen, tak, ezec, kubbe, mukarnas vb. mimari şekillerin çevre, alan ve hacimlerinin tespiti konularını işlemektedir. Kaşî konuları elden geldiğince tafsilatlı işlemiş ve bu konularda İslam matematiğinin ulaştığı bilgilerin tam bir dökümünü vakıfane bir şekilde vermiştir .

Dikkat edilirse, dördüncü makalenin dokuzuncu babı mimari yapı ve inşa konularını ihtiva etmektedir. Nitekim Kaşî, baba "Binaların ve Mimarî Eserlerin Mesahası" adını vermekte, girişinde "Bu sahada kaleme alınan eserlerde tak ve ezec dışında gereği gibi incelenmeyen konuları, diğer konular gibi gerektiği kadar ele aldım; çünkü mimarî eserlerin mesahasına diğer mesaha konularından çok daha fazla ihtiyaç vardır" demektedir. Üç fasılda incelediği konunun birinci faslında hemen hemen her mesaha kitabında karşılaşılan tak ve ezeci ele almakta; ikinci fasılda kubbe'nin; üçüncü fasılda da mukarnas türlerinin mesahasını gözden geçirmektedir. Kaşî konuya ilişkin muhtemel tespit ettiği bütün formülleri vermekte; örnekler çözmekte ve çizimler yapmaktadır.
Bu eserin dördüncü makalesinin etkisi açıktır; nitekim dördüncü makale önemine binaen XVIII. asrın başlarında Divan-i Âli katiplerinden İbrahim Kâmi b. Ali (1209/1794'de sağ) tarafından Türkçe'ye tercüme ve şerh edilmiştir. Mühendishane-i Bahri hocası olan İbrahim tercüme esnasında Batı Avrupa kaynaklı hendese bilgilerinden de istifade ettiğini belirtmektedir .

VII. Tarihi Bağlamın Şehadeti: "İlm-i hendese muktezasınca"

Yukarıda çizilen çerçeve, tarihî bağlama geri gidilerek temellendirilebilir. Cafer Efendi, Sultan Ahmed Camii mimarı Sedefkar Mehmed Ağa'nın hayatı ve eserleri üzerine 1023/1614 tarihlerinde kaleme aldığı Risâle-i mimariyye adlı eserde, başta mimari olmak üzere ehl-i hiref nezdinde hendesenin ne kadar önemli olduğunu pek çok kez dile getirir ve Sedefkar Mehmed Ağa'nın, vefatına kadar Mimar Sinan ile bahçe halifesi Üstad Mehmed'den hendese tahsil ettiğini belirtir ; o kadar ki, mimarbaşı olduktan sonra hizmetinde bulunduğu Sedefkar Mehmed Ağa'nın hendeseye ilişkin konuşmalarını kayd ederek bir hendese Risalesi bile yazdığını söyler . Cafer Efendi, anlattığı konuları sık sık, "ilm-i hendese muktezasınca", yani "hendese biliminin gereklerine göre" diyerek temellendirir ve ekler "cümle ehl-i hirefin âlât ve edevâtı ve hatta mutrıbların âlâtı dahi ilm-i hendese üzerine ... vaz etmişlerdir..." . Cafer Efendi, ilm-i hendese yanında fenn-i kimya'yı bilmeyi de iyi bir sedefkar ve mimar olmak için olmaz ise olmaz bir koşul olarak görür .

Cafer Efendi'nin eserin dibacesinde verdiği bilgiler, bu yüzyılın genel temayülüne uygun bir biçim gösterir: Teoloji, kosmoloji ve ontoloji birbirini tamamlar bir halde sunulur iken, meşşaî, işraki, kelamî ve irfanî terminoloji bu birlikteliği ifadede serbestçe kullanılmıştır . Bir taraftan Tanrı'nın vucudiyeti ile vahdeniyeti vurgulanırken, klasik kosmolojinin felekler teorisi ile dört unsura dayalı fiziğine atıf yapılır; öte yandan Yeni-Eflatuncu sudur teorisinin terimlerine müracaat edilir; mevcudatın varlığa gelişi ibadet kavramıyla ilişkilendirilerek, sistem bir bütün olarak kendi anlam-değer dünyasıyla ilişkilendirilir: "Kun-fe-yekun ile ibadet için arsa-i vucud'da ayan-i sâbiteleri bulunan herşeyi makam-ı ademden diyar-i vucuda getirmiştir". Kısaca değinilen bu tür cümlelerde, daha önceki bir yazımızda dile getirdiğimiz, medeniyetlerin ve bu medeniyetlere mensup bireylerin ben-idraklerinde, theo-onto-lojik aidiyetin kurucu rolünü görmek mümkündür .

Mesleğini peygamberî bir geleneğe bağlayan ve iyi bir mimar olmak için "Hendese ilminde imdi olagör bahr-i amik" diyen Cafer Efendi'nin hendese sözcüğünün etimolojisi için verdiği bilgiler hem doğru hem de ilginçtir . Hem hendeseyi hem de hisabı(aritmetik-misaha-cebir) yine peygamberî bir tarihi geleneğe yerleştiren yazarın, üzerinde durulması gereken en önemli cümleleri, hendese ve mühendis için verdiği ve "kadim türkî" dediği karşılıklardır .

Bu çalışmada dile getirilenleri yine en iyi Cafer Efendi'nin kendisinden dinlemek yerinde olacaktır. Sultan Ahmed Camii'den bahs ederken yazar hiç bir yoruma mahal bırakmayacak şu cümleleri dillendirir :

"Hakîkatı ile anı bilmek murâd edinen evvelâ ilm-i hendesede gâyet ile mâhir ve hâzık olup andan sonra nice eyyâm u şühûr ve nice a'vâm u duhûr üzerine varıp mütâlâa ile düşünüp rüsûm-ı mütenevviası ve rükûm-ı mütedalliası ne eşkâl ve ne gûne ahvâl üzre vaz olunduğun iz'ân etmek gerektir. Ve dahi bu câmi-i şerîfin evsâfına hakîkat ile muttali olmak murâd edenler rüsûm-ı musavvere ve rükûm-ı mukadderesi ile..."

Cafer Efendi'nin cümlelerinde dikkati çeken diğer bir önemli nokta, rüsûm-ı mütenevvia, rüsûm-ı musavvere, rükûm-ı mütedallia, rükûm-ı mukaddere gibi kavramlardır. Cafer Efendi, eserinin başka bir yerinde,

"... Ağa-yı müşârünileyh dahi bu âna gelince selâtîn-i mâziyeden ol beyt-i şerîfin miyân-ı latîfine kemer-i saâdet-eser vaz etmek murâd eden padişâhların her birinin zamân-ı şerîflerinde bu kemerler husûsı için musavver olan rüsûm kendi(n)de mahfüz ve mahtûm bulunup arz ve kadd ve tûlunu malum edinmek için ancak anlara mürâcaat edip andan sonra masnû olacak kemerlerin zihlerini ve diâmelerini bast edip zihler dahi diâmelere câ-be-câ girih olmak üzre eşkâl-i mütenevviasına bir resm-i cedid tasvîr ve temhîd kıldı ki mühendishân-ı cihan ve musavvirân-ı devrân anın mislini..."

diyerek, kullandığı kavramları daha açık kılmaktadır. Bu kavramlardan anlaşıldığı kadarıyla, her türlü mimarî yapı için çizim yapılmakta ve bu çizimler muhafaza edilmekteydi. Çizimlerin hem hendesî (rusûm) hem de sayısal (rukûm) olduğu; ayrıca, ifadelerde çok açık değilse de, üç-boyutlu çizimlerin bulunduğu anlaşılmaktadır. Nitekim sözlük kısmında 'resm' kavramı için "Türkîde 'ev temeli eseri' demektir; bir nesnenin eser ve nişânına denir" karşılığını vermektedir . Cafer Efendi, açıkça mühendislerin resm eylediğini, mimarların ise vaz eylediğini, "Ne hûb şeklini resmeylemiş mühendisler / Ne hoş mahalline vaz eylemiş anı mimar" diyerek belirtmektedir . Ayrıca, ifadelerden anlaşıldığı kadarıyla, söz konusu hendesî çizimler ve sayısal hesaplamalar daha sonraki tarihler için Saray'da saklanmakta; ve gerektiğinde kullanılmaktadır.

Sonuç olarak, Süleymaniye Küllî'ye'sini inşa için Kanunî Sultan Süleyman ve Mimar Sinan kadar, şimdiye değin kısa bir tasvirini sunduğumuz nazarî hikmetin varlığı da şarttır. Osmanlı yalnızca bir gönül medeniyetiydi; hesaba değil anlamaya dayalı bir bakış açısı vardı gibi vecizevî cümlelerle geçiştirilen bu gerçek, "kafası olmayan bir beden tasavvuru"ndan başka bir şey değildir; aklı ketleyen bu tür aforizmalar yalnızca cehaletin ürünüdür. Unutulmamalıdır ki tarih, yalnızca geleceğe ilişkin projesi bulunan milletler için anlamlıdır. Tersi durumda ya bir yük ya da bir nostaljidir.

Resimler: Aşağıdaki resimler, Cemşid Kaşî'nin basılı Miftah el-hisab'ının dördüncü makalesinin mimarlıkla ilgili dokuzuncu faslından alınmıştır .



Resim 1: Giyaseddin Cemşid Kaşî, Miftah el-Hisab, s. 365.



Resim 2: Giyaseddin Cemşid Kaşî, Miftah el-Hisab, s. 371.



Resim 3: Giyaseddin Cemşid Kaşî, Miftah el-Hisab, s. 376.



Resim 4: Giyaseddin Cemşid Kaşî, Miftah el-Hisab, s. 378.



Resim 5: Giyaseddin Cemşid Kaşî, Miftah el-Hisab, s. 379.



Dipnotlar:
Bu çalışmanın ilk hâli, Kültür Ocağı Vakfı tarafından, 23-27 Kasım 2007 tarihlerinde İstanbul'da düzenlenen Süleymaniye Sempozyumu/Şehir ve Medeniyet adlı Ulusal Sempozyumda aynı adla bildiri olarak sunulmuştur.

Bu konuyu, sorduğu sorularla araştırmamıza vesile olan merhum Turgut Cansever'dir. Bkz. İhsan Fazlıoğlu, "İstikâmeti muhkem, sahih bir adam: Turgut Cansever", Anlayış Dergisi, Sayı 70, Mart 2009, s. 36-38.

Doç. Dr., İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Felsefe Bölümü, Felsefe Tarihi Anabilimdalı - McGill University, Institute for Islamic Studies.

Cafer Efendi, Risale-i mimariye'de şu Eski Türkçe karşılıkları verir: İmâret: şenletmek; umrân: şenlik; âmir, mamûr ve amîr: şen; mimâr: şenledici. Kendi zamanında ise mimâr'a, mamûr edici denildiğini söyler. Bkz. Cafer Efendi, Risale-i mimariye, nşr.: İ. Aydın Yüksel, İstanbul 2005, s. 22.
Cafer Efendi'nin, gençliğinde musıki tahsil etmeye heves eden ancak bazı nedenlerle vazgeçen Sedefkar Mehmed Ağa'nın inşa ettiği Sultan Ahmed Camii için "bu câmi-i şerîf binâsında ilm-i mûsıkîyi bi't-temâm müşahade eyledik" demesi ve mimarın adeta ilm-i musıki usullerini mermerlere yedirdiğini vurgulaması, hatta "yonulan mermerlerden", tıpkı sufîlerin "Hû" zikri gibi, "dahi öyle sad'a gelir" demesi, manidardır (s. 70).

el-Mevâkıf, şerhleri ve hâşiyeleri için bkz. KZ , c. II, s. 1891-1894. Mevâkıf metni, Seyyid Şerif Şerh'i ile Hasan Çelebî ve Siyalkutî Hâşiye'leri için bkz. Tenkitli metin: Mahmud Ömer ed-Dimyatî, I-VIII, Beyrut 1998.

Şerh el-tecrid (Şerh-i cedid), İstanbul (2 cilt, 1893) ve Tahran (trsz.).
İhsan Fazlıoğlu, "Yeni bir medeniyet, yeni bir teo-ontoloji", Anlayış, Sayı 32, Şubat 2006.
Ali b. Muhammed el-Temegrûtî, el-Nefhat el-miskiyye fi el-sefaret el-Türkiyye, nşr.: Muhammed el-Salihî, Mağrib 2007, s. 116-117.

Geniş bilgi için bkz. İhsan Fazlıoğlu, "Osmanlı felsefe-biliminin arkaplanı: Semerkand matematik-astronomi okulu", Dîvân İlmî Araştırmalar Dergisi, İstanbul 2003/1, S. 14, s. 1-66; aynı yazar, "The Samarqand Mathematical-Astronomical School: A Basis for Ottoman Philosophy and Science." Journal for the History of Arabic Science 14 (2008): 3-68.

Osmanlı felsefe-bilim hayatının dönemlendirilmesi ve her bir dönemin ana yönelimi hakkında bkz. İhsan Fazlıoğlu, "Osmanlı: Bilim ve Düşünce", Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, c. XXIII, İstanbul 2007, s. 548-556. Ayrıca bkz. İhsan Fazlıoğlu, "Türkiye'de/Türkçede Felsefe: VII. Oturum", Türkiye'de/Türkçede Felsefe Üzerine Konuşmalar, İstanbul 2009, s. 201-255. Osmanlı tarihi boyunca, Tanzimat'tan, özellikle 1860'dan sonra Batı Avrupa'da ortaya çıkan gelişmelerden etkilenerek İstanbul'da cereyan eden felsefî tartışmalar ile yine bu dönemde kısmî ya da tamamen kadim geleneği takip eden felsefî düşünceler (örnek olarak bkz. Hoca Abdülkerim Efendi'nin modern mantık çalışmalarını da dikkate alan Mîzân el-adl'ı, klasik mantık birikimini incelediği Hâşiye ala hâşiyet el-tasavvurat'ı ve Câmi el-hakâik adlı Hidâyet el-hikme şerhi ya da Ali Sedad'ın Mîzân el-ukûl fi ilm el-mantık ve el-usûl ile Lisân el-mîzân'ı gibi...) bir kenara bırakılırsa, İstanbul'da yoğunlaşan iki önemli düşünce hareketinden bahsedilebilir: Birinci İstanbul Çevresi diyebileceğimiz ilk düşünce hareketi Fetih öncesinde Mehmed Fenarî'nin kurduğu çevre ile Fetih'ten sonra, Ali Kuşçu, Fethullah Şirvanî ve diğer mensuplarının temsil ettiği Semerkand okulunun İstanbul'da birleşmesi neticesinde teşekkül etmiş, Takiyeddin Rasıd'ın 1585'deki ölümüne değin yoğun bir üretimde bulunmuştur. Bu üretimin ana ekseni kelamî felsefe ile matematiksel bilimlerdir. 1585'den sonra de kısmen devam eden bu çizgi, yüzyılın sonunda Ali İznikî eliyle kimyevî doğa felsefesinde en yoğun üretimini gerçekleştirmiş; XVII. yüzyılda ise, Sarı Abdullah Efendi, İsmail Rusûhî Ankaravî ve Abdullah Bosnevî örneklerinde görüldüğü üzere nazarî irfan çizgisinde yoğun üretimde bulunmuştur. XVII. yüzyılın ilk yarısındaki siyasî, iktisadî ve demografik nedenlere dayalı kelamî felsefe çalışmalarındaki nisbî sukunet, İran-Hindistan kökenli -ayrıntılarına burada giremeyeceğimiz- bir etkiyle, özellikle Irak ve Doğu Anadolu uleması arasında yeni bir hareketlenmeye neden olmuştur. Kısmen bu hareketin de etkisiyle ve yüzyılın ikinci yarısında başta Müneccimbaşı Ahmed Dede'nin çalışmalarıyla başlayan yeni bir hareketlenme, XVIII. yüzyılın başından sonuna değin yoğun düşünsel faaliyette bulunan İkinci İstanbul Çevresi'nin oluşumuna neden olmuştur. Bu düşünsel faaliyetin en önemli özelliklerinden birisi, daha önceki bir yazımızda da işaret ettiğimiz üzere, İbn Sina öncesi felsefe-bilim mirasını da göz önünde bulundurması ve içerisinde yaşadığı mevcut çerçeveyi sorgulamaya başlamasıdır; diğer bir özelligi ise, Esad Yanyevî örneginde görüldüğü üzere, Avrupa'da ortaya çıkan yeni doğa felsefesi ile klasik doğa felsefesi arasında sentez arayışına girmesidir. Ayrıntılı bilgi için bkz. İhsan Fazlıoğlu, "İstanbul'dan Varlık, Var-olan ve Yokluk'a Kadîm bir Nazar", yayımlanacak makale.

Kazvini, Hikmet el-ayn, nşr. Muhammed Abdurrahman Sağul, Kahire 2006.
Mirek Buharî, Şerh hikmet el-ayn, nşr. Cafer Zahidî, Meşhed 1974.
Seyyid Şerif, Hâşiye ala şerh hikmet el-ayn, İzzet Koyunoğlu, nr. 1038.
Risaleler için bkz. Halet Efendi, nr. 802; Hasan Hüsni, nr. 600; Ebu İshak Neyrizî, Ayasofya, nr. 2391.

Bkz. Makale fi semeret el-hikme, nrş. Muhammed Abdulhadi Ebu Ride, Kahire 1991. Aynı eser, nşr. Ammar Cem'i el-Talibi, Mecellet mecma el-luğat al-Arabiyye bi-Dımeşk, s. 263-310, Dımeşk 1998. İbn Heysem, bu konuda belki de tarihte ilk defa olarak, mantık-kıyasa dayalı burhan kavramını Aristotelesçi meşşaî felsefenin aleyhine hendeseyi de kuşatacak bir biçimde genişletmeye çalışmış ve bu amacı için, ne yazık ki, günümüze gelmeyen, Makale fi enne el-burhan mana vahid ve innema yustamel sınaiyyen fi el-umur el-hendesiyye ve kelamiyyen fi el-umur el-tabiiyye ve el-ilahiyye adlı bir eser kaleme almıştır.

Bu eserler için bkz. İhsan Fazlıoğlu, "Osmanlı Klasik Muhasebe Matematik Eserleri Üzerine Bir Değerlendirme", Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi, Sayı: 1, Cilt: 1, İstanbul 2003, s. 345-367. Ayrıca içeriğe ilişkin bir değerlendirme için bkz. İhsan Fazlıoğlu, "Devlet'in Hesabını Tutmak: Osmanlı Muhasebe Matematiğinin Teknik İçeriği Üzerine", Birinci İktisat Tarihi Kongresi, Marmara Üniversitesi, İktisadî ve İdarî Bilimler Fakültesi, 07-08 Eylül 2007, İstanbul. Yayımlanacak makale.
Bkz. İhsan Fazlıoğlu, Uygulamalı Geometri'nin Tarihine Giriş: el-İkna fi ilmi'l-misaha , Dergah Yayınları, İstanbul 2004.

Osmanlı Matematik Literatürü Tarihi, Hazırlayanlar: Ramazan Şeşen - Cevat İzgi, edit. Ekmeleddin İhsanoğlu, c. I, İstanbul 1999, s. 77-78.

İhsan Fazlıoğlu, "Konevi, Mehmed", Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, c. XXVI, İstanbul 2002, s. 165; "Mustafa b. Ali el-Muvakkit", c. XXXI, Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, İstanbul 2006, s. 287-288; "Katib Sinan al-Qunawî", Biographical Encyclopedia of Astronomers (edit. Thomas Hockey), Springer, v. II, New York 2007, pp. 945-946; Ali al-Muwaqqit: Mustafa b. Ali al-Muwaqqıt", Biographical Encyclopedia of Astronomers (edit. Thomas Hockey), Springer, v. I, New York 2007, pp.33-34.

Zikredilen eserler ve kısa değerlendirmeleri için bkz.İhsan Fazlıoğlu, "Hendese: Osmanlı Dönemi", Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, c. XVII, İstanbul 1998, s. 199-208; "Hesap: Osmanlılar'da Hesap", c. XVII, İstanbul 1998, s. 244-257; "Osmanlılar'da Hesâb-ı Hevâî", s. 257-260; "Osmanlılar'da Hesâb-ı Hindî", s. 262-265; "Osmanlılar'da Hesâb-ı Sittînî", s. 266-268; "Hesap Yöntemleri: A- Hesâb-ı A'dâd-i Erbaat Mütenâsibe, s. 268-269, B- Hesâb-ı Hataeyn, s. 269-271, C- Hesâb-ı Tahlîl ve Teâküs, s. 271; "İlm-i menâzir (Optik): Osmanlılar'da ilm-i menâzir", c. XXII, İstanbul 2000, s. 131-132; Osmanlılar'da Astronomi, http://www.ihsanfazlioglu.net/yayinlar/makaleler/1.php?id=184.

Zikredilen eserlerin Enderun Kütüphanesi'nden Mühendishane Kütüphanesi'ne verildiğine dair vesikalar elimizdedir. Bkz. Kemal Beydilli, Türk Bilim Tarihi ve Matbaacılık Tarihinde Mühendishane Matbaası ve Kütüphanesi (1776-1826).

Ebu el-Reyhân Muhammed b. Ahmed el-Bîrûnî, Kitâb el-kânûn el-Mes'ûdî fî ilm el-nucûm, Askeri Müze Kütüphanesi, nr. 87: İstinsahı, müstensihi ve istinsah tarihi: Ömer b. Ebi Tâhir, h. 532/m. 1137-1138. Eser Gazneli Mahmud'un oğlu Mes'ûd için telif edilmiştir. Çok iyi ve eski bir yazmadır. Nüsha mukabele ve tashih görmüş, gerekli harekeleri konulmuştur. 1a'da 581/1185-1186 tarihli Selahaddin b. Ebi Mansur Yusuf b. Süleyman el-Kehhâl b. Muhammed adlı bir kişinin temellük kaydı vardır. Ayrıca 1a'da Sultan II. Bayezid'in mührü, 1b'de Fatih Sultan Mehmed'in mührü, 2a'da Sultan III. Selim'in mührü ile 1216/1802 tarihli, Hasköy Mühendishane Kütüphanesi'nin mührü ve sonuncu sahifede Sultan II. Bayezid'in mührü bulunmaktadır.

Askeri Müze, nr. 3025, 75 yaprak. Mecmua'da bulunan altı risaleden beşi (1-2 ve 4-6) İbn el-Heysem'indir. 1a'da Fatih Sultan Muhammed ve Sultan II. Bayezid'in mühürleri vardır. Ayrıca Mecmua'nın son yaprağı 75b'de de Sultan II. Bayezid'in mührü bulunmaktadır.

Askeri Müze, nr. 82/1, yaprak 1b-83a. Bu eser, Fatih Sultan Mehmed'in incelemesi için yine onun emri ile istinsah edilmiş geometri, optik ve astronomi ile ilgili ondokuz farklı eseri ihtiva eden mecmua'nın ilk eseridir. Zahriye'de Sultan I.Abdülhamid'in ve 2a'da Fatih Sultan Mehmed'in mühürleri bulunmaktadır. Eser isimleri ve takdimler altın suyu ile yazılmıştır. Mecmua muhtemelen hicri 882-883 tarihlerinde İstanbul'da istinsah edilmiştir; ancak müstensih belli değildir. Ayrıca bkz. Askeri Müze nr. 83. Geometri, astronomi ve optik sahasında on yedi ayrı eserden oluşan bu mecmua hicri 715-716 tarihinlerinde ünlü optikçi ve matematikçi Kemaleddin Fârisî tarafından istinsah edilmiştir. Eserler, Askeri Müze nr. 82'de bulunan mecmuadaki eserlerin aynısıdır.

Askeri Müze, nr. 64, Muhammed b. Sartak b. Çoban b. Şirkîr b. Muhammed b. Saltuk el-Varakînî, 1a'da Fatih Sultan Mehmed'in ve Sultan II. Bayezid'in mührü; 1b-6b'de: el-Usûl el-Asiliyye fi el-hendese; 6b-290b'de: el-İkmâl el-Asilî fi el-hendese vardır. 290b'de Bayezid'in mührü bulunmaktadır. Müstensihi: Mahmud..., 27 Şaban Salı 713. İbn Sertak için bkz. http://www.ihsanfazlioglu.net/yayinlar/makaleler/1.php?id=166.

Tahrir Kitab Apollonius fi el-mahrutât fi ilm el-hendese, Askerî Müze nr. 3023, 236 yaprak, 1a'da Fatih Sultan Mehmed'in, 236b'de Sultan II. Bayezid'in mührü vardır. Ayrıca 1a'da Sultan III. Selim'in ve Hasköy Mühendishane-i Hümayun Kütüphanesi'nin 1216 tarihli mührü bulunmaktadır. Konu başlıkları ve çizimleri altın suyuyla yapılmıştır.

Askeri Müze, 3022/ yaprak 1b-74b. 1a ve 74b'de Fatih Sultan Mehmed'in ve zahriye'de Sultan II. Bayezid'in mührü vardır. Yedi makaleden oluşan eserin yazısı çok güzeldir ve içinde dikkatli çizilmis pek çok geometrik şekil mevcuttur. Eser Emir İzzuddin Alâuddevle Kerşâsuf b. Ali b. Ferâmuz b. Husâm'ın kütüphanesi için telif edilmiştir. Müstensih bu nüshayı, Kutbuddin el-Şirâzî'nin nüshasından kopya etmiştir. Eser Apollonius'un Kitab el-mahrutât'ının telhis'idir. Eserin şerhi için bkz. el-Eşkâl elleti yuhtâc ileyhâ fi teshîl fehmu kitab telhîs el-mahrûtât fi el-hendese, Muîn el-Müneccim el-Kâşânî, Abdu'r-rezzâk b. Muhammed, Askeri Müze, nr. 3022/2, yaprak75b-251a. Müellif tarafından 840'da Buhara'da telif edilmiştir. 251b'de Sultan II. Bayezid'in mührü vardır. Eserin içinde dikkatli çizilmiş pek çok geometrik şekil mevcuttur.

İhsan Fazlıoğlu, "Osmanlı Coğrafyasında İlmî Hayatın Teşekkülü ve Dâvûd el-Kayserî (656-660/1258-1261-751/1350)", Uluslararası Dâvûd el-Kayserî Sempozyumu Tebliğleri, Kayseri 1998, s.25-42. Ayrıca bkz. http://www.ihsanfazlioglu.net/yayinlar/makaleler/1.php?id=166.

Nşr.: Nadir Nablusi, Dımeşk, 1977, s. 193-39; ayrıca bkz., aynı eser, nşr.: Ahmed Said Demirdaş ve Muhammad Hamdi al-Hıfnı el-Şehy, Kahire trsz., s. 176-188.

Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi, Hazine, nr. 606, mütercim nüshası.

Hazırlayan: İ. Aydın Yüksel, İstanbul 2005.
s. 27.
s. 9.
s. 11, 85, 117. "İlm-i hendese bir latîf ilimdir, zirâ cümle ehl-i sanâyi'in âlât ve edâvâtı eşkâl-i hendesiyye üzre vaz'olunuşdur. Hey'etleri dahi cümlesi suver-i hendesiyye üzre vaz' olunmuşdur." s. 117.
s. 18.
s. 4-6.
İhsan Fazlıoğlu, "Yeni bir medeniyet, yeni bir teo-ontoloji", Anlayış, Sayı 32, Şubat 2006.
s. 20-22.
Kadim Türkçe'de 'hendese'nin, ölçmek ve oranlamak anlamlarına geldiğini, kendi döneminde ise oranlama yerine tahmin sözcüğünün kullanıldığını belirten Cafer Efendi, tahmin sözcüğünü genelleştirilerek hendese sözcüğünün yerini aldığını belirtir (s. 21). Benzer karşılıkları sözlük kısmında da zikr eden yazar, mühendis/mühendiz'in Türkçe karşılığı olarak 'arşınla ölçücü" sözcüğünü verir. Tahmin sözcüğünü ise, "akıl ile söylemeğe derler, oranlamak demektir" seklinde açıklar (s. 108). Bu bilgilerde en ilginç olanı, hendese sözcüğünün ikinci anlamı olarak oranlama'nın verilmesidir. Bilindiği üzere, Eski Yunan Medeniyeti'nde Euklides'in elinde Elementler adlı eseriyle örgütlü bir bilim dalı halini alan geometri, esas itibariyle, Platon Akademisi'nin bir üyesinin, Eudoxus'un oran-orantı teorisine dayanır. Eudoxus'un, Phytagorasçı arithmos'a (aded/sayı) dayalı matematik anlayışının doğurduğu güçlükleri aşmak için megethos'a (mikdar/büyüklük) dayalı matematiği kurduğu ve en büyük sorun olan, oranlanmaz/ölçülemez niceliklerin ifadesini, oran-orantı teorisiyle aştığı bilinen tarihî bir husustur. Öyle ki, Aristoteles bu teoriyi, yani oran-orantı teorisini, dil içerisinde kurduğu mantığa uygulamış, akl etme biraz da oranlama anlamını kazanmıştır. Nitekim Latince'de akıl anlamında kullanılan ve oranlamak demek olan 'ratio' bile oran-orantı teorisinin içerisinden türetilmiştir. İslam Medeniyeti'nde nisbet (oran-orantı) teorisinin hemen hemen bütün alanlarda ne kadar önemli olduğu erbabının bildiği bir husustur. Nitekim bu önemi dikkate alarak Mehmed Kafiyecî (ö. 879/1474) nisbet araştırmalarının bağımsız bir bilim dalı olması gerektiğini iddia ederek bu sahada ayrı bir eser bile kaleme almıştır. Cafer Efendi'nin artık oranlama, hatta hendese yerine kullanılmaya başlandığını söylediği tahmin sözcüğü için "akıl ile söylemeğe derler" karşılığını vermesi tarihi gerçekliğe son derece uygundur. Kadim Türkçe'deki bu kullanımın İslam öncesinde var olup olmadığının tespiti, Türkçe'deki akıl ve ilgili kavramların tespiti ve anlaşılması açısından da son derece önemlidir.
s. 69.
s. 56-57.
s. 101.
s. 78.
Nşr. Nadir Nablusî, Dımeşk, 1977. Eserin bazı yazma nüshalarındaki dördüncü makale/dokuzuncu faslı için bkz. Cemşid Kâşî, Miftah el-hisab, Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Efendi nr. 3175, yaprak 69a-81b.; Süleymaniye Kütüphanesi, Hasan Hüsni Paşa nr.1268, yaprak 75a-84b; Süleymaniye Kütüphanesi, Hamidiye nr. 883, yaprak 61b-69a;
Süleymaniye Kütüphanesi, Yeni Cami nr. 804, yaprak 59a-66b.

Bu yazıyı .pdf olarak da görebilirsiniz. 

Aşağıdaki bağlantıya tıklayarak yazıyı okuyabilirsiniz.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Popular Posts