Şehir Kültür Sanat Dergisi: Doğu Batı Konferanslarının Konukları Savaş Ş. Barkçin, Celaleddin Çelik, Tahsin Görgün, Ömer Türker, Dursun Çiçek, Turan Koç, Ali Uzay Peker, Ayhan Çitil, Lütfi Sunar ve İhsan Fazlıoğlu Oldu.

Şehir Kültür Sanat Dergisi:  Doğu Batı Konferanslarının Konukları Savaş Ş. Barkçin, Celaleddin Çelik, Tahsin Görgün, Ömer Türker, Dursun Çiçek, Turan Koç, Ali Uzay Peker, Ayhan Çitil, Lütfi Sunar ve İhsan Fazlıoğlu Oldu.

Şehir Kültür Sanat Dergisi Ocak 2020 sayısındaki Akademi köşesinde Doğu Batı Konferanslarının konukları olan Savaş Ş. Barkçin, Celaleddin Çelik, Tahsin Görgün, Ömer Türker, Dursun Çiçek, Turan Koç, Ali Uzay Peker, Ayhan Çitil, Lütfi Sunar ve İhsan Fazlıoğlu tarafından yapılan konuşmalar hakkında bilgi verdi. Şehir Kültür Dergisini almış olduğu ödül dolayısıyla tebrik ederken Doğu Batı Konferansları hakkındaki bölümü (Ocak 2020, s. 81-83) iktibas ediyoruz. Yararlı olması dilekleriyle...

Doğu Batı Konferansları deyim yerindeyse rüzgar gibi geçti. Bir bilgi fırtınası, bir düşünce kasırgası gibi. Hayretler içerisinde kaldığımız, enteresan bilgiler edindiğimiz, ufkumuzun açıldığını sonuna kadar hissettiğimiz bu konferanslar ne yazık ki sona erdi. Bunları söylerken, popülizmin ne menem bir şey olduğunu da düşünmeden geçmek olmaz. Doğu Batı Konferansları, sahasında bir ömür harcamış değerli hocaların katılımıyla gerçekleşti. Bir ömür verdikleri hâlde adları popüler olmayan, vasatın altında televizyon enteleküellerinin gördüğü ilgiden mahrum olan insanlar. Peki kaybeden kim? Televizyonda sosyal medyada ördüğü, tanıdığı isimlerin hayranlığıyla yetinen, bu yüzden böyle değerli ilim adamlarının can alıcı derslerinden mahrum olanlar mı? Evet kaybeden onlar. Tam da Doğu Batı Konferansları süresince ele aldığımız konularla ilgili bu durum. Bizler bu konferans serisinde neyi veya neleri kaybettiğimiz hakkında bir fikir sahibi olduk. Fakat işin acı yanı, birçoklarımız, neyi kaybettiğini bilmemekle malül olmayı bir kenara bırakın, bir şey kaybettiklerinden bile haberdar değiller. Tıpkı bu konferanslardan habersiz oldukları ya da haberdar oldukları hâlde dudak büküp yaklaşmadıkları gibi...

Doğu Batı Konferansları bilgi verici, bilgi verdiği kadar da acı vericiydi. Çünkü birçok acı verici gerçekle bu konferanslar sayesinde karşılaştık. Konular birbirinden ilginçti. Birkaç başlığı burada hatırlayalım. Savaş Ş. Barkçin ve müzisyen/mimar Celaleddin Çelik, Mimari ve Musiki konusunu ele aldılar. İkinci hafta konuğu, Prof. Dr. Tahsin Görgün’dü. Tahsin Görgün’ün konusu Dünya Tarihi ve İslam’dı. Bu iki konferansa bir önceki Akademi Günlüğü’nde değinmiştik. 26 Ekim’de Prof. Dr. Ömer Türker bizimleydi. Doğu’da ve Batı’da İbn Sina başlıklı konferansını dinledik. Bu konferans, Dursun Çiçek’in geçmişimize eleştiri ve tenkitten ziyade tahkik nazarıyla bakmak gerektiğine vurgu yaptığı bir sunumla başladı. Ömer Türker ise bize İbn Sina’yı detaylı bir şekilde anlattı. İbn Sina’nın günümüz Türkçesine çevirilerini yapan ve konuda uzman bir isim olan Ömer Türker İbn Sina’nın hem başarılı hem de velud bir yazar olduğunu hatırlattı. İbn Sina’nın teorisyenlikle yazarlığı bir araya getiren bir âlim olduğunu söyledi. Ayrıca İbn Sina’nın felsefe geleneğinin geldiği nihai noktanın temsilcisi olarak görüldüğünü belirtti. Descartes ve Spinoza’nın kaynağının ve muhatabının da İbn Sina olduğunu bu konferansın satır aralarında öğrendik. İbn Sina felsefede ortaya koyduğu düşüncelerle Yunan düşüncesine atıf yapılmasını sona erdiren bir otorite olarak karşımıza çıktı. Çünkü onun düşünceleri bu tür bir referansa ihtiyaç bırakmayacak şekildeydi.

11 Kasım’daki misafirimiz İbrahim Halil Üçer’di. İbrahim Halil Üçer, "İslam Düşüncesinde Fiziksel Açıklama Teorileri" başlıklı bir konferans verdi. Üçer’in dersinde bilimsel merakın ne olduğu ve nelere yol açtığıyla ilgili düşüncelerle karşılaştık. Müslümanların fiziksel evrenle ilgili meraklarının ne dereceye kadar ilerlediğini gördük. Fiziksel evreni açıklayan modelin 11. yüzyılda İbn Sina tarafından oluşturulduğunu öğrendik. Batı biliminde belli bir tarihten itibaren gelişen bilimin İbn Sina’nın oluşturduğu fiziksel evren modelinin tasfiye edilme süreci olduğunu da bu vesileyle öğrendik. Doğu Batı arasında kaldığımız son yüzyıllarda, karşılaştığımız problemler karşısında İslam dünyasındaki çözüm arayışlarını da değerlendirdik. Ortaya çıkan üç çözüm önerisi ve onların yol açtığı sonuçları da gözden geçirdik. 

Bu üç yol şunlardı: 

  • Batıcılar; geri kalmışlığımızın, yenilmişliğimizin sebebini İslam olarak gören, dolayısıyla, kurtulmak ve gelişmek için İslam’ı terkedip Batılılaşmamız gerektiğini savunanlar.
  • Muhfazakarlar: Batı’nın ilmini alıp ahlakını almayalım diyenler.
  • Islahçılar: Batı’daki gelişmeleri göz ardı edip, karşı çıkıp kendi geleneğimizdeki ilmî çalışmaları ıslah edelim diyenler...


Bu üç kesimin düşüncelerindeki problemleri de konferans boyunca düşündük. Burada karşımıza iki mesele daha çıktı: Pratik yüzleşme ve pragmatik yüzleşme... İbrahim Halil Üçer’in konferansından kalan bir alıntıyı burada yeniden hatırlayalım. “Kalbin gökyüzüne doğan ilk şey hikmet yıldızıdır, sonra ilim ayıdır, sonra marifet güneşidir. Hikmet yıldızı ile eşyanın hakikati, ilim ayı ile mana âlemi, marifet güneşi ile tüm varlıkların efendisinin makamı müşahade edilir.” Bu alıntı Çankırı Ulu Camii’nde yer alan bir kuşak yazısıydı. Bir vakitler, hikmet, ilim ve marifetin aslında hayatımızda ne derece yer tuttuğunu bu vesileyle hatırlamış olduk. Üçer’in konferansında unutulmaması gereken hususlardan biri de kendi geleneğimizle hesaplaşmayı başkalarına havale etmemizdi.

Sonraki haftalarda Turan Koç “İslam Sanatının İki Ucu” başlıklı bir konferans verdi. Ardından Prof. Dr. Ali Uzay Peker “Sanat ve Mimari Gelenekleri Aracılığıyla Doğu ve Batı Üzerine Düşünceler” başlıklı konferansıyla 30 Kasım’da bizimle birlikte oldu. 7 Aralık’ta Prof. Dr. Ayhan Çitil, 20. yüzyılda dilbilim, mantık ve matematikte elde edilen önemli sonuçlar ve yeni metafizik hakkında bizi bilgilendirdi. “Batı, Nereye?” diye sordu ve bugün ne olduğunu, yarının nereye doğru gittiğini dolayısıyla bizim meselelerin neresinde durduğumuzu düşündüren bir ders işledi. Ayhan Çitil’in dersi Doğu Batı Konferansları serisinin aslında Şehir Akademi açısından düşünüldüğünde ne kadar isabetli bir konu seçimi olduğunu gösteren unutulmaz günlerden biriydi.

14 Aralık’ta Lütfi Sunar “Oeudipus’tan Hegel’e Modern Batı Düşüncesinde Öteki” başlıklı konferansıyla Şehir Akademi öğrencileriyle buluştu. Batılı sosyal teorideki “öteki” kavramı üzerine yaklaşık yedi yıldır çalışan Lütfü Sunar, bu emeğin ürünlerini bizimle paylaştı. Freud’un psikanaliz kuramı açısından çok temel bir yer teşkil eden Oedipus hikâyesini anlatarak konferansına başladı. Ardından uygarlıklar bir tüzel kişilik gibi, tek bir insan gibi düşünülebilir mi, bu çerçevede uygarlıkların psikanalizi yapılabilir mi sorusunu sordu. Bu soruyu tartışarak konferans ilerledi. Uygarlığın ve toplumların bilinçaltı var mıdır sorusuna, yıllar süren çalışmalarının sonunda evet diye cevap verdiğini söyledi. Konuyla ilgili kitapları referans olarak gösterdi. Ölüm korkusunun önemli bir itici güç olduğunu vurguladı. Kaderini kabul etmeyen, isyan eden birer kahraman olarak Oedipus ve Promete üzerinden konuşmasını devam ettirdi. Aslında metafizik güçler karşısında isyan eden insanın trajediyi oluşturduğunu, ve bu güçlerle başa çıkma düşüncesinin bir ütopya olduğunu vurguladı. Eğer bu konferansın bir metni olsaydı altı çizilecek cümlelerden biri şuydu: “İnsanlar ölümü aşmak için ölüme yenilmek zorundadır.”

Lütfi Sunar, Oedipus hikayesinde yer alan unsurları adım adım yorumlayarak Hegel’in düşüncelerinde önemli yer tutan noktaları bize de gösterdi. Hikayedeki bilmece soran Sfenks Hegel'e göre Mısır'ın sorduğu soruyu cevaplayan Yunan’dır. Bu Batı'nın bilinçaltında Antik dönemin ilmini elinde tutan Mısır’ın, sahip olduğu ilme rağmen bulamadığı cevabı bularak Yunanlıların ilmin temsilciliğini Mısır’ın elinden almasıdır. Bu nedenle olsa gerek Sfenks ve Oedipus karşılaşması Batı edebiyatı ve sinemasında alt metin olarak sürekli tekrar eder.

Napolyon’un Mısır seferi, Batı'nın bir kez daha Sfenks'i yenmek üzere onunla  karşı karşıya gelme denemesidir. Bu sefer adeta ikinci bir Oedipus hikayesidir. Bu yüzden karşılaşacağı bilmeceleri çözebilmek için Napolyon yanında bir çok bilim insanını da birlikte götürmüştür. Bu yüzden olsa gerek Hegel, düşüncesini Napolyon’un açtığı çağı/dönemi anlamlandırmak üzere kurgular. Hegel’e göre Batı hakkında konuşmak, Doğu hakkında konuşmaktır. Doğu'dan kurtulmaksa ötekinden kurtulmaktır.

Burada naklettiğim birkaç hususa bakarak Lütfi Sunar’ın dersinin içeriği hakkında fikir sahibi olunabilir. Bu konferansın sonunda zihnimizde şöyle bir şey dönüp durdu. Batı, düşünsel macerasında babasının Doğu olduğunu, antik Yunan’dan beri biliyordu. Bu bilgiyi inkâr edemediği için bilinçaltında babaya isyanla, Doğu’ya isyan arasında bir fark yok. Oedipus gibi babasını öldürerek kendine dönen bir kahraman olarak daha büyük bir ahlaki çöküntü Batı için kaçınılmaz bir son. Bilmediği hâlde bildiğini zannederek, kendi doğrularına yaslanarak sürekli cinayet, sürekli ahlaksızlık üretmeye devam ediyor. Üstelik kendi varlığını ötekini öldürmek ve yok etmek üzerine kurarak... Ötekinin suçu ne?  

21 Aralık’ta son konuğumuz İhsan Fazlıoğlu’nu dinledik. İhsan Fazlıoğlu “Bilim’i Bilgi ile Kuşatmak, Gerçeklik ile Doğru’nun Mümkün Metafizik Çanağı Üzerine” başlıklı bir konferans verdi. İhsan Fazlıoğlu Şehir Akademi’nin önceki dönemlerinde de konferanslarıyla düşünce ufkumuza değerli katkılarda bulunmuştu. Şehir Akademi ile irtibatı artık kendisine yakınlık hissedecek bir dereceye ulaştı diyebiliriz. Fazlıoğlu önceki derslerinde olduğu gibi dolu dolu, hem bilgi hem de düşünce olarak yoğun bir ders işledi. Öncelikle düşünceden bilgiye ulaşmanın farklı yolları olduğunu vurguladı. Farklı disiplinlerin gerçeklik üzerine söylemleri olduğu, fakat farklı disiplinlerden hangisinin söylediğinin gerçeklik olduğunu bilemediğimize vurgu yaptı. Bu hareket noktasının ardından algıladığımız gerçekliğe dayanarak önermeler ürettiğimizi, bilimin çıkardığı önermelerin de işimize yaradığını anlattı. Gerçek ne, doğru ne gibi çetin sorular sordu. Anlattıklarıyla bu konular üzerine mevcut algılarımızı, düşüncelerimizi gözden geçirmemiz gerekiğini hatırlattı.

 İhsan Fazlıoğlu’nun dersi hepimizin yakından bildiği bilgisayarı metafor olarak merkeze koyarak ilerledi. Bilgiyi bir bilgisayara benzeterek, ekranda görünen yönünün olduğunu, görüneni ortaya çıkaran bir yazılım olduğunu, yazılımın kodlardan, kodların da matematiksel modlardan oluştuğunu anlattı. Bu benzetmeye bakarak, bilgi ve düşüncenin görünenden geriye doğru giderek onu oluşturan akıl yürütmelere, akıl yürütmenin kurallara, kuralların da o kuralları koyup işler hâle getirecek temel bir nokta-i nazara ihtiyaç duyduğunu anlattı. Hocaya göre “Ekrandan yazılıma gitmeye nazar diyoruz.” Bu modern benzetmeyi klasik bir tanımla da destekledi. Taşköprülüzade’ye göre “Bir olgu veya olayı kurucu parçalarına giderek inceleme”ye nazar diyoruz. İhsan Hoca bunları belirttikten sonra, bilmek esas itibarıyla nazari bir faaliyettir, bilmek yazılımın kodlarını bilmektir dedi. Hoca, yazılımı oluşturan kodlar için gerekli olan modlara çanak diyor. Böylece konu başlığındaki Metafizik Çanak nedir sorusu bu derin sohbetin içerisinde açıklamasını buluyor.

İhsan Fazlıoğlu’nun bu çanak meselesine yaptığı vurgu gerçekten önemliydi. Şöyle diyordu; “Eğer çanağı bilmezsek, bu meseleyi çözemezsek başka kültürlerin çanağını yalarız.” Ardından dünya tarihi boyunca, üç temel çanak oluştuğunu söyledi. 
  • Birincisi Yunan (Mezopotamya) çanağı, 
  • İslam çanağı 
  • ve günümüzde dünyayı belirleyen Modernizm çanağı. 


Yaptığımız kısa değinilere bakıldığında konunun hülasa edilmeye, özetlenmeye çok müsait olduğu rahatlıkla görülecektir. Birbirinden değerli hocalarımız hakikaten çok önemli bilgilerle güz dönemi boyunca bize hem Batı’yı tanıtan, hem kendi geçmişimizi hatırlatan, hem de günümüz ve gelecek için düşünmemiz gereken meseleleri gösteren konferanslar verdiler. İhsan Fazlıoğlu bu dersi ise konferanslar dizisine nokta koyarken, bir yandan da Doğu Batı Konferansları süresince edindiğimiz bilgilerin bize bir nokta-i nazar oluşturma konusunda bir adım olduğunu idrak ettirdi. Önümüzdeki dönemde Şehir Akademi’de yeniliklerle buluşmak üzere...

Kaynak:
Şehir Kültür  Sanat Dergisi, 32. Sayı, s. 81-83, Ocak 2020.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Popular Posts