Ne ‘geriye bir şey bırakmak’ ne de ‘yaptıklarımla bilinmek’ gibi bir amacım var. Tüm ettiklerimin gâî illeti ‘vazifemi yapmak’tır. Bunun için mevcut meşrû ve ma’kûl tüm âlet ve edevatı kullanmaya çalışıyorum.
Prof. Dr. İhsan Fazlıoğlu
1966 yılında Ankara’da doğdu. İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Felsefe Bölümü’nü bitirdi (1989). Ürdün Üniversitesi’nde ve Arap Bilim Tarihi Enstitüsü’nde bilim ve matematik tarihi üzerinde araştırmalar yaptı (1990-1992). Yüksek lisans çalışmasını İ.Ü. Bilim Tarihi Bölümü’nde (1993); doktorasını İ.Ü. Felsefe Bölümü’nde tamamladı (1998). Oklahoma Üniversitesi’nde sahasıyla ilgili araştırmalar yaptı (2001-2002). McGill Üniversitesi, İslam Araştırmaları Enstitüsü’nde misafir öğretim üyesi olarak bulundu, proje danışmanlığı yaptı ve kıdemli araştırmacı olarak çalıştı (2008-2011). Fazlıoğlu hâlen İstanbul Medeniyet Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Felsefe Bölümü’nde öğretim üyesidir (2011-...). Felsefe-bilim tarihi ile matematik tarihi ve felsefesi üzerine yoğunlaşmakta, özellikle bu yapıların İslam-Anadolu Selçuklu-Osmanlı-Türk medeniyet tarihi içindeki gelişmelerini yazma kaynaklara dayanarak incelemekte ve yayınlar yapmakta olan Fazlıoğlu’yla Mekteb-i Üsküdar için konuştuk . Ahmet İŞLER
Üsküdar Bilgi Okulu, projesi çerçevesinde öğretmenlerimizle buluşacaksınız. Projenin adı niçin ‘Bilgi Okulu?’ Bilgi tek hakikat midir?
“İnsan eşittir bilgi’dir” der Hz. Ali. Çünkü insan varlıkça uzantısı oldu- ğu Kâinât’ı bilgiyle kendi uzantısı hâline getirir. Böy- lece, Kâinât’ı ilimle Âlem’e dönüştürür. Âlem’e yani O’na âleme. Bu çerçevede bilgi, hakikat değildir; ha- kikatin idrakidir. Biz hem kendimizle hem de kendi- miz olmayanlarla, mesela diğer insanlarla, Evren’le irtibatımızı bilgiyle kurabiliriz. Mahsûsatı yani hem ihsası hem de hissiyatımı- zı yani duyulur olanları (sensibles) makûlata, yani düşünülür olanlara (intel- ligibles) tercüme ederek idrâk edebiliriz. Kaldı ki bizâtihi hayat farklı bilgi türlerinin cisimleşmiş hâli- dir. Kısaca şöyle denebilir: Bilgi tek hakikat değildir; ancak insanın içinde yaşadığı bir hakikattir.
İhsan Fazlıoğlu Hocayı, kitap çalışmaları, dergi yazıları, seminerler, konferanslar, üniversite dersleri, televizyon programlarıyla dolu yoğun bir çaba içerisinde görüyoruz.
Ne yapmak, bir düşünce insanı olarak düşünce ve medeniyet kurgusu yolculuğunuzda geriye ne bırakmak ve daha çok hangi yaptıklarınızla bilinmek istiyorsunuz?
Ne ‘geriye bir şey bırakmak’ ne de ‘yaptıklarımla bilinmek’ gibi bir amacım var. Tüm ettiklerimin gâî illeti ‘vazifemi yapmak’tır. Bunun için mevcut meşrû ve makûl tüm âlet ve edevatı kullanmaya çalışıyorum. Bu arada medeniyet bir ‘kurgu’ değildir; çünkü elimizde ‘medeniyet kurma kılavuzu’ yok. Yola çıkarız; iyi-kötü bir şeyler yaparız, daha sonra gelenler ona bir ad koyarlar. Önemli olan bu adın inşasına ilişkin vazifemizi yerine getirmek. Geleneğimizde ‘hoş bir seda bırakmak’ denir.
Ben bu cümleyi ‘dualarda olmak’ şeklinde yorumluyorum. İnsanların, meleklerin ve belki de Tanrı’nın.
Kâr-zarar hesabımı yapmıyorum. Hiç bir şeyi gerçekleştirmek zorunda değiliz; vazifemizi meşru ve makûl yollarla yapmakla mükellefiz. Buna ilişkin bir itminan varsa pişmanlık da olmaz; yoksa zaten kendinizi kandırmazsınız; çünkü vicdanın çığlığı susturulamaz.
Medeniyet ve bilim tarihi, bilim felsefesi başlıklı konuşmalarınızda bilgi vermenin ötesinde modern dünya insanına vermek istediğiniz veya duyurmak istediğiniz ne var? Nasıl bir medeniyet tasavvur etmektesiniz?
Önemli olan ‘ilkeler’ çerçevesinde hareket etmektir. Demek istediğim en nihayetinde “eğlenmek için burada değiliz.” Ne için buradayız? “Geliniz bunu birlikte düşünelim.” Ayrıca neyi kabul ediyorsak ya da neyi reddediyorsak bilerek edelim. Kısaca yol arkadaşlığı. Sonuçta ne olacak? Belki şu: Hakkı bilmek, hayrı eylemek, tüm mahlûkata âdil davranmak ve cemâli tezevvuk etmek. Tüm bunları amaçlarken kafa ile el arasında bir tenasüp sağlamak; yani hem nazarî hem amelî hem de tatbikî açıdan bir dengeyi kurmak.
Geçmişle ve kendimizle hesaplaşmamız nasıl olmalıdır; öğretmenlerimize kendi varoluşlarını gerçekleştirmeleri için nasıl bir yol haritası önerirsiniz?
Geleceğe ilişkin bir ufuk çizerek geçmişimizi muhasebe edebiliriz. Sürekli muhasebe. Sahip olduğumuz cevapların sorularını her daim hafızamızda canlı tutarak; yani sürekli yakaza hâlinde olmak. İnsan sürekli bir salınım hâlinde yaşamalı; mutlak anlamda emin olmak çürümeyi tetikler.
Kendinizden memnun musunuz? Neleri gerçekleştirdiğinizi düşünüyor, neleri yapamadığınız için pişmanlık duyuyorsunuz?
Kâr-zarar hesabımı yapmıyorum. Hiç bir şeyi gerçekleştirmek zorunda değiliz; vazifemizi meşru ve makûl yollarla yapmakla mükellefiz. Buna ilişkin bir itminan varsa pişmanlık da olmaz; yoksa zaten kendinizi kandırmazsınız; çünkü vicdanın çığlığı susturulamaz. En nihayetinde aynaya baktığınızda kendimizden razı olabiliyorsak yeni bir işe kalkışabiliriz.
Yılmadan, heyecanınızı hiçbir şekilde kaybetmeden ve büyük bir hızla cümlelerinizi Türk insanının ilgi duyacağı ve ilgiyle takip edeceği şekilde kurabiliyor, tüm konuşmalarınızda felsefi bir derinlik olmasına rağmen geniş kitlelerce ilgiyle takip ediliyorsunuz. Bunu nasıl başarıyorsunuz?
Sorunuzda işaret ettiğiniz hiç bir şeyi hesaplamayarak; yani özellikle ‘böyle olayım’ ya da ‘şöyle yapayım’ demeyerek; kısaca başarmaya odaklanmayarak. Bir şekilde yaptığınız işin tabiatına uygun davranırsanız zaten o iş olur. Aksi durumda belki olur ama ihlaslı olmaz. Başarıya odaklanmamak; sürece yoğunlaşmak daha ve- rimli diye düşünüyorum. İbn Haldûn’un dediği gibi, eşyanın tabiatına göre düşünmek ve eylemek hikmeti verir; hikmet de adaleti. Kişinin böyle davranarak kendine âdil olması makes bulur bir şekilde. Elbette insanların duygularına ve düşüncelerine dokunmak da önemli; ama sahne yapmadan. Beşerî ilişkiler bir tür elektro-manyetik bir alan gibi; o alana dâhil olabilirseniz bir şekilde hem etkiliyor hem de etkileniyorsunuz.
İçinde bulunduğunuz bir fikir hareketi var mı? Varsa bu fikir hareketi nasıl temellendiriliyor, nereden besleniyor?
Elbette hepimiz bir tarihî bağlamda yetişiyoruz. İç içe geçmiş kümelerde yaşıyoruz. Kişiliğimiz ve kimliğimiz teşekkül ederken pek çok şeyden etkileniyoruz. Ancak kendiliğimizi kazandıktan sonra belirli kararlar veriyor ve tercihlerde bulunuyoruz. ‘İlkeler’ açısından mensubiyet duyduğum İslâm Hayat Görüşü’dür. Diğer her şeyde imkânlar dahilinde insanlığın ortak hâfızasından beslenmek gerekiyor. Ve dahi İslâm Hayat Görüşü’nün ilk insandan bu yana tarihî tecrübesi. Unutmayalım nübüvvet aynı zamanda insanlığın küllî hâfızasını temsil eder. Bu nedenle Hz. Peygamber’e “câmi el-ulûm ve el-hikem” denmiştir yani ‘tüm bilgilerin ve hikmetlerin derleyicisi’. Fazla söze hacet yok.
Sanat, edebiyat ve düşünce hayatında izler bırakan insanların hikâyelerinde onlara tesir eden bir isim veya isimler vardır mutlaka. Sizin hikâyenizde et- kili olmuş düşünce, sanat veya bilim adamı kimdir?
Biraz önce dediğim gibi yalıtılmış varlıklar değiliz; iç içe geçmiş kümelerde ikamet ediyoruz. Hem Kâinat’ta hem de Âlem’de her şey her şeyle ilişkindir. Bir ‘şey’ olmamızda o kadar çok etki ve katkı var ki, bu nedenle herkese teşekkür, Allah’a da şükür etmemiz gerek. Sorunun özel içeriğine gelince; elbette var. Tarihî şahsiyetler ile dostluk etrafındaki etkileri geçersek, ilmî anlamda Turgut Cansever, Mehmet Genç, Teoman Duralı ve İsmail Erünsal ilk aklıma gelenler. Bazen hiç tanımadığınız insanın bir cümlesi bile sizi etkiler. Hele ki, öğrencileriniz; cevapları kitaplarda bulunmayan soruları sordukları için sizi farklı dünyalara götürebilirler.
Öncelikle bir gelecek ufkuna sahip olmamız gerekiyor. Amaçlarımız eylemlerimizi tertip eder. Gelecekten bağımsız bir geçmiş yok; geçmişi bulunmayan bir gelecek de. Bir akış içindeyiz.
Yaptığınız tüm çalışmalarda adım adım yol aldığınız bir planlamanız var mı? Şu an bu planlamanın neresinde olduğunuzu düşünüyorsunuz?
Elbette. Ancak iş yapma tarzımda var; nihâî bir hedefe varma anlamında değil. İş yapma tarzımda var çünkü ömür kısa, iş çok. Askerî bir plan dâhilinde çalışırım; son derecek sistematik. Hiç bir yerinde değilim; çünkü bir yere yetişmeye çalışmıyorum; bir şeyi bitirme gibi nihâî bir amacım da yok. Dediğim gibi vazifemi yapıyorum; nerede biterse oraya kadar. En büyük duam ya ders anlatırken, seminer vb. verirken ya da bir metin üzerinde çalışırken emaneti teslim etmek.
Tüm bu fikri zenginlik ve dinamizm içerisinde Türkiye’deki eğitimin anlayış ve sistem olarak nelere kulak vermesinin, neleri dikkate almasının önemli olduğunu düşünüyorsunuz? Başka ifadeyle eğitim dünyası, medeniyet köklerimizin bulunduğu gelenek ile hayatı şekillendiren modernizm arasında nasıl bir yol tutmalıdır?
Öncelikle bir gelecek ufkuna sahip olmamız gerekiyor. Amaçlarımız eylemlerimizi tertip eder. Gelecekten bağımsız bir geçmiş yok; geçmişi bulunmayan bir gelecek de. Bir akış içindeyiz. Gelenek de benzer şekilde. Yıllar önce demiştim: Gelene ek olan, olabilen gelenek adını almaya layıktır, diye. Şöyle: Bir insanın ‘dede’ olabilmesi için torun sahibi olması gerekir; birine ‘torun’ demek için de bir dedesinin bulunması. Buna gereklilik ilişkisi denir. Benzer şekilde bir şeyin kadim olabilmesi için cedidin varlık kazanması şart. Gelenek de böyle; giden bir şey yoksa gelen bir şey de yoktur. Öte yandan yüzmeyi bildikten sonra denizden korkmak anlamsızdır. Hesabı verilmiş bir hayat görüşümüz varsa, en yeni ile bile rahatça muhatap olabiliriz. Kültürel çöpçülük yapmanın da bir anlamı yok. Yabancı kültürlerin bizi işgaline karşı dikkatli olduğumuz kadar bizâtihi geçmişimizin bizi işgal etmesine karşı da teyakkuz halinde olmalıyız. Süzgecimiz yoksa geçmiş bizi zehirleyebilir. Daha derli toplu şöyle ifade edebilirim: İnançlarımızdan köklenen anlam önermelerine dayalı metafizik bir süzgecimiz yoksa geçmiş bizi işgal eder, şimdi zehirler, gelecek ise ezer.
Tüm çabalarınız esasında öğretmen ve hoca kimliğinizin de bir yansıması. Nasıl bir öğretmensiniz ve biz nasıl bir öğretmen olmalıyız?
Öğrenen bir öğretmen olmalıyız diye düşünüyorum. Ayrıca öğretme işini bir usta-çırak ilişkisine dönüştürme becerisini göstermeliyiz. İnsanlar bitki değildirler; yetiştirilmezler. Öğretmen yalnızca yol gösterebilir; rehberlik eder. Anahtar verir ve nasıl kullanılacağını ana hatlarıyla anlatır. Kapı bulmak ve açmak öğrencinin işidir. Bunun için eylemin içeriğini değil bizatihi eylemeyi öğretmeliyiz. Kısaca yalnız başına kaldığında tercihte bulunabilecek muhtâr, mükellef ve mesûl fertler yetiştirmek gayemiz olmalı.
Teklif dergisi etrafındaki arkadaş grubunuzla yapmış olduğunuz yüksek keyfiyetli çalışmalar, Türkiye’nin ve medeniyetimizin geleceğinde hangi boşluğu doldurmayı amaçlıyor?
İçinde yaşadığımız çağa, mensubiyet duyduğumuz medeniyet ve aidiyet duyduğumuz kültür tecrübesinden hareketle, Hayat Görüşü’müzün ilkelerinde köklenen ne tür cümleler kurabiliriz? Tüm derdimiz bu; vazifemizi yapma adına bir teşebbüs. Yolda olan bir düşüncenin yol alırken yola serpiştirdikleri. Ne demiştik: “İlkeler, sen ve yol… Yanlış yapmaktan korkmadan… İrfânî deyişle, hâlis bir niyet ile çıktığın yolda yaptığın yanlışlar doğruna azık olur.
Hayatınıza tesir eden bir sözü bizimle paylaşır mısınız? Röportajımızı bu sözü hep hatırlama ümidiyle bitirelim dilerseniz.
“Telaşa gerek yok; hepimiz öleceğiz.
*
*ARŞİV: RÖPORTAJLAR SERİSİ
İhsan Fazlıoğlu Arşivi - Makaleler, Konferanslar, Röportajlar, Seminerler ve Dersler — Bağlantıya Tıklayınız
Prof. Dr. İhsan Fazlıoğlu Makaleler
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder